Terzi Fikri, Fatsa’nın 12 Eylül öncesinde halkçı/ devrimci belediye başkanıydı.
Ölümü 4 Mayıs 1985 olunca gözümün önüne geliverdi.
Fatsalılara minicik de olsa bir zararı dokunmuş muydu acaba?
Neden ona ağır işkencelerle hayatı zindan ettiler acaba diye düşünmekte yarar var.
İşçiden, köylüden, esnaftan, emekçiden yana olmak Terzi Fikri’ye pahalıya mal olmuştu.
***
Bir tekstil sanayicisinin oğlu olan Friedrich Engels, 1842 yılında Köln’de Rheinische Zeitung gazetesi bürosunda editör olarak çalışan Karl Marx ile tanıştığında onun proleter / emekçi dostu bir genç olduğunu biliyordu.
Engels dünyaya bir başka bakıyordu. Kapitalist sömürünün işçi sınıfı üzerindeki etkisini görmüş ve Franco - German Salnamesi’ne yazdığı ekonomi politik eleştirisiyle Marx’ın dikkatini çekmişti. 1844’ten sonra da ikisinin teorik yoldaşlığı başlamıştı.
1848’de Komünist Manifesto’ya imza attılar.
MARX, 8 dilde okuyabilen, ENGELS ise 12 dile hâkimiyeti olan biriydi.
İkisi de edebiyata sevdalıydı.
Uluslararası gelişmeler ve devrimci olasılıklara ne kadar ilgi duyuyorlarsa jeolojiye, kimyaya, fiziğe, antropolojiye, matematiğe ve teknolojideki gelişmelere de o kadar ilgi gösteriyorlardı.
Kapital’in birinci cildine yaptığı finansal destek nedeniyle Engels’e yazdığı mektubunda şöyle diyor Marx: "Bunun mümkün olabilmesini yalnızca sana borçluyum."
Yazışmalarında sıklıkla birbirlerine yoldaşlarının taktıkları lakaplarla hitap ediyorlar: Beleşçi ve general!
Kapkara sakalı ve saçları nedeniyle Marx’a beleşçi, engin askeri bilgisi nedeniyle Engels’e de general diye hitap ediyorlarmış.
***
Yukarıdaki bilgiler York Üniversitesi Sosyoloji Profesörü Marcello Musto’ya ait. Yunus Emre Ceren çevirmiş. 21 Nisan 2024 tarihli BirGün’de okudum.
***
Marx, Marx oluşunu bir anlamda Engels’e borçlu.
Sağlam dostlukların insanı nasıl bir başarıya ulaştırdığına dair bulunmaz bir örnek!
Kemal Nehrozoğlu, Şiri Şeyhoğlu,Fahir Işıksız, Öcal Uluç, Mehmet Atilla, Avram Ventura, Erkin Usman, Yunus Karakaya, Oğuz Tümbaş, Cengiz Güven, Mehmet Gönenç, Doğan Vapurcu, Özcan Durmaz vb. dostlarımız olmasaydı yurdun değişik bölgelerinde biz bugüne değin 60 kütüphane ve 12 Aydınlanma Evi açabilir miydik acaba diye düşünüyorum.
Aklıma "Tek elin nesi var…" diye başlayan ünlü atasözümüz geliyor.
Son dönemlerde de Saygı Öztürk’ün desteği çok duygulandırıcı.
***
Rasime - Recai Şeyhoğlu Kütüphaneler Zinciri, özel kütüphanecilik alanında Türkiye’de bir İLK!
Bir ülkedeki kütüphanelerin çokluğunun o ülke insanını ne kadar ince ruhlu yaptığına İran’dan tanığım ben. Şeriatla yönetilen İran’ın devlet başkanının, yurtdışında ölen İranlı muhalif matematik bilgini için İnstagram sayfasında neler dediğini görünce İran’ın o centilmen Cumhurbaşkanına sarılasım gelmişti.
Kitap ve kütüphaneler Acem insanını iyice inceltmiş. Tek bir kaba sözle konuşana rastlamanız olası değil… Birbirlerine 'Novkerem- şakirem- gurbanem' diye çok abartılı bir saygıyla konuştuklarını Mustafa Balbay da bir kitabında yazdı zaten…
Keşke Recep Tayyip Erdoğan’ın İranlı akrabaları olsaydı, sık sık oralara gidip gelseydi…
Ülkenin dört bir köşesinde binlerce kitaplı kütüphaneleri görmelisiniz… Hayran olacağınıza eminim… Her biri ibadethaneden farksız! Öğrenciler, memurlar, mollalar kitaplara yumulmuş durumda…
Şiir okumayan tek bir İranlı’ya rastlayamazsınız diye iddiada bulunabilirim. Bir aylık İran seyahatim bana bunu kanıtladı.
Ezcümle, binlerce yıllık Pers Uygarlığının çocukları şiir, sanat ve bilime tutku derecesinde bağlılar… Kitabevlerinin vitrinlerinde Marx, Lenin, Mao bulunduğu gibi Aziz Nesin, Yaşar Kemal, Orhan Kemal, Elif Şafak ve Orhan Pamuk da boy gösteriyor. Tebrizli rehberimin şu sözünü hiç unutamıyorum: "İran’da kitaplar azattır."
Molla rejimini başta kadınlar olmak üzere öğrencilerin, memurların, işçilerin çok da uzun olmayan bir zamanda yok edeceğine adım gibi inanıyorum ben.
Kütüphanelerde gördüğüm kitaplara gelince…
Sararıp solmuş, şakulü kaymış kitaplara rastlamıyorsunuz.
Şairlerini, edebiyatçılarını hiç unutmuyorum ama Horasan doğumlu "Cahillerle tartışmaya girmeyin, ben hiç yenemedim" diyen İmam-ı Gazali’ye olan aşkım nedense bir başka!
"İnsan iki küçük et parçasıyla ölçülür; Kalbi ve dili" diyen de o.
İmam Gazâli’nin beni etkileyen diğer iki sözü ise:
"Uzun mesafelere ulaşmak, yakın mesafeleri aşmakla mümkündür."
"Birtakım arzularının yerine gelmesi için küçülme!"
***
Bu iki güzel sözden sonra asıl söylemek istediğime gelince…
19 Ekim 2002’de bu yana kütüphanecilik yapıyoruz. Coşku dolu açılışlara imza attık. Etkilendiğimiz gibi başkalarını da etkiledik. Çabalarımızı duyanlar görenler kitap desteğiyle el verir oldu. Aliağa’nın Hacıömerli’sinde rafları ve dolapları yaptıran Özcan Durmaz arkadaşımız oldu. Bayındır’daki açılış için ise "Raflar bana ait olsun" diyen Ardahan Totuk dostumuz…
Geriye dönüp baktığımda, gelecek kuşaklara/ özellikle de kütüphanecilere/ belediyelere örnek olması bakımından daha önce hazırlayıp piyasaya sunduğumuz 'RASİME- RECAİ ŞEYHOĞLU KÜTÜPHANELER ZİNCİRİ VE AYDINLANMA EVLERİ' kitabımızın 225 sayfalık/ kuşe kâğıda basılı genişletilmiş yeni baskısını yapmak üzereyiz.
Yaşadığımız kütüphanecilik deneyimini anlattık. Çok sayıda açılış fotoğraflarıyla, basında yer alan haberlerle, kimlerin ne dediğine yer vererek…
Tümünü 225 sayfaya sığdırmaya çalıştık.
Kitabımıza ilan ve reklam vererek, duygularınızı/ düşüncelerinizi en fazla bir sayfa yazarak ya da toplu satın alarak katkıda bulunabilirsiniz.
Yazımızın özeti bu!