Başlıktaki bu sözü onlarca kez okuduk televizyonlardaki alt yazılardan… Ya da duyduk öylesine birilerinden…
Peki, ne kadar özümsedik? Ne kadar anladık? Ve belki de en önemlisi; ölmemek için neyi, ne kadar uyguladık?
Tarih 30 Ekim 2020, saat 14.51... Yeni bir yer sarsıntısı… Yeni bir zelzele ya da yeni bir doğa olayı… Yeni bir yer kabuğu hareketlenmesi… Ya da en bilindik adıyla yeni bir deprem… Adını ne yakıştırırsak yakıştıralım; bu yeni olay ne ilk, ne de son! Yine olacak; belki yine aynı yerde belki de farklı bir bölgede… Ama olacak!
12 gün öncesine dönelim bir paragraflığına;
Deprem bilimci, Prof. Dr. Ahmet Ercan, 19 Ekim 2020 günü Ege Denizinde yaşanan bir depremin ardından, bugünleri görmüşçesine bir açıklama yapmıştı; “Bu deprem kuzey Ege'de 6,3 ile 7 arasında bir deprem yaratmak üzere hazırlandığını gösteriyor. Bundan Çanakkale, İzmir, Balıkesir, Edirne kıyı kesimi depremden etkilenir”. Öngörüye bakar mısınız? Yoksa bilimsel bilinç mi? Yaşadığımız bu büyük felaketle ilgili olarak da; “Depremi İzmir, Bayraklı, Alaybey, Karşıya, Bostanlı Mavişehir, Çiğli 4 kat daha büyük duymuştur. Deprem odağındaki yamulma 2 metre 36 santimdir. Depremden çıkan enerji yaklaşık 40 atom bombası gücündedir. En güvenli yer olarak Yamanlar Dağı davranmıştır. Bu büyüklükte ya da daha büyük deprem olmaz. Deniz içinde oluşan kırık boyu yaklaşık 74 kilometredir. Son 2 bin 500 yıl içinde bu bölgede bu büyüklükteki depremlerin sayısı yaklaşık 17 tanedir” şeklinde bir açıklama yaptı.
Hemen hatırlayalım; daha beş ay oldu ya da olmadı; Manisa’daki depremler… Ne çok korkmuştuk, biz hissedenler... Oysaki sıfır noktasına pek de yakın değildik! Onlar, bizden daha fazla sarsılmışlardı ve bazıları yıkılmışlardı. Biz sadece hissedenlerdendik, o kadar…
Peki, sene başına gidelim; Elazığ’a ve Malatya’ya… Oradaki sarsıntıları ne duyduk, ne de hissettik. Sadece haber kanallarından ve sosyal medyadan, o acıya ortak olmaya yani duygudaş olmaya çalıştık.
Yukarıda yazdığım bu örnekler, çok yakın zamanda yaşadıklarımız! Bir de, yine yaşayıp da, unutamadıklarımız var; Van, Gölcük, Avcılar, Erzincan ve diğerleri… Hepsinde aynı ya da çok benzer durumlar söz konusu değil mi?
Günümüze dönelim;
Biz hissedenlere soralım;
—Ne hissettiniz?
—Çok korktuk!
Evet, bu kadar… Çok korktuk…
İyi de be adam… Be güzel kardeşim… Belediye imar planlarında 2 kat imarlı arsaya 6 kat yapınca korkmadın ama… Temel atarken bilmem hangi kalite beton yerine ucuzunu kullanırken korkmadın ama… Çimentodan, kumdan eksiltince korkmadın ama… 14’lük demir yerine 10’luk demir atınca korkmadın ama… Zeminde daha fazla metre yer kazanmak için kolon ya da taşıyıcı eksiltirken korkmadın ama… Üç kuruş para için imar affı çıkarıp, pırasa gibi “yapı kayıt belgesi” dağıtırken, devletten belge almaktan korkmadın ama… Yılda yüz lira ödememek için Deprem Sigortası yaptırmamaktan korkmadın ama…
Ha, diyeceksiniz ki, bunlar hep parasızlıktan… Ya da daha iyi bir hayat sürebilmek için dar gelirlinin, ürettiği çözümlerinden… Parası olan daha iyi bina yaptı, olmayan ise… Sonucu biliyoruz!
O halde çözüm mü nedir? Cevap, gün gibi ortada değil mi? Eşit ve adaletli olacak, sürekli değişmeyecek imar yasaları çıkaracak, vatandaşının geleceği için çalışacak, sosyal hukuk devleti…