9 Eylül…
Bir şehrin kurtuluşundan da öte bir tarihi simgeler. Sıradan bir Eylül ayının, sıradan bir günü değildir Eylül’ün dokuzu; emperyalizme, tarihteki en büyük darbedir, Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Türk milleti tarafından vurulan… Anadolu’nun, ebediyen Türkiye Cumhuriyeti adlı bir ulus-devletin toprakları olacağının en büyük vurgusudur da… Büyük deha Mustafa Kemal’in, bu topraklardaki savaşları sonlandırdığı gündür de… Ulu önder, her zaman olduğu gibi haklı çıkmıştır;
“Büyük komutanlar Adala’daki 2. Ordu Karargâhında, törenle karşılanırlar. Yakup Şevki Paşa, Mustafa Kemal Paşa’nın önüne geçti. Elini uzattı:
- Paşam, sen haklı çıktın. Ver elini öpeyim.
M. Kemal Paşa sarıldı: - Estağfurullah, ben sizin ellerinizden öperim.
- Bu zafer senin azmin sayesinde kazanıldı.
- Hayır Paşam, milletin gayreti, sizin emeklerinizle kazanıldı. Bu zafer hepimizin.
Yakup Şevki Paşa:
- Sana son bir kez daha itiraz edeceğim. Hayır, benim gibilere kalsa daha yerimizde sayıyorduk. Sen bu millete Allah’ın bir lütfusun.” (Özakman, 2005, s.658)
Eylül ayı her zaman hüzün yüklüdürya ve bu hüznü sadece etkisini azaltan güneşten, yapraklarını sarartan ağaçtan ve hatta yapraklarının bir kısmını kaybetmeye başlayanından hissederiz ve yüreğimiz kabarırya…
Ama Eylül’ün dokuzu öyle midir? 26 Ağustos günü başlayıp, 30 Ağustos’ta sona eren büyük taarruzun ardından, İzmir’e değin sürecek olan kovalamaca ile, İzmir’de sona gelindiğini ve bu anların bir coşkuya, bir şenliğe ve hatta bir düğüne dönüştüğünü görürüz ve aynı hislerle yaşarız.
Bakınız, büyük usta Turgut Özakman’ın “Şu Çılgın Türkler” adlı eserinden, yukarıda farklı bir yaşanmışlığı alıntıladığım gibi; Manisa Milletvekili Süreyya Yiğit ile Mediha Hanım’ın düğünlerinden de bahseder aynı eser… 8 Eylül akşamı, Ankara’da, Dikmen’de, Süreyya Bey’in evinin büyükçe bahçesine kurulur düğün… Başbakan Rauf Bey olmak üzere seçkin davetliler katılırlar ve hatta Zübeyde Hanım ile Fikriye Hanım da konuklar arasındadır. Düğünün ilerleyen saatlerinde bir süvari, bir telgraf getirir Rauf Bey’e… Telgrafı okuyan Başbakan, gülerek Müfit Bey’e, O da büyük bir tebessümle Yunus Nadi Bey’e uzatır telgrafı… Kalabalık meraklanır ve yaşananların devamını kitaptan olduğu gibi okuyalım;
“Telgraf, Türk süvarilerinin İzmir yakınında olduklarını, sabah İzmir’ gireceklerini bildiriyordu. Topluluk sevinçten çılgına döndü. Erkekler bellerindeki tabancalarını çekip havaya ateş etmeye başladılar. Dikmen’den ve şehirden de cevaplar geldi. Saz takımı İzmir Marşı’nı çalmaya başladı. Haber şaşırtıcı bir hızla yayıldı. Çevredeki halk düğün evine koştu. Bunları, Dikmen’de millet düğünü olduğunu duyan, şehirliler izleyecekti. Kimse uyumadı, silah sesleri, sevinç naraları, davul zurna sesleri susmadı. Davetli sayısı sabah binleri aşmış, bahçeye sığmamış, Dikmen’e yayılmıştı. Kimi getirdiği koyunu kesiyor, kimi ateş yakıyor, kimi evinde ikram edilecek ne varsa alıp getiriyor, ortaya saçıyordu. Süreyya Bey’in, ‘acaba güzel bir düğün olur mu’ diye kaygılandığı düğün, unutulmaz bir millet düğünü olmuştu. Kimse dağılmadı ve İzmir’den haber beklediler”. (Özakman, 2005, s.661)
9 Eylül, öylesine sıradan bir tarih, öylesine yaşanmış bir gün değildir. Bir coşkudur, bir şenliktir, bir düğündür 9 Eylül… Ve İzmir gibi binlerce asır yaşanılası bir kentin yeniden doğumudur;
Şehrim
Ege’nin mavi sularına sokulmuş
Kadın; aşk yorgunu
Dingin ve buğulu gözlerle
Yaymış bedenini sahile
Ve
Şehrimin kavgalarına bir es,
Kuzeyinden güneyine
Kadife yüzlü taşlar örmüş su kemerlerini
-
Kışın bahar
Baharın yaz
Bağrına girersen ne soğuklar
Ne ayaz
Gariban kolların göçmen tutar,
Göçebe sağar
Pınarın başında bir düğün
İncirler içerisinde gizlenmiş bir öbek saz
-
Zeytinler takılsın akça alınlara
Unutulmasın, bakılsın ilk kurşunlu alanlara
Nif’deki bir tutam kahve kokusu bir asırlık
Dokuz Eylüller taşır, bugünlere kalanlara
-
İzmir’sin sen, ey güzel şehrim
Ne vuruşmalar, ne sarılmalar
Gözlerinde ışıldar
Küçük bir yaşantı seninle,
Kolların sarsın, yüreğin kabul etsin
O bize yeter.