Yine, bir kadın öldürüldü!
Yine, güzel bir kadın öldürüldü!
Yine, bir tanecik saç telinin dahi kırılmasını istemeyeceğimiz bir kadın öldürüldü!
Yine, ak tenine dokunmaya kıyamayacağımız bir kadın öldürüldü!
Yine, inci dişlerinden yansıyan ışıkla kör olacağımız bir kadın öldürüldü!
Yine, yüreğinde sevda düşleri olan bir kadın öldürüldü!
Yine, ışıl ışıl gözlerinden yayılan alevlerde kurban olunası bir kadın öldürüldü!
Yine, gelecek hayalleri olan bir kadın öldürüldü!
Yine, hayatının baharını dahi yaşayamamış bir kadın öldürüldü!
Yine, işinin başında bir kadın öldürüldü!
Yine…
Öyle sanıyorum ki, bu yine’ler son bulmayacak! Bu kez hedefte hemşire Ömür Erez vardı ve kara namlunun ucundan fırlayan kahpe kurşunlar hedeflerinden şaşmadılar. Yıllarca eğitilmiş ve bilircesine, direkt ve tam on ikiden… Sadece genç hemşire değildi, o kirli kurşunlarla yere yığılan ve ölen; bütün insanlık O’nunla birlikte yerle bir oldu aslında ve bu, insanlığın ölümü ilk kez tadışı da değildi! Bilmem, kaç binlerce defa tanışmıştı insanlık, böyle bir ölümün soğukluğuyla ve kaç defa bu şekilde kurşunlarla karşılaşmıştı? Belki kendi de bilmiyordur sayısını…
Ülkemizde, sayıları son yıllarda giderek artan kadın cinayetleri ile kadınlara uygulanan şiddet bitsin ve kadına kalkan eller kırılsın artık! Diyoruz da; somut olarak ne yapıyoruz?
Ülkemizin milli eğitim politikası, inanılmaz derecede, laik tavırdan, Cumhuriyet kazanımlarından ve devrimcilikten uzaklaşıyor. Gençlik ve spor politikası diye bir şey kalmadı. Dikkat ediniz; son yılların en büyük icraatları ki, hep betondan ibaret, iktidarı ve/veya yandaşlarını zengin etmek üzerine kurgulanmış yüzlerce proje ile dolu… Bunun böyle olmasının başlıca sebebi, mevcut iktidarın, iktidarda kalmaya devam edebilmesi için gerekli maddi olanakları kaybetmemesi ve hatta daha da üzerine koymak istemesi… Buna literatürde “komprador sermaye” deniyor. Ve maalesef dünyada o denli çok ki bunun örneği… Her iktidar kendi zenginini yaratıyor ve tek hedef o parayla hükmetmeye devam etmek!
Yoksa; kadın, çocuk, genç, fakir, düşkün, ihtiyaçlı kimseler, hiçbirinin umurunda değil! Aksi olsaydı, yani umursasalardı eğer, İstanbul Sözleşmesi’ni yaşatmaya ve imzacı ülke sayısını artırmaya uğraşırlardı. Ve dahası uygulanması anlamında keskin çözümler üretirlerdi. Meclisten daha dolgun yasalar çıkması için gayret ederler ve takipçisi olurlardı.
Altı yaşındaki çocuklara, anlamlarını dahi bilmedikleri arapça cümleler ezberletmek yerine, ‘kadın nedir ve nasıl davranılmalı’, ‘çocuk nedir ve nasıl davranılmalı’, ‘özgür birey nedir ve nasıl olmalıdır’, ‘sosyal hukuk devleti nedir’ ve ‘bir kuruş vergi kaçırmak bile en büyük vatan hainliğine eş değerdir’ gibi şeyleri öğretmeğe kalksalar ya!
Spora geliyorum;
İş başa düşüyor!
Türk insanı, bu coğrafyadaki tüm sorunlarını, geçmişte kendisi çözmüş ve öyle görülüyor ki, yine kendi göbek bağını kendisi kesecek;
Eğitim şart ve en kallavisinden gerek! Ve belki de en önemlisi, kadınlarımızın, hayatın her alanında, en az erkekler kadar özgür yaşamalarına destek olacak çalışmalar yapmalı. Onları, küçük yaşlarından başlayıp, jimnastik, atletizm, basketbol, hentbol, voleybol, tenis, yüzme, boks, güreş, uzakdoğu sporları ve çağımızın hastalığı futbol branşlarında var olmalarına büyük destek olmalı. Kulüplerin tamamında, kadın takımlarının aktif şekilde çalışmaya başlanmasına sebep olmalı mesela… Hatta kulüplere teşvik vermeli bu konuda… Belki de en önemlisi, bunu bir milli politikaya dönüştürmeli!
Dipnot; “Bu ülkede dört şey olmayacaksın; kadın, çocuk, ağaç, sokak hayvanı.” Yaşar Kemal.