“…
Öyle yıkma kendini,
Öyle mahzun, öyle garip...
Nerede olursan ol,
İçerde, dışarda, derste, sırada,
Yürü üstüne - üstüne,
Tükür yüzüne celladın,
Fırsatçının, fesatçının, hayının...
Dayan kitap ile
Dayan iş ile.
Tırnak ile, diş ile,
Umut ile, sevda ile, düş ile
Dayan rüsva etme beni.
…”
Ahmet Arif’in “Anadolu” adlı şiirinden bir bölüm alıntıladım. Yıkılmayalım, ayakta kalalım diye… Dayanalım ve hatta tutunalım diye…
Malumunuz; ülkemiz, inanılması ve yaşanılması güç günlerden geçiyor. Yediden yetmişe şaşkın olmamızla beraber, her geçen günün ardından, içimizden bir şeylerin koptuğunu ve hatta yitip gittiğini hissedebiliyoruz. Bazen bu kopmalar, sadece hissi değil, kanlı canlı da olabiliyorlar. Örnek mi?
İstanbul Büyükşehir Belediyesinin şehir içinde seferler yapan araçlarına abone olmuş, İstanbul’u turlayan, şirin köpek Boji’yi hatırlarsınız; kime zararı vardı garibin… Uluslararası yayın yapan haber kanallarına dahi konuk olmuştu. Başına çorap örmeğe kalktılar da, neyse ki teknoloji dayandı bu defa; en net ve en kadim görüntüsüyle… Ama içimizden koptu ve gitti insanlığımız! Bir can’a nasıl hıyanetlik edilebileceğine canlı gözlerle şahitlik etmedik mi?
Son yıllarda binlerce kadınımız, sokak ortalarında öylece ve nedensiz, alenen şiddete maruz kalıyorlar. Yetmiyor, canlarından oluyorlar. “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” sloganının, sıradan bir söylem olduğunu mu sanıyorsunuz? Elbet ki hayır! Siyasal islam adındaki ideolojiyi sürdürme gayreti içerisinde olanlar, hiçbir geçerli sebebe dayanmayan sebepler öne sürerek, yürürlükten kaldırdıklarını sanıyorlar! Oysaki sözleşme dayanmaya, sözleşmenin kapsadıkları da tutunmaya devam ediyorlar!
Yeşile, maviye ve onlara can olan toprak anaya acımadan, talan edilmiyor mu coğrafyamızın en güzel köşeleri? Altın madenleri için siyanürle zehirlemediler mi toprak anayı? Hidroelektrik santralleri kuracağız diye, birbirlerine büyük bir aşk ile sarılmış iki sevgili; yeşille maviyi ayırmadılar mı birbirlerinden? Ve onların yavrucaklarını evsiz koymadılar mı? Dağ, taş, rüzgâr enerjisi santralleri ile doldu, taştı. Taşıranlar demedi ki; arı biterse hayat biter, insanlık biter! Dayandı ama İkizdere köylüsü, Cerattepe insanı... Dayanıyor hala dağların, tepelerin, kırların arıları…
Son yılların en fazla hor görülen, mağdur edilen kısımlarından işçilerimiz… Yerin yüzlerce metre altında da çalışırlar. Saatlerce direksiyon da sallarlar. Elde kazma kürek, metrelerce yolda ya da onlarca metre yükseklikte, inşaatta… Kalem tutanı da var, dirsek çürüteni de… Ortak yanları sürekli horlanıp, tekmelenmeleri… Ha, bir de, sürekli yapılan zamlarla yarışamayan, her nefes aldıkları dakika düşen alım gücü ve gerileyen maaşları… Ama dayanıyorlar, hem tırnak ile, hem de diş ile…
Bir de, şu tarikat ve cemaat hadisesi var ki, içimizin en büyük kanseri… Ve onlara bağlı çalışan vakıflar ile öğrenci yurtları… Daha yenice bir can feda etti ailesi buralara evlatlarını… O da, garibim, yavrum, veda etti bu dünyaya… Çektiği video dayanıyor ama!
Dün gece usta gazeteci-yazar ağabeyim Atilla Köprülüoğlu ile beraber Ahmed Adnan Saygun Sanat Merkezindeydik. Konak Belediyesi ve İzmir Gazeteciler Cemiyeti’nin bu sene beşincisini düzenledikleri, Eflatun Nuri Ulusal Karikatür Yarışması Ödül törenini izledik. Ve törenin hemen ardından, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler günü için sahne alan Moğollar Grubunun sahne performanslarına tanıklık ettik. Dile kolay; tamı tamına elli dört yıl aynı sahneyi paylaşan efsane isim Cahit Berkay ile grubun bas gitaristi Taner Öngür’e, gruba sonradan katılan klavyede Serhat Ersöz, davulda Kemal Küçükbakkal ve klasik gitarıyla, sesiyle Cem Karaca’nın biricik oğlu Emrah Karaca eşlik ediyordu.
İnanılmaz bir performans ortaya koydular. Ve her şarkıda yıkılmadıklarını, celladın yüzüne yüzüne tükürdüklerini, dayandıklarını ve direndiklerini yüreğimin en derininde hissettim. Ve performanslarında, açık açık beyan da ettiler zaten; “Bişey Yapmalı”, “Dinleyiverin Gari”, “Geri Sar” ve “Issızlığın Ortasında” çalışmaları, bu beyana en güzel örnekler kanımca…
Onlar; müzik yaparak ve hatta bazı çalışmalarını ölene dek seslendirmeyi, kendilerine bir görev bilerek dayanıyorlar, direniyorlar. Yarım asrı devirmelerine rağmen, bakış açılarını değiştirmeden, sırt sırta vererek dayanıyorlar, direniyorlar. Aralarına yenileri katıp, aynı yolu göstererek dayanıyorlar, direniyorlar.
Tıpkı bizlerin yazarak dayandığı ve direndiği gibi!
Peki ya, sen? Sen nasıl dayanıyorsun?