Ajans Bakırçay
2021-12-01 19:17:20

Çok Mutluydum 30 Kasım’da  

Recai Şeyhoğlu

recaiseyhoglu1952@gmail.com 01 Aralık 2021, 19:17

Ajans Bakırçay, Medya Ayvalık, Bolmedya ve 9 Eylül Gazetesi’nde yayımlanmış yazılarım 301 sayfalık kitap haline gelince onları Belçika’ya, İran’a ve Avustralya’daki dostlarıma göndermek şart olmuştu tez elden.

Çünkü okurlarım var oralarda. Hep de yapıyorum bunu zaten…

Kim yapıyor bilmem ama her kitabımı illa 70’in üstünde kişiye gönderiyorum ya da elden teslim ediyorum. Çünkü her kitabımı okuyup benimle paylaşan abilerim/ kardeşlerim/ arkadaşlarım var.

Yekta Güngör Özden, Kemal Nehrozoğlu, Fahir Işıksız, Öcal Uluç, Ünal Ersözlü, Avram Ventura, Tufan Erbarıştıran, Mehmet Zaman Saçlıoğlu, Hasan Zeki Sungur, Adalet Aslan, Nüket Hürmeriç, Özcan Durmaz, Mehmet Atilla, Hakkı Ülkü gibi…

Hele Fahir Işıksız !. Verdiğimin en fazla beş-altı gün sonrası telefon açıp tek tek sayıyor aklında kalanları. Alkışlıyor da uyarıyor(!) da…

Hidayet Karakuş, Hüseyin Yurttaş, Mehmet Özçataloğlu, Mehmet Gönenç, Oben Ulu, Bedri Karayağmurlar, Suat Salgın da ihmal etmediğim dostlardan…

Ve daha niceleri…

Yakın arkadaşlarım bilir, her kitabımın tanıtım kokteylini illâ yaparım. Kokteyl yapamasak da tanıtımını mutlaka… Eş dost ile bir araya gelmenin hazzını yaşıyorum çünkü öylesi günlerde.

Yanlışım varsa bu yazıyı okuyan biri lütfen uyarsın beni, her kitabına tanıtım toplantısı yapan ikinci biri yok İzmir’de. Rahatlıkla söyleyebilirim bunu. Konak Belediyesi Kültür Merkezi, İzmir Sanat, Eğit-Der, Alsancak’taki bir meyhane, TÜLOV, Gördesliler Derneği elimden tuttu hep. Son yıllarda da Karşıyaka Belediyesi/ Çarşı Kültür Merkezi… Bu konuda bir sıkıntım yok.

Tuborg, Tufan Erbarıştıran, Grand Plaza, İlkay Kaya, Yılmaz İstanbullu, Denge Koleji ve Yunus Demir de elinden geleni yapıp yükümü hafifletenlerden…

Her birine nasıl teşekkür etmem bilmem ki…

 Bir ay önce Latife Hanım Köşkü bahçesinde Hüseyin Yurttaş ve Karşıyaka Belediye Başkanı ile otururken Sayın Cemil Tugay’a söz etmiştim yeni kitabımın çıktığından ve tanıtımıyla ilgili bir etkinlik düzenlenmesi arzumdan…

Sağ olsun, ertesi sabah gelen telefonla söyleşi ve imzanın 30 Kasım’da olacağını belirlemiştik kültür müdürlüğünden Hazal Hanımla.

***

Sonbaharın son günüydü. Kış, yüzünü göstermeye çalışır gibiydi. Zaten bir gün önce de lodos yapmıştı yapacağını. Dalgaların sahili dövmesi, havanın sertleşmesiyle anlıyorduk ki kış, İzmirlilere "pastırma yazı bitti, ben geldim" diyordu.

Soğuk ve sert kış, kapıda gibiydi. Ne de olsa bir gün sonra 1 Aralık… Kış mevsiminin başlangıcı…

Mevsimlerin de kendi aralarında bir iletişimi vardı sanki. Sonbaharın son gününe "Haydi artık, sen evine!" diyor gibiydi 92 gün sürecek olan kış mevsiminin Başkanı… Müdürü mü desem yoksa…

Neyse…

Bendeki heyecan mı? Her zamanki gibi…

Durduğu duracağı yok. Sabah kitaplarımı götürdüm önce, Karşıyaka Belediyesi’nin zehir zemberek delikanlısı/ belediyenin gülen yüzü Feruz Bozaslan’a… "Burada duradursun, öğleden sonra alırım" dedim. Sunucu Deniz Yağmur’un konuşma metninin çıktısı, sağa sola minik afişleri dağıtma ve eve dönüş…

Deniz Yağmur mu?

Kızım olur kendileri… Kızımız daha doğrusu. Kızım değil de kızımız demeyi Mehmet Atilla’nın engin yazınsal/ kültürel birikiminden öğrendim.

Benim bir tanem o!

İletişim fakültesi mezunu ya… Biraz da babasına yardımı olsun, değil mi ama…

50. kütüphanemizin açılışındaki sunuculuğu kusursuzdu doğrusu. "Bir kez daha yapar mısın?" dediğimde nazsız niyazsız kabul etmişti.

Sonunda beklenen saat…

***

Çarşı Kültür Merkezi salonunda ilk karşıladığım arkadaş Mehmet Kılıç’tı. Onunla biraz Ahmet Ümit, Zülfü Livaneli muhabbeti sonrası Ziraat Bankası’na seyirttim. Veli Lök’ü orada karşılayacaktım.

Ünal Ersözlü ile Gazeteci/ yönetmen – Yazar Gökmen Küçüktaşdemir kol kola geliyor gibiydiler.

Sabah’ta birlikte çalışmışlardı yıllar önce. Ne kadar da kilo almış benim sevgili Ünal’ım…

Ünal’ım diyorum, çünkü yıllar öncesi 'Ünal’ım' dedirten bir anısı var bende.

Kimileri Gazete Ege’deki "Yanlış yaptınız Sayın Piriştina" yazım nedeniyle beni yerden yere vurmaya çalışırken Ahmet Piriştina’nın basın danışmanlığını yapan Ünal ise kellemi ister gibi şaklabanlık yapanlara "Bırakın Recai abiyi. Ne oldu ki yazdıysa? Alt tarafı bir eleştiri…" gibi bir sahiplenmeyle gönlümde taht kurmuştu. Beni tanımışlığı da yoktu oysa…

Ruhunun güzelliği vardı sözlerinde. Zayıf olana/ savunmasız olana sahiplenme duygusu…

Sabah gazetesi İzmir Temsilcili günlerinde de Egeli Sabah’ta köşe vermişti bana. Ne kadar da mutlu olmuştum.

Gökmen ise Ünal’dan farksız bir başka güzel gazeteci… Çalışkan, üretken ve hep bir şeyler yaratmaya çalışan…

Bir baktık, karşımızdan Cengiz Ülkü geliyor… Seslendik Mehmet ile "Buradayız."

Cengiz, Salihlililer Derneği’nin başkanlığını yapıyor. Çarşıda kuyumcu esnafı…

Eğitim işkolundan da uzak olmayan biri. Eşi, anaokulu işletiyor Bostanlı’da.

Cengiz Ülkü’nün dikkatli bir okur olduğunu da öğrenmiş olduk kitapla ilgili mini bir eleştirisi nedeniyle. Yayınevine ileteceğim bunu.

Arkasından gelen de benim aslan askerim Hasan Zeki Sungur…

Alaşehir köy okullarına kütüphaneler kuran, merkezdeki kitap gereksinmesi duyan kurumlara kitap desteğinde bulunan, kitap kulüplerinde okuduklarını paylaşan dostlarıyla zaman geçiren, sosyal etkinlikleri kaçırmayan bir güzel adam!

Aslan asker dememin nedeniyse emekli albay olmasından…

Ayıptır söylemesi, ben de onun onbaşısıyım. "Onbaşıdan sevgiler!" diyorum telefonlarımda…

Bana, "Sen salona gidip konuklarınla ilgilen, biz Veli Lök’ü alıp geliriz" deyince Veli Hocamı ağırlama işini aslan askere bıraktım. Her konuda zaten el uzatıyor bana/ bize!

Emekli vali yardımcısı Ardahan Totuk, bir gün öncesinden mutlaka aramızda olacağını söylemişti. Siyaset ve sanata ilgi duyan Değerli Ardahan Totuk, şanssızlık yaşanmamış olsaydı karşımıza belediye başkanı ya da bir milletvekili olarak çıkabilirdi. Karşıma çıkıverince sarılıvermişim… Çok saygıdeğer bir bürokrat o. Bayındır’ın çalışkan hemşerilerinden…

 İşte Oğuz Tümbaş!

Şair- Yazar… TRT’nin eski programcılarından… O bana TRT’nin armağanı… Haber müdürü Cengiz Güven ile…

Kütüphanecilik çalışmalarımıza TRT ekibini gönderen/ programlar yapan bu ikilinin bize olan katkılarını unutamam. Ne güzel günlerdi!

Kozak Yaylası ve Bakırçay Ovasında açtığımız kütüphanelerin Türkiye’de bir karşılığı varsa bunu TRT’ye/ TRT 2’ye, Cengiz Güven ile Oğuz Tümbaş’a borçluyuz. Ne de çok programlar yapmıştık onlarla…

Oğuz, gene yalnız bırakmamıştı beni. Bir de şair hemşerisinin selamını getirmişti.

6 yıldan bu yana 9 Eylül gazetesindeki köşesinde şiirin/ edebiyatın sesi soluğu o. Onunla izliyoruz İzmir’in sanat yaşamını…

Kitapların sevgilisi/ melek yüzlü arkadaşım, İzmir’in en çok kitap okuyanı olarak ilan edebileceğim değerli Avram Ventura çıkıverdi karşıma salonun girişinde.

Hemen oturuverdi en arkadaki koltuklardan birine. "Buradan ikinci bir etkinliğe gitmem şart. Önlere oturmayayım. Rahatsız etmeyeyim insanları…"

Oğuz’la baş başa bıraktım onları…

Ama bir şeyler söylemeliyim onun hakkında.

Dostluğuyla gururlandığım kardeşimdir o. Ne de çok şey öğrendim ondan… Kütüphanelerimizde onun bağışladığı kitapların sayısını bilemiyorum.

Kendi kitaplarını da ihmal etmiyorum raflara koymaya…

Haruki Murakami’nin kim olduğunu ben ondan öğrendim ve sevdim.

Şalom gazetesinin yazarı olan Avram, İzmir’in hakkında olumsuz tek söz edilmeyen iki üç entelektüelinden biridir dersem bu mübalağa olmaz.

Şair-i Azam Hüseyin Yurttaş!

Karşıma çıkıverdi birden.

Nasıl da sarılıvermişim…

Çok arzu ediyordum onun gecemize gelmesini… Onun gelmesi bana güç katacaktı. İzmir’in kültür ve sanat dünyasında Hüseyin Yurttaş ile yan yana olmak… Önemsediğim bir konu…

Şiirleriyle, düzyazılarıyla, romanları ve çocuk kitaplarıyla İzmir’in bir marka yüzü Hüseyin Yurttaş.

Kozbeyliler, onunla ne kadar gururlansalar azdır.

Çalıştığım her okula onu davet etmeyi unutmamışımdır. Muzaffer İzgü ve Hidayet Karakuş ile…

İzmir’in binlerce çocuğu onların kitaplarıyla sevdiler okumayı dersem yanlış olmaz bu.

Dişhekimi- Yazar Selahattin Tural, Bergamalı/ rahmetli Şevki abimizin armağanı bana. Şevki abi, Bergama’da CHP’nin vaktiyle ilçe başkanlığını yapmış bir esnaf. Sevilen sayılan, iz bırakmış bir siyasi…

Selahattin, iki- üç dönem önce milletvekilliğine soyunduğunda üç beş ay dağ bayır demeden koşuşturup durmuştuk ikinci bölge ilçelerinde. Benimkisi ona olan siyaset ve eğitim desteğiydi. Ne de olsa yıllar öncesinde Salihli’de CHP’de gençlik kolunda çalışmışlığımız ve ardından İGD kuruculuğumuz var. Özellikle de Bergama köylerinde iyi bir ikili görüntüsü verdik o günlerde. Mühendis bir arkadaşıyla gelmişti gecemize.

Sürprizlerden biri de daha bir gün önce Atina’dan dönen sevgili öğretmen arkadaşım Gülseren’di. Yıllardır görüşmüyorduk. Bozyaka’da birlikte çalışmıştık ‘90’lı yılların başında. Eğit-Der’deki Cumhuriyet Balolarında da birlikte oluyorduk ailece…

Gülseren, özgün müzik sanatçısı Fide’nin annesi. Fide, suyun öte yakasında yaşıyor yıllardır. Arada bir Türkiye’ye gelip konserler veriyor. Nasıl da mutlu oldum gelişine… Hem kendisine hem de bir arkadaşına kitap imzalattı.

İşte Veli Hocam… Tıp dünyasının sönmeyen yıldızı… Barış ve demokrasi- insan hakları konusunda verdiği kararlı mücadele ile bir saygınlık abidesi!

İlk röportajlarımı yaparken kapısını çaldığım ortopedi profesörü…

Şeyhoğlu Ailesinde onun yeri bir başkadır. Üç beş gün önce görüştüğümüzde "Sakın araç ile geleyim demeyin. Ben aldırırım sizi" demiştim.

İlkokul yıllarından arkadaşım/ akrabam Yunus Demir’e vermiştim bu görevi(!)

Sağ olsun Yunus, Alsancak’tan hem getirdi hem de etkinlik sonrasında tekrar Alsancak’a götürüverdi.

Yunus, sıkıntılı günlerimde hep elimden tutan bir yoldaş. "Makam şoförün olarak hiç merak etme sen, gereğini yaparım her dostuna" deyişini unutmam hiç.

Veli Hocam’ı en öne yerleştirdim ki karşıma İbrahim Akçe çıkıverdi.

İbrahim Bey, Demirköprü Mahallesi Muhtarı. Üsküplü… Balkanların havasını soluyorum hep onda… İçtenlikli, çalışkan ve sevimli…

Geçtiğimiz hafta 150 kitap verdik, mahallenin çocuklarına ve gençlerine dağıtması için… Aynısını 23 Nisan’da da yapacağız. İbrahim Akçe, mahallesi için koşuşturan, bir şeyler yaratmaya çalışan yaman biri… Ona el vermemek ne mümkün…

Arada bir yanına gidip kahvesini içiyorum.

Muhtarlığın yanıbaşında 1 Eylül’de "Veli Lök- Rasime Şeyhoğlu Kütüphanesi" açmıştık. Başkan, ortopedi dünyasının özneleri, milletvekili, meclis üyeleri ve çevre mahalle muhtarları ve mahalle sakinleriyle…

"Recai abi, burnumun dibinde kütüphane açılıyor. Haberim aynı gün oluyor" diye serzenişte bulunmuştu o günlerde. Doğrusu, ben de çok şaşırmıştım buna.

Belediyedeki kimi sorumluların ihmalkârlığı vardı sanki bunda.

Bu arada dile getirmiş olalım, biz Rasime- Recai Şeyhoğlu Kütüphaneler Zinciri olarak muhtarlığa, mahallenin çocuklarına dağıtılması için gene kitap vereceğiz ya… Derim ki ey kitapseverler Demirköprü’yü unutmayın!

Veli Hocamla muhtarım iyi anlaştılar sanıyorum.

Bergama köylerinde kütüphaneler açarken bize İzmir’den eşlik eden iki kadın arkadaşımızın adını anımsayamamam nedeniyle yaşadığım sıkıntı, gecemin en can sıkıcı anlarıydı.

Gazete Karşıyaka’dan gelen muhabir Fuat Şen ile kültür müdürlüğünden gelen haberci arkadaşlarla doğru dürüst muhabbet edemedik meşgaleden…

Köylüm / akrabam Cafer Tayyar Demir, işte gene yalnız bırakmamıştı bizi bu etkinliğimizde. Ta Çiğli’den kalkıp gelmişti. Yerel seçimlerde belediye başkan aday adayı olmuştu yanılmıyorsam…

Çiğli’de "Bizim Cafer" diyorlar ona.

Ege 78’liler Derneği kurucusu, etkili ve güzel konuşma eğitmeni, İzmir Tiyatroları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi Bilgehan Oğuz, buradaki her arkadaşımın arkadaşıydı.

Bilgehan, hiç yaş almayan dostlarımdan… Bakmayın siz onun kır saçlarına/ kır sakallarına!

Büyük bir olasılıkla boyadır o kırlar…

Karşımda Mehmet Şakir Örs’ü görüverince nasıl da sevindim. Davet edememiştim yazlığındadır diye. Mahçup etti beni. "Yalnız bırakmayayım dostlarımı diye düşündüm" derken gülümsüyordu. Şakir, araştırmalarıyla/ çiftçilik ve kooperatifler üstüne yazdığı yazılarıyla bugünlerde Cumhuriyet’in ikinci sayfasında sık sık karşımıza çıkıyor. Çalışkan, üretken ve beyefendiliğiyle her ortamda saygı gören biri. Siyaset bence ona göre değil… Akademik ortamların adamı o. Sessizce gelmişti, sessizce de gitmiş. Güle güle bile diyemedim.

Köylüm ve mahalleden arkadaşlarımız olan Gördesliler Derneği yöneticisi Hatice Erkan yalnız bırakmamıştı beni. Koronadan korksalar da…

Erkut ve sevgili eşi Tuba, Yeşilyurt’tan kalkıp gelmişlerdi ta buralara. Cengiz Ülkü’nün, Özcan Durmaz’ın, Ünal Ersözlü’nün, Veli Lök’ün, Öcal Uluç’un konuşmalarını kaçırmışlar trafiğin yoğunluğundan.

Batmanlı Tuba, nasıl da kolayca uyum sağlayıverdi İzmir’in havasına/ suyuna şaştım doğrusu… Modern bir İzmirli oluverdi kısa sürede.

Erkut, İMECE gazetesini çıkardığım günlerde asistanımdı benim. Erkut, öyle diyor.

Ayda bir sabahın erken saatlerine değin bir gecemizi İMECE’ye ayırırdık onunla. Benim bir numaralı grafikerimdi o. Eski borçlarımı ödeme adına programdan sonra zaten hemen göndermedik onları. Eşmeli hemşire Yeter Öztürk’ü de alıp evimizin yolunu tuttuk. Akşam yemeğimiz için…

O GÜNLER’in gecesi kusursuz incelikteydi doğrusunu söyleyecek olursak…

Sevildiğimi sayıldığımı anlamış olmanın mutluluğunu herkes yüzümden okumuştur zaten.

Beni çok etkileyenin ne olduğuna gelince…

O GÜNLER’in bir yerinde demişim ki, "Gazeteci olduğumu söyleyenler oldukça fazla. Etkinliklerde adımı anons ederlerken 'gazeteci' diye tanıtıyorlar. Oysa ben sadece öğretmenim. Ama ben Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, Sendikası ya da Öcal Uluç demedikten sonra gazeteciyim demeyi doğru bulmam."

Buna benzer şeyler yazmıştım.

5 çok değerli abimden biri olan Öcal Uluç, konuşurken bana dönüp "Gazeteciyim diyebilirsin kardeşim, hakkındır çünkü!" deyince ayağa kalkıp şov yapasım/ canım abimi kucaklayasım geldi. Bunu yapmadım da değil… Salon boşalırken Ünal’a ve yanındakilere doğru bakıp sesimi yükselttim.

"Bundan böyle hem öğretmenim hem gazeteci, herkes bilsin, çünkü vizemi Öcal Uluç’tan aldım."

Ünal da "Basın kartını Öcal abimizden aldın sonunda" dedi gülerek…

Tevazuya gerek yok. Herkes bilsin, çok yerde yazan ben, bundan böyle gazeteciyim diye tanıtırsam kendimi, şaşmayın!

Vizemi yılların gazetecisinden/ demokrat/ dopdoğru bir gazeteciden almışım ne de olsa…

Son konuşmacı Hüseyin Yurttaş’ın deyişiyle 30 Kasım "Recai’nin gecesi"’ydi.

Benim gecemdi!

Geleceğini söyleyip önemli işleri nedeniyle ve hava muhalefetiyle aramızda olamayan Yılmaz İstanbullu, Lütfi Ünsal, İlhan Angün, Erkan Sevinç, Cengiz Güven, Mehmet Gönenç, Erol Engel, Hidayet Karakuş, Yunus Karakaya, Hürol Dağdelen ve sağlık sorunu nedeniyle aramızda bulunamayan Fahir Işıksız ile Hakkı Ülkü’nün de yüreklerinin bizimle çarptığını bilmiyor değilim.

Keşke onlar da olabilseydi aramızda…

Kızımızın arkadaşı Barış’a toplu poz verirken salonda fark edemediğim Mehmet Erken ile göz göze geliverdik. Nasıl da sevinmişim! Korona morona dinlemeyip sarılıp kucaklayıverdim.

Mehmet Erken, Türk Kütüphaneciler Derneği İzmir Şube Başkanı. Temmuzda yapılan seçimlerde Başkanlığa getirilen Mehmet Erken ile önceki yıllarda Ekonomi Üniversitesi’nde çok bir arada olmuşluğumuz var. Çok desteğini gördüğüm bir kütüphaneci.

Güvendiğim, sevdiğim, saydığım bir arkadaşım…

19 Kasım’da Hafta Sonu Sözcü gazetesinde köşesindeki yazısıyla bizi çok mutlu etmişti Saygı Öztürk. 29 Kasım’daki telefonunda da bir müjde verircesine konuşmuştu.

Mutlu haberler üst üste gelirken 30 Kasım’da yaşadıklarım ise beni gökyüzünün derinliklerine aldı götürdü. Yıldızların dünyasında, bilinmez/ görülmez bir dünyada gibiyim. Kafamda hep şimşekler çakıyor. Her biri yıldızlara benziyor.

Konuşmacıların sadece kitabıma değil de illâ kütüphanelerimize de yer vermeleriyle anladım ki ben sadece kitaplarıyla var olan değil aynı zamanda kütüphaneleriyle ve illâ annesiyle var olan biriyim. Çünkü her konuşmacı, O GÜNLER’e değinmedi değil, değindi ama Rasime- Recai Şeyhoğlu Kütüphaneleri’nden de söz etmeyi unutmadı.

Kitap, kütüphanene ve dostlar…

Ben, bu üçlü ile varım ve çok mutluyum.

Galiba sıra geldi otobiyografik bir romana…

Anlaşılmıyor mu?

Yorumlar (2)

GökhanYerlikaya 3 Yıl Önce

Merhaba...

Nezahat ozler kiraz 3 Yıl Önce

Sizi yurekten kutluyorum guzel insan, guzel dost....

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.