Başa güreşmek, başa oynamak bir deyim ama aynı zamanda bir siyasal çekişmede en öne çıkan rol. Baş olmak, baş olunan nedir? Vücut mu? parti mi? dernek mi? kulüp mü? ne olursa olsun ona egemen olmak diye ifade ediliyor.
Gençler sevgilide yakışıklılık, güzellik ararken başın yüz kısmına bakar başın beyin bölümü çoğunlukla es geçilir. Hâlbuki sevgiyi, acıyı ve zevki tanımlayan, hisseden, hissettiren beyindir.
Fransa'da giyotinden önce soylular genellikle kılıçla ya da baltayla idam ediliyordu. Bunun yanında asılma da yaygın bir idam biçimiydi. Tüm bunların yanında çok acı veren yakılma ve eziyet içeren cezalar da bulunuyordu. Bu, giyotine göre eski ve geri kalmış yöntemlerde idam bir anda gerçekleşmiyor, acı verici bir süreç oluyordu. Hatta bu dönemde, ölüm acısız ve hızlı olsun diye kurbanın ailesi cellatlara para bile teklif ediyordu. Tüm bu şartlar altında devrimini gerçekleştiren Fransa, ölüm cezalarını da modernleştirmeliydi, bunlarla birlikte 20 Mart 1792'de giyotin resmi olarak Fransa'nın idam aleti haline geldi. Baş vücuttan ayrılınca daha az acı çekildiğine, ölümün daha çabuk gerçekleştiğine inanılmasındandı.
AKP'li Mehmet Metiner, Halk TV programcısı Ayşenur Arslan için, Twitter'dan şu paylaşımı yaptı:
"Kıbrıs Türk’ünün canını, malını ve namusunu korumak için kurulan yasal savunma teşkilatı Türk Mukavemet Teşkilatı (TMT) için 'illegal-suikastçı' diyen Ayşenur Arslan’ı şiddetle kınıyorum. Gövdesi Türk, beyni-yüreği Rum olan zihniyete CHP’nin kucak açması utançların en büyüğüdür."
Şunu demek istiyor Metiner; bunlar Türk olamaz.
Ömer Seyfettin’in bir “PİÇ” öyküsü vardır. Okulda sınıf arkadaşının davranışlarından, sevinçlerden üzüntülerden farklılığını çatışmalarını dile getirerek, ortak acıda sevinç paylaşılamaz. Türklerin galibiyeti arkadaşının üzüntüsünü oluşturduğunu, Türk'ün yenilgisinin ise onu sevince boğduğunu kendisinden hep kuşkulandığını anlatır. Bir gün Arap ülkelerinde asker olarak gittiğinde onun bir Fransız subayı olarak gördüğünde şaşırır ve bunun nasıl mümkün olduğunu sorar. Arkadaşı 'bendeki garipliği hep kurcaladım annemi sıkıştırıp sordum' der. İtiraf etti sonunda babamın savaşta olduğu bir zaman diliminde Fransız işgalci askeri benden çok hoşlanmıştı, bana sahip oldu 'işte sen o birleşmenin ürünüsün' dedi ve babamın adını adresini verdi, Fransa’da buldum…” diye anlatır. Yani istese de Türk gibi olamaz demek ister Ömer Seyfettin.
Bundan faydalanıp birçok kişi Neyzen Tevfik’in emperyalistler için söylediği “geldikleri gibi gitmediler ya bitini ya itini bırakıp gittiler” sözünü kullandıkları gibi.
72 milleti bir nazarda görmeyen, vardan gelenlerin aynı vara döneceklerden bir haber olan kişilerin huşu içinde sarıldıkları ayrımcı bu diller, insanı insandan ayırmaya yaramaktan başka bir işe yaramaz. Yoksa kötülük, zalimlik, kalleşlik bir insani davranıştır: her toplumda olur.
Peki başla gövde birbirinin zıttı haline neden getirilir. Gövde taşıdığı beyinden ayrı bir davranış sergiler mi? Belirleyici güç beyindir. Onun komutu ile biçin alır vücut. Buna en iyi örnek öykü olarak Thomas Mann’ın “Değişen Kafalar” adlı Hint Destanında birbirine bağlı iki arkadaşın can yoldaşlıkları sırasında, içlerinden birinin güzel bir kızla evlilik yapması sonrası gelişen olayları anlatır. Kız koca olarak seçtiği adamın zekiliği, sevgi doluluğu ve zenginliğini tercih etmiştir. Ancak evlilik sürecinde de kocasının yerine, kocasının arkadaşının zarif vücudunu hayal ederek mutlanmıştır. Çünkü zeki kocasının yağlı şişman vücudu ona çekici gelmemektedir. Kocası bunu anlar ve arkadaşının da olduğu bir yolculuğa çıkarlar. Bir kutsal mağarada (tapınak) bunu daha fazla taşıyamayacağını belirterek kılıçla başını kopararak ölür. Bu esnada beklemekte olan karısı ile arkadaşı arabada gecikmeyi fırsat bilerek oynaşmaktadırlar. Çok zaman alınca kuşkulanır arkadaşı mağaraya bakmak için gider. İntiharı görünce suçluluk duygusuyla, bağışlanmak isteğiyle aynı kılıçla, o da başını koparır ve başlar vücutlar yan yana düşer.
Öykünün bizim için önemli kısmı buradan sonra başlar. Kadın mağaraya geldiğinde olanları gördüğünde içine düştüğü aczi dualarına aktarır ve mağaranın tanrısı Devi (Kali, Durga)’ye yalvarır. Tanrı Devi yakarışı karşılıksız koymaz: “Hak etmediğin halde sana ve bağrında ki solgun, kör tohuma, içerdeki iki delikanlıya da acıyorum. İki delikanlının başlarını doğru şekilde başlarına uydur ve kullandıkları kılıçla kesilen yerden sürterek kutsarken adımı çağıracaksın” der. Kadın denileni yapar ve erkekler hayata dönerler. Ancak terslik vardır. Kocasının başı arkadaşının vücuduna takmıştır. Şimdi işler karışmıştır. Başı taşıyanın mı? vücudu taşıyanın mı karısıdır? Bilgeler sonuçta başın koca olduğunu ilan ederler. Çünkü baş tüm organların en büyüğü ilan edilir.
Kadın bu işte en memnun olandır, zira kocasının hantal vücudu yerine zevk aldığı vücut o tatlı dilli zeki kocasının başı altında buluşmuş, mükemmel kocaya ulaşmıştır.
Zaman geçtikçe o güzel vücut, kocasının başı altında yağlanıp kilolandıkça hantallaşmıştır. Arkadaşının başı altında ki kocasının vücudu ise ideal erkek vücuduna dönüşmüştür. Çünkü belirleyen baştır.
Sevgiyle, sağlıcakla kalın…