Malum seçim sürecinden sonra söylenecek, yazılacak ve konuşulacak her şeyin konusu belliymiş gibi geliyor olabilir. Bir sürü farklı odağı etrafında birleştiren isim olarak Kemal Kılıçdaroğlu’na yahut Millet İttifakı’na dair hayal kırıklıkları, memleketin her zaman ve hızla daha kötüye gideceğine dair karamsarlık, kimisi için de bir an evvel ülkeyi terk etme yolları arayışı ve tabii ki yine muhalefet kanadında; bir yanda kendini bir yanda iktidara oy veren halkı suçlama eğilimleri…
Fakat hatırlamak gerekiyor ki pek çok farklı gelenek ve siyasetten muhalif yurttaşlar olarak, seçim mağlubiyeti ilk defa başımıza gelmiyor. İktidardan çok bizim farkında olmamız gereken bir gerçek ise; Erdoğan/AKP iktidarı yirmi yıldır yaşadığı sözüm ona galibiyete rağmen istediği standartlarda toplumu oluşturamamıştır. İktidardaki zihniyete teslim olmayan milyonlar olarak bir yenilgi ile buhar olup uçmadık, istedikleri gibi insanlar olmadık, bundan sonra da olamayız. Değişime öncülük edecek, mücadele verecek ve en nihayetinde kendini ve ülkeyi tekrar özgürleştirecek olan -özellikle gençler olarak- yine bizleriz. Bu noktada, Kılıçdaroğlu’nun dediğinin aksine gençliğin kaygısızlık olduğunu düşünmüyorum. Aksine, tarihin kırılma noktalarında radikal değişiklikler gerçekleştiren hep gençlik olmuştur. Gençliği “kaygısızlık” ile bir tutmaya çalışan anlayış ise rengi ne olursa olsun değişimin karşısındadır.
Bugün de karşımıza, yirmi yıldır bu gerici iktidara teslim olmamış “toplam”ı bir “bütün” haline getirme görevi çıkıyor ki bunun yolu da bir etnik, milli, dini ya da sadece siyasi kimliğe değil doğrudan bu topraklara ve burada yaşayan halka duyulan aidiyettir. Bu bağlamda, “bu halk bunu hak ediyor” yaklaşımı da gaflet değilse şımarıklıktır.
Bu tür yaklaşımların yaygınlık kazanmasında en büyük etmenlerden biri 12 Eylül 1980 sürecinin şahidi -hatta ürünü- olan bugünün yetişkinlerinin, ebeveynlerinin çocuklarını politikadan “koruma” çabasıydı. Fakat çocuklar/gençler politikadan korundukça politika yaşlanıyor ve yaşlandıkça yozlaşıyor. Bunun duyduğumuz son örneği İzmir’de birçok ilk ve ortaöğretim kurumuna manevi danışman adı altında din görevlileri atanmasıydı. Yıllardır “Okul siyaset yapma yeri değildir.” denilerek siyasetin okullara en kirli yüzüyle nasıl girdiğine bir kez daha böylece şahit olduk.
Önümüzde böyle bir tablo varken seçim gecesi bizi mahveden neydi? Sorunun cevabı yenilgi değil yalnızlıktır. Tüm öfkemiz, haklı itirazlarımız, özgürlük arzumuz için yalnız sandığa çakılıp kalmaktır. Bir oy vererek tüm söz hakkımızı ve irademizi mühür bastığımız adaya/partiye teslim ettiğimiz algısıdır. Bilinmeli ki, yurttaş iradesi -ne denli geniş olursa olsun- tek bir seçim pusulasına sığmaz. Bir adaya ve partiye oy vermiş olmamız da beş sene boyunca susup oturmak zorunda olduğumuz anlamına gelmez. Artık seçim geride kaldığına ve “muhalefeti yıpratmamak” gibi bir duyarlılık göstermek zorunda kalmadığımıza göre de rahatça söyleyebilirim ki; başta CHP kadroları olmak üzere muhalefetin büyük bölümü politikanın yaşlanması ve yozlaşması ile doğrudan ilgilidir ve bahsettiğim algıyı yaymak konusunda iktidarla birlik olup toplumu sokaktan uzaklaştırmak için 2013 yazından beri canla başla uğraşmıştır. Örgütlülük ve örgütlü mücadele kavramlarının bu denli korkutucu hale gelmelerinde payları hiç de az değildir. Bunun şu anda en görünür olan kanıtı da Türkiye İşçi Partisi’nden Hatay milletvekili seçilmesine rağmen tutsaklığı devam eden Can Atalay’ın durumuna Millet İttifakı’nın sessiz kalmasıdır. Kendi adıma, bu sessizlik, seçim döneminde dile getirilmiş tüm vaatlerin de içinin boş olduğu anlamına geliyor. İşte bu yüzden özellikle bugünkü gibi ekonomik, siyasi ve toplumsal kriz dönemlerinde örgütlülükten korkulması, tüm değişim umutlarının meclisteki muhalefete kanalize edilmesi hepimizi daha büyük felaketlere götürür. Ayrıca sandıkta verilen oyu gerektiğinde sokakta korumaktan ya da -seçilmiş hükümet tarafından yapılmış da olsa- fark edilen yanlışı haykırmaktan daha demokratik ne olabilir?
Dolayısıyla bugün, özellikle gençliğin, siyasetle gönüllü ve bilinçli olarak ilgilenmesi, örgütlenmesi ve örgütlü kalması bizi aydınlığa çıkaracak yegâne yoldur. Gücümüz birliğimizden gelir.