Manisa’da 51. kütüphanemizi Kemal Nehrozoğlu-Rasime Şeyhoğlu adıyla açtıktan sonra Kemal Nehrozoğlu, Fahir Işıksız ve Çağdaş Gündüz’le birlikte Karşıyaka’ya döndük. Latife Hanım Köşkü Anı Evi’ndeki Mehmet Atilla Kitaplığında bazı dostlarla buluşmak üzere sözleşmiştik. Diş hekimi Oğuz Erbatu hastasından kısa süreliğine izin almıştı ve girişte bizi bekliyordu. Sevgili Oğuz’u çeyrek yüzyıl öncesinden tanıyorum. Muayenehanesini kütüphaneye çevirmiş sağlık çalışanlarımızdan biridir. İki yıl önce Sayın Nehrozoğlu ile Başkan Cemil Tugay’ı ziyarete gittiğimizde de bize eşlik etmiş, daha sonra Latife Hanım Köşkü’ne getirmişti. O günkü rehberliğini unutamam.
Bir baktım, Hakkı Ülkü elindeki kitaba dalmış vaziyette bizi bekliyordu. Bir gün öncesinde, özel kalemdeki sevgili Canan Hanım’ı konuyla ilgili bilgilendirmiştim. Sağ olsun Belediye Başkanımız Dr. Cemil Tugay, dostlarla buluşacağız diye gereken hazırlıkları yaptırmıştı. Masalarımız, sandalyelerimiz dizilmş, bizleri bekliyordu. Kitaplık sorumlusu Sevim Uysal Hanım’ın heyecanı bendekinden farksızdı.
Kemal Nehrozoğlu, Fahir Işıksız ve Çağdaş Gündüz ile yerlerimizi alır almaz Hüseyin Yurttaş’ın merhabası geldi kulağımıza… Tebessümüyle birlikte…
Ardından emekli İzmir Vali Yardımcısı Ardahan Totuk… “Ben emekliyim. Aracım da var. İşin olduğu zaman lütfen beni ara, seni evinden alır, istediğin yere götürürüm. Tekrar evine teslim ederim. Benim de sizin çalışmalarınızda tuzum biberim olsun hiç olmazsa…” diyen bir gönüllü. Kızının eczanesine gittiğimde de aynı ilgiyi görüyorum Nilhan Hanım’dan. Hep, el vermek istiyor. Hep, katkısı olsun istiyor. Çocuk saflığına karşın çok da dobra biri…
Ardahan Bey vali yardımcılığından emekli olduktan sonra bir belediye şirketinde beş altı yıl müdürlük yapmış değerli/saygın bir bürokrat… Bir ara Bayındır Belediye Başkanlığına da soyunmuş, talihsiz bir kaza nedeniyle aktif siyasete ara vermişti. Bildiği doğruları çekinmeden dile getiren yürekli bir kişilik olarak tanıdım onu. Aynı yıllarda okumuşuz Salihli’de. O yıllarda Salihli Lisesi’nin pansiyonunda parasız yatılı sınavını kazanmış öğrenciler kalıyordu. Anımsayabildiğim kadarıyla her biri çok başarılıydı. Ardahan Bey de onlardan biri işte. Okuduğu kitapları, kütüphanelerimize bağışlayan bir dost…
Şair-Yazar Hidayet Karakuş ve sevgili Hasan Zeki Sungur nerede kaldılar diye düşünüyordum ki çıkageldiler. Hasan Zeki Sungur, Nüket Hürmeriç’i Bostanlı Vapur İskelesi’ne bırakayım derken gecikmiş meğerse… Çünkü Manisa’dan birlikte yola çıkmıştık onlarla…
Eksiğimiz kalmadı diye düşünürken Salihlililer Derneği Başkanı Cengiz Ülkü, elindeki tatlı kutusunu masaya koyarken geciktiği için özür diliyordu. Hem tatlı hem de özür… Cengiz centilmen adam doğrusu… Çok da güzel işler yapıyorlar dernek olarak. Çok sayıda öğrenciye burs vererek geleceğimiz demek olan çocuklarımızın elinden tutuyorlar. Dayanışmanın bayrağını dalgalandırıyorlar İzmir çukurunda.
Söyleşimize Kemal Bey’in 2006 yılında Manisa’nın Bağyolu köyünde açtığımız kütüphaneye gönderdiği kitapların hikâyesiyle giriş yapayım dedim. Özel Kalem’e bakan Vesile Hanım anlatmıştı: “Recai Bey, bizim size gönderdiğimiz kitaplar Cumhurbaşkanlığı bütçesinden değil. Kemal Bey parasını veriyor, ben de Kızılay’a gidip kitabevlerinden alıyorum.”
Bu anekdotu anlatmazsam çatlardım. Burada bir araya gelmemiz de zaten paylaşım duygusu değil miydi? Bu gerçeği herkes bilsindi. Hoş, zaten ben bunu her yerde anlatır ve yazarım ama o gün de bilmeyenlere anlatmalıydım. Kemal Bey, 2002’den bu yana arkamda dağ gibi duran bir kitapsever. Yaşadığım sıkıntıları da paylaştığım bir abim…
Gel gör ki bir türlü ‘Kemal abi’ diyemiyorum ona. Çünkü bizim köyde ‘bey’e bey diyorlar.
O benim biyolojik abi olarak gördüğüm üç beş kişiden biri… Diğer dördü: Veli Lök, Yekta Güngör Özden, Fahir Işıksız, Öcal Uluç…
Sevgi/ saygı başka bir şey… Beşi de gözümde gönlümde yüce insanlar. Onların nezle olduklarını bile duymak istemem.
Çok şükürler olsun ki biz de Kemal Bey’e hiç yanlış yapmadık. Annemle ve yeğenimle 2007 yılındaki Dünya Şiir Günü’nde Ankara’da ziyaret edişimizi, masasında T.S. Elliot’ın kitabını gördüğümü, o günlerde çıkardığımız İMECE gazetesini masasına bıraktığımızı ve bize olan desteğini/ilgisini hiç unutmadığımızı anlattım da anlattım. Marquez, Dostoyevski, Orhan Kemal, Cemal Süreya, Shakespeare, Stendhal, Voltaire de tanık oldu buna.
Fahir Işıksız sıklıkla buluştuğum, telefonlaştığım, dertleştiğim bir başka abim… İzmir Vali Yardımcılığından emekli. Yıllar önce Trakya’da bir ilçenin kaymakamıyken 12 Eylül oluyor. Gecenin yarısında silahlı kuvvetlerden gelen görevliler diyor ki; “Kaymakam Bey, sabahtan itibaren Vize’nin belediye başkanısınız aynı zamanda.”
Kaymakam Fahir Işıksız, belediye başkanlığını kabul ediyor ama belediye başkanlığı maaşını istemiyor. “Kaymakamlık maaşım bana yetiyor,” diyor. Herkes bilmiyor bunu. Kitapların gölgesinde yazarların-şairlerin arasında söylenmez mi bu?
Sesini duymadan edemem zaten. Ne zaman buluşsak elime tutuşturuveriyor okuduğu kitapları. Bir, iki, beş… Avram Ventura gibi. Annem de çok severdi onu. Fahir Bey’in de onu çok sevdiğini biliyorum. Ziyarete gittiğimde annem “Fahir Bey’i bir arayıp konuşayım, halini hatırını sorayım sarı kuzum!” derdi sık sık. Arardım, uzun uzun konuşurlardı.
Özel mi özel ama söylemeden edemeyeceğim: Bana babam sorardı, paran var mı diye. İkinci kişi Fahir Bey oldu. Düşünebiliyor musunuz, oturup duruyoruz Bostanlı’da bir kafede. Pat diye sordu: “Doğru söyle paran var mı?”
Nasıl da tuhaflaşmıştım o gün anlatamam.
Fahir Bey, üniversite yıllarında Türkiye İşçi Partisi’ne üye olmuş mangal yürekli biri. Emekli olduğunda CHP İzmir milletvekilliği aday adayı oldu. CHP’nin Ankara’daki büyükleri neden onu tercih etmediler diye düşünüp durdum o günlerde.
CHP aslında Fahir Işıksız gibi tercihlerle büyüyecek ama Ankara’dakiler farkında değil bunun.
Vali yardımcılığı yıllarında, Konak taraflarına bir işi için gelmiş olan eşinin “Mesai bitiminde beni de al, birlikte gidelim,” çağrısına “Hayır, olmaz!” demiş bir devlet adamıdır o benim gözümde.
İzmirliler şunu bilmeli, Bostanlı’da oylumlu bir kitabı iki üç günde bitiriveren bir kitap kurdu yaşıyor. Onun kadar hızlı ve çok kitap okuyan arkadaşım bir elin parmakları kadar… Kütüphane açılışlarımızda da mangal yüreğiyle ve Çiçeronvari konuşmasıyla kitapseverlerin gönüllerinde taht kurmuş bir abimdir o. Bilgi Üniversitesine annemle birlikte davet edildiğimizde, kütüphanelerimizle ilgili olarak konferans salonunda öğrencilere ve hocalara bilgi verilirken ekranda Fahir Bey’in bir köydeki açılış konuşması yer almıştı. Onun bir halk kahramanı gibi kükreyen konuşmasını dinleyen profesörlerden biri program bittiğinde bana yaklaşıp sormuştu: “O vali yardımcısı emekli mi?”
Ben de “Hayır, çalışıyor,” demiştim. İnanamamış, hakkında bilgi istemişti. Fahir Bey, 80’inde 20 yaşında gibi konuşanlardandır. Onunla otururken yanlış yapmayın sakın, şak diye yüzünüze çarpıverir.
Hakkı Ülkü’ye gelince... Onunla her 24 saatte bir telefon konuşması yaptığımı herkes bilmez. O beni, ben onu ararız, dedikodu yaparız, sorunları paylaşırız, dertleşiriz.
Aliağa’nın unutulmaz belediye başkanıdır. Bir dönem de İzmir’in vekili… Okuyan, gündemi kaçırmayan, düşünen, yazan biri… Yenigün gazetesi yazarı… Yerel yönetimlerle ilgili bilgisine başvurulacak bir belediyeci. Emek Şenlikleri’nin mimarı… Bakırçay’ın efsaneleşmiş üç belediyecisinden biri… Osman Özgüven, Sefa Taşkın, Hakkı Ülkü. Üçünün de belediye başkanı olduğu dönemlerde Bakırçay, ‘Altın Çağ’ını yaşamıştı. Edebiyatı ve politikayı onun kadar yakından izleyen siyasetçilerin çoğalmasını arzu etmişimdir hep.
Hüseyin Yurttaş ve Hidayet Karakuş... Yalnızca İzmir’in değil tüm Türkiye’nin çocuklarına kitap okumayı sevdiren, öğrencilerle buluşup imza ve söyleşi günleri yapmış üç yazardan ikisi.
Sevdiğim, danıştığım, saydığım iki dost… O gün Sivas olaylarını yeniden yaşamış gibi olduk Hidayet öğretmenin anlattıklarıyla. Bellek tazelemesi yaptık.
80 haftadır anlayamadığım bir konudur: Karşıyaka’da yaşayan bu iki değerli kalem, neden belediyenin çıkardığı Gazete Karşıyaka’da yazmamaktadır? Neden kendilerinden bir şiir istenmez ya da köşe verilmez, anlayamamışımdır. Oysa Hüseyin Yurttaş yıllar öncesinde Yeni Asır’da yazdıklarıyla gazetenin tirajını arttırmış bir düzyazı ustasıdır.
Ödüllü romanlarıyla, şiirleriyle, çocuk kitaplarıyla, radyo oyunlarıyla İzmirlilerin bağrına bastığı Hidayet Karakuş’un da yıllar öncesinde Konak Belediyesinde yazarlık eğitimiyle ilgili dersler verdiği bilinirken, Gazete Karşıyaka’da yazılarına rastlamıyor olmaktan Karşıyakalı olarak rahatsızım doğrusu.
Ne şanslıyız ki burnumuzun dibinde bu çapta iki edebiyatçımız var. Söylemeden geçemeyeceğim; kendilerinin böyle bir istekleri olduğunu düşünmüyorum. Çünkü her ikisi de romanlarıyla, şiirleriyle, seçici kurullardaki görevleriyle çok meşgul olduklarından buna zaman ayırmakta zorlanırlar belki. Olsun. Ben yine de onların sesini soluğunu duymak, yazılarını ve şiirlerini gazetemiz ‘Gazete Karşıyaka’da okumak istiyorum.
Hasan Zeki Sungur ise -söylemesi kolay- Alaşehir’in 23 köy okuluna kitaplıklar kurmuş bir emekli albay. Kitap kulüplerinde okuduklarını paylaşan, konuşan, kitaba gereksinme duyan kurum ve kişilere kitap veren, eğitim evlerinin kitap isteğine hemen yanıt veren bir gönül eri.
Mavişehir Mahalle Muhtarlığı ile birlikte çalışan, Latife Hanım Grubu ile buradaki kitaplığa Atatürk Köşesi’ni kazandıran yüce gönüllü kültür adamı. İyi ki akrabam olan Fikret Gür beni onunla dört beş yıl önce tanıştırmış. Kurduğumuz ve kuracağımız kütüphanelere kitap desteği hiç eksik olmayan can dostum… Bi tanecik albayım benim! Ben de onun onbaşısı…
“Onbaşı emir ve görüşlerinize hazırdır komutanım!” derkenki keyfimi göreceksiniz siz…
Çağdaş Güneş Gündüz o günkü grubumuzun en genç olanı. Havalimanından, otogardan bir dostumuz alınacağı zaman alo dediğim, anısı güzel Urfalı Şeref arkadaşımızın yadigârı. Sadece Şeref’in mi? A. Ragıp Üzümcü İlköğretim Okulunda birlikte çalıştığım Filiz arkadaşımın oğlu. Güzel ve iyiler iyisi Filiz Gündüz’ün sevgili oğlu. Sosyal ve kültürel çalışmalarda desteğini gördüğüm aslan delikanlım!
İlk kütüphanemizi 2002’de açmıştık. Dile kolay, 20 yıl geçmiş aradan… Tökezlemeden geldik bugünlere. Yanlış yapmadan, güvensizlik yaratmadan bugünlere geldiysek marifet sadece bizde değil. Bunu herkes bilmeli!
Birlikte yürüdüğümüz dostlardan aldığımız güç ve güvenle… Onlardan aldığımız pozitif enerjiyle… Onların kardeşliği ve abilikleriyle…
Kemal Bey akşam yemeği için gittiğimiz Bostanlı’da aklından geçenleri tek bir tümceyle dillendirdi o gün:
“Arkadaşlar, Recai’yi artık bu yükün tümünü üstlenmekten kurtarmalıyız. Demem o ki, ona daha fazla omuz vermeli, kurumsallaşması yolunda adım atmalıyız. Böylelikle bu aydınlanma-aydınlatma çabasını Anadolu’da yaygınlaştırmanın yollarını daha kolay bulabiliriz. Bu konuda kafa yoralım, el ele verelim, somut adımlar atalım diyorum.”
KÖYLERDE RÖNESANS’ın 20. yılında, 7 Ocak 2022 akşamında getirilen bu öneri, yaşamım boyunca aldığım/alacağım en güzel haberlerden biri olarak belleğime kazıldı.
Müjde midir, değil midir? Dernekleşir miyiz, vakıf mı oluruz? Bilmiyorum.
Bekleyip göreceğiz.