Sydney’in kuzeyinde sakin bir sahil kasabası: Umina Beach.
Zaten Aborigin dllinde anlamı da ‘Uyku Yeri’.
Kilometrelerce uzanan okyanus dalgalarının dövdüğü sahil şeridi…
Nuran ile sabah erkenden kendimizi sahile atıyor,
güneşin okyanus üzerinden doğuşunu seyrederek, kum üzerinde 6-7 km. yürüyoruz.
Sabahın bu erken saatlerinde sahil yine de hareketli;
güneşin doğuşunu çeken fotoğrafçılar, koltuklarının altındaki sörf tahtalarıyla dalgalara koşanlar, rüzgar ve uçurtma sörfçüleri…
Aralarında bu zor sporları yapan ne kadar çok kadın var…
Ben mi?
Ben de yürüyüş sonrası yorgunluğu atmak için oyunla yetiniyor; okyanusa dalıyor,
dalgayı yakalayınca da kendimi bu güce bırakarak hızla sahile sürüklenip,
vücut sörfü yapıyorum.
Ama sahile erken gelen ve bu yazının gerçek konusu olan başkaları da var:
Cankurtaranlar.
Sahil boyunca birkaç yerde konuşlanıyor, çadırlarını kuruyor, gözetimlerindeki güvenli alanı belirleyen sarı-kırmızı bayraklarını dikiyorlar.
Hepsi de bu işi gönüllü yapıyorlar.
İşe kurtarma tatbikatları yaparak başlıyor, yeni başlayanlara suyun içinde ve dışarıda boğulma tehlikesi yaşayanları nasıl kurtaracaklarını, ilk tedaviyi nasıl yapacaklarını uygulamalı olarak gösteriyorlar…
Duygulanıyoruz. Ama hemen her sabah daha da duygulanmamıza yol açan, hayranlıkla izlediğimiz bir görüntü daha var:
Yaşlısı genci-kadını erkeği yine gönüllü onlarca
yardımsever ve yanlarında tekerlekli sandalyelerle getirdikleri hem fiziksel hem de ruhsal sorunları olan insanlar.
Onları, güvenliklerini alarak büyük bir titizlikle sörf tahtalarına yerleştirmelerini,
denize açılmalarını ve o insanların attıkları mutluluk çığlıklarını hayranlıkla ve gözlerimiz dolarak seyrediyoruz…
Daha önce de köpekbalıkları tarafından yaralanan ve kendini sahile atan yunus balıklarını kurtarmak için,
ya da kendilerini sahile vuran balinaları yeniden denize döndürmek için yüzlerce insanın nasıl çaba sarfettiğine de tanık olmuştuk…
Bir kez daha anlıyorum ki,
uygarlığın en önemli göstergelerinden birisi de,
her alanda çalışan toplum gönüllülerin oranı ve çabaları…
Bu sanırım yalnızca birilerine,
topluma, doğaya-iyilik ve güzelliğe-katkıda bulunmaktan öte, insanın insan olduğunun bilinciyle,
paylaşmanın hazzının da yaşanmasıdır.
Gönüllülük…
Nedir?
Kendini vermek…
Kendi isteğiyle hiçbir karşılık beklemeden birey, toplum ve çevre için çalışmak…
Ne için?
Sakatlıklar, doğal afetler,
savaşlar, açlık, yoksulluk… nice sorunların yaşandığı her alanda, iyi ve yaşanası bir toplum ve dünya için…
Sonra da ülkemi düşündüm.
Son deprem felaketinde yaşananları…
Gönüllü olarak çalışanların karşılarına çıkarılan zorlukları acı acı anımsadım…
Bırakın gönüllülüğü, asırlık Kızılay’ımızın düşürüldüğü hali pür melali…
İYİLİK, kanımca sistemlerden öte,evrensel bir dildir…
Hem de sınır tanımadan…