24.02.2020, 13:19

3 Mart 1924 Devrim Kanunları

3 Mart sıradan bir gün ama sonuna 1924 ü koyarsanız sıradanlaşmaktan çıkar ve Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda ki en önemli günlerden biri olur.

3 Mart 1924 günü Cumhuriyet tarihimizin en önemli dönüm noktalarından biridir. Bu tarihte yasalaşan üç önemli yasanın, Türkiye’nin çağdaş, demokratik ve özellikle laik devlet ve toplum yapısına kavuşmak açısından oynadığı rol büyüktür.

TBMM de 3 Mart 1924 tarihinde üç önemli önerge ele alınmış ve tartışılarak kanunlaştırılmıştır. Bunlar;

- 429 sayılı Ser’iye ve Evkaf ve Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Bakanlıklarının Kaldırılması,
- 430 sayılı Tevhidi Tedrisat,
- 431 sayılı Halifeliğin Kaldırılmasına ve Osmanlı Hanedanının Türkiye Topraklarının Dışına Çıkarılmasına Dair Kanunlardır.

Ne yazık ki 3 Mart 1924 tarihli yasalar, sonraki Cumhuriyet kuşaklarına yeteri kadar öğretilememiştir. Bu kanunların getirdikleri, gerekçeleri, amaçları, yasalaştırılış biçimleri göz ardı edilmiş ve bu kanunların ruhu kavranamamıştır.

İşte bu nedenle bu yasaları sizlere hem hatırlatmak, hem de yaşadığımız günlerle ilgili değerlendirme yapmanızı sağlamak istiyorum.

Bu yasalar Atatürk Devrimlerini oluşturan yasalardır.

Bu yasalardan 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu Anayasanın 174 üncü maddesi ile korunmuş olan yukarıda belirttiğim Kasım ayı yasaları gibi Devrim Yasalarından biridir.

Atatürk Devrimleri sadece mazide yaşanmış tarihsel bir olay değil, Türk toplumunun tüm sorunlarının çözümünde kullanılacak geleceğe dönük süreklilik gösteren bir ideolojidir.

Bu ideolojinin adı Atatürkçülüktür.

Cumhuriyet değerleri ve kazanımları olarak, siyasi otoritenin laik olma gereği, ülkenin ve ulusun bölünmez bütünlüğü, ulusal bir dilin kabulü, kamu yararına, sosyal adalete öncelik tanıyan bu ideolojinin öğeleri Anayasa’da kendini bulmuştur ve devrimin olmazsa olmazlarıdır. Bunlar Tek Devlet, Tek Ulus, Tek Dil ve Tek Bayraktır.

Atatürk Devrimleri bir bütündür. Hiç bir devrimi bir diğerinden ayırtamazsınız, hepsi birbirini tetikleyen bir süreç içerisinde ihtiyaçlardan doğmuştur ve bu ihtiyaçların temelinde halkın refah seviyesinin yükseltilmesi, çağdaşlaşma, eşitlik, bağımsızlık ve sosyal adalet yatmaktadır. Atatürk Devrimleri 1924 yılındaki çıkarılan kanunlar ve onların uygulamalarıyla başlatılmış ve böylece benimsenmiştir.

Bu gün yapılan uygulamalar ve yasalarda yapılan değişikliklerle 2 Mart 1924 e geri dönmek isteyenler oldukça yol almışlardır. Peki, bizlerin Atatürkçülerin gücü yok mudur? Biz bu karşı devrimcilerle nasıl mücadele edeceğiz?

İşte bu sorunun cevabı 3 Mart 1924 e ve Devrim Kanunlarına sahip çıkmak ve bu kanunların getirdiklerini toplantılarla, makalelerle etkin bir şekilde anlatmak ve karşı devrimcilerin karşı uygulamalarına set çekecek bilgi, beceri ve düşünceleri geliştirmektir. Maalesef bu gün bunların hiç biri yeterince yapılamamaktadır. Yapılanlarda yeterli değildir. Seneye belki diye diye bugünlere geldik. Her geçen günde bir Cumhuriyet kazanımını kaybediyoruz.

1934 yılında İçişleri Bakanı Şükrü Kaya’nın TBMM de yaptığı bir konuşmayı değerlendirmelerinize sunuyorum.

“Devrim yapıldığı zaman onun gösterdiği zorunluluklar izlenmez ve gelişmesine yardım edilmezse, o devrim geri kalır, hatta geriye döner. Devrim geriye döndüğü zaman, Türk toplumunun nasıl bir sonuçla karşılaşacağını tahmin etmek kolaydır. İmparatorluğun kendi eliyle bu millete hazırladığı sonu tekrar hazırlamak demektir. Devrimin emirlerini yapmamak gericiliğe hizmet etmek, gerici olmak demektir.”

Devrim devamlılık gerektirir, devrimde duraklama devrimin sonunu hazırlar ve karşı devrimcilerin istediklerini elde etmesi kaçınılmaz olur.

İnancım odur ki Türk insanı, özellikle Türk Gençliği tüm zorlukları yenerek Atatürkçü Düşünce Sistemini yaşatacak, Atatürk İlke ve Devrimlerine sahip çıkacak, sürdürecek ve Cumhuriyeti bu dincilere karşı devrimcilere teslim etmeyecektir.

Türkiye’nin bundan sonraki imtihanı Karşı Devrime geçiş yapmak isteyenlere yol verip vermeyeceğidir. Türkiye bu sürece direnebilecek midir?

Direnmelidir, direnmek zorundadır. Bizler aynı milli ruha sahip kişiler olarak ülkemizi böldürmemek, laik Cumhuriyetimizi yıktırmamak için çözüm üretmek, mücadele etmek, karşı duruş sergilemek zorundayız.

Aksi takdirde; ATATÜRK’ ün ‘’Efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki Türkiye Cumhuriyeti şeyhler, dervişler, müritler, meczuplar ülkesi olamaz. En doğru yol uygarlık yoludur.” Sözü çocuklarımız ve torunlarımız için sadece bir deyiş olarak kalacaktır.

3 MART 1924 DEVRİM KANUNLARI

429 SAYILI ŞER’İYE (DİN) VE EVKAF (VAKIF) VE ERKAN’I HARBİYE’İ (GENELKURMAY BAŞKANLIĞI) VEKİLLİKLERİNİN KALDIRILMASI:

3 Mart 1924 tarihinde Siirt Milletvekili Halil Hulki ve arkadaşlarının verdiği kanun teklifinin gerekçeleri söyle idi.

“Din ve ordunun siyasal akımlarla ilgili olması birçok bakımdan sakınca taşımaktadır. Bu gerçek, bütün uygar uluslar ve hükümetler tarafından prensip olarak kabul edilmiştir. Bu görüş açısından, yeni bir yasam varlığı sağlamak görevini üstlenen Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda belirtilmiş olan Evkaf Vekâleti ile Erkânı Harbiye-i Umumiye Vekâletinin bulunması uygun olmaz. Seri’ye ve Evkaf Vekâletinin kaldırılarak, bütün vakıfların ulusa intikal etmesi ve ona göre yönetilmesi doğal bir sonuçtur. Sonuç olarak, aşağıdaki tasarının hemen ve ivedi olarak bugün konuşularak yasalaştırılmasını öneririz.”

Gerekçe iki amaca yöneliktir. Birincisi laik devlet uygulamasında dinin devletten soyutlanması ilkesi gereği, din isleri ile ilgili bir kurumun, siyaset dışına çıkarılması, din ve ordunun siyaset dışı bırakılmasıyla, resmi görevli ordu mensuplarının, askeri görev ya da siyasal görev arasında kesin bir tercih yapmalarıdır.

Seri’ye Vekilliği, her türlü din islerini düzenliyor, ayrıca diğer devlet kurumlarınca yapılan her türlü işlemin dine uygun olup olmadığını denetliyordu. Bu yapılan işlem ise din ve dünya islerinin birbirine karıştırılmaması ilkesi olan laikliğe aykırıydı.

Evkaf Vekilliği ise, İslam devletlerinde önemli bir yeri olan vakıfları yönetiyordu. Vakıflara ait cami, mescit, medrese, okul, hastane gibi dini ağırlıklı kurumlar vardı ve bunların siyaseten bir vekilliğe bağlı olması da laikliğe aykırıydı.

Erkânı Harbiye-i Umumiye Vekâleti ise Milli Mücadele esnasında ki görevini tamamlamış, Meclis’te hükümette üniformaları ile görev yapan askerlerin kışlaya dönmeleri veya siyasete sivil olarak devam etmelerini ve askerin siyasetle ilgilenmemesini gerektiriyordu.

429 sayılı yasanın görüşülmesinde % 30 a yakını din adamlarından oluşan 1924 Meclisi, toplum ve devlet islerini yönetmede din kuralları yerine demokratik yasalara dayanan esasları getirerek, din isleri ile devlet islerini birbirinden ayırtmakta hiç bir sakınca görmemiştir. Özellikle yasayı teklif eden Müftü Halil Hulki Efendi ile Adalet Bakanı Seyit Beyin çalışmaları ve konuşmaları çok etkili olmuştur.

Komisyonda bile görüşülmeden kabul edilen 14 maddelik bu yasanın birinci maddesinde belirtilen; “Türkiye Cumhuriyeti’nde, kişiler arası ilişkileri düzenleyen hukuki işlemlere (muamelat-ı nas) ait hükümlerin yasama ve yürütme yetkisi TBMM ile onun oluşturduğu hükümete aittir. İslam dininin bundan başka (muamelat-ı nas’tan başka) inanç ve ibadetlerle ilgili bütün hükümlerinin ve islerinin yürütülmesi ve dini kurumların yönetilmesi için Cumhuriyetin başkentinde bir Diyanet İsleri Başkanlığı makamı kurulmuştur.” Seklindeki hükümlerde, devletin ve toplumun yapılandırılması ve yönetilmesi ile ilgili konularda yasama ve yürütme yetkisinin TBMM ile onun oluşturduğu hükümete ait olduğu belirtilmekte din ve devlet isleri siyasetin birbirinden ayrılarak din politika üstü bir konuma getirilmiştir. Böylece Türkiye Cumhuriyeti’nin laik bir yapıya kavuşması yolunda en büyük adım atılmıştır. Bu yasanın diğer maddeleri ile Seri’ye ve Evkaf Bakanlıkları kaldırılmış, DİB’ lığı Başbakanlığa bağlanmış ve DİB’ lığına ülke içindeki tüm cami, mescit, tekke ve zaviyelerin yönetimi ile imam, hatip, vaiz, müezzin ve kayyımların (vakıf yöneticisi) ve diğer hizmetlilerin atama ve azil yetkisi verilmiş, Müftülükler buraya bağlanmıştır. Vakıf isleri ile uğraşmak üzere Başbakanlığa bağlı bir Genel Müdürlük kurulmuştur. Erkan-ı Harbiye-i Umumiye Vekâleti kaldırılarak görevinde bağımsız Genel Kurmay Başkanlığı kurulmuştur.

Böylece Devletin ana yapısında, din ve siyasetle uğrasan iki bakanlık ortadan kaldırılarak, yalnız yönetim görevleri ile uğrasan iki kurum olarak Başbakanlığa bağlanmış ve laiklik yolunda bir safha daha tamamlamıştır.

430 SAYILI TEVHİDİ TEDRİSAT KANUNU:

Osmanlı Devleti’nin, eğitim sistemi de dinsel idi. Dinsel kurumlar eğitim işlerini düzenlerler devlet bu işlerle meşgul olmazdı. Tanzimat devrine kadar, Devlet, vatandaşın eğitimi ile uğraşmamıştı. Yalnız devlet adamlarını yetiştirmek için kurulmuş Saray Okulu ( Enderun ) mevcuttu. Bunun dışında genç kuşaklar vakıflara bağlı mahalle okullarında, medreselerde eğitilirler, kuran okuma ve yazmadan başka dinsel bilimler okutuluyor müspet bilimlere yer verilmezdi. Öğretmenler din adamları idi ve bilgileri çok kısıtlıydı. Matematik ve Tıp medreseleri yeterli değildi, sadece Tanzimat devriyle birlikte açılan Ortaokul düzeyinde Rüştiye, lise düzeyinde idadi ve sultani okulları açılmasıyla batılılaşma anlamında bir eğitim başladı. Ancak bu okullarında sayısı az ve öğretim kadrosu yetersizdi.
Şer’i ye Vekilliği ve Halifeliğin kaldırılması ile dinsel makamlara bağlı dinsel okulların da kaldırılması ve laik sisteme uygun vatandaşların yetiştirilmesi için eğitim ve öğretimde de laik düzenlemelerin yapılması gerekli idi.

430 sayılı yasa iste bu ihtiyaçtan doğdu ve 3 Mart 1924 tarihinde çıkarıldı. Yasanın gerekçesinde;
“Bir devletin genel kültür ve eğitim politikasında, ulusun duygu ve düşünce bakımından birliğini sağlamak için öğretim birliği en doğru, en bilimsel, en çağdaş ve her yerde yararları ve güzellikleri görülmüş bir ilkedir. 1839 Gülhane Hatt-ı Hümayunu’ndan sonra açılan Tanzimat döneminde Osmanlı Saltanatı’nda öğretim birliğine başlanmak istenmiş ise de bu başarılamamış ve aksine bu konuda bir ikilik bile meydana gelmiştir. Bu ikilik, eğitim ve öğretim birliği açısından birçok kötü sonuçlar doğurmuştur. Bir ulusun bireyleri ancak bir eğitim görebilir. İki türlü eğitim bir ülkede iki türlü insan yetiştirir. Bu ise, duygu, düşünce birliği ile dayanışmayı tamamen yok eder. Yasa önerimizin kabulü halinde Türkiye Cumhuriyeti’nde bilim kurumlarının bağlı olacakları tek makam Milli Eğitim Bakanlığı olacaktır.”

Kanun 7 madde idi ve Türkiye’deki bütün ilim ve öğretim kurumları ile Şer’i ye ve Evkaf Vekilliğince yönetilen tüm medrese ve okullar MEB’ lığına bağlanıyor, MEB’ lığınca, yüksek din uzmanları yetiştirilmek üzere üniversitede bir ilahiyat fakültesi açılacak ve imamet ve hatiplik gibi dini hizmetlerin görülebilmesi için ayrı okullar açılacaktır. Ayrıca Milli Savunma Bakanlığına bağlı olan askeri ortaokul ve liseler de MEB’ lığına bağlanıyordu.

Öğrenim Birliği yasasının çıkarılması ile: Milli bütünlük açısından; Öğretimin birleştirilmesiyle, aynı fikir, aynı düşüncede insanların yetiştirilmesi amaçlanmış, bu surette ülkü birliği ve kültür birliği yolunda güçlü adımlar ve planlamalar yapılmasının önü açılmaya çalışılmış sağlanan birlikle ümmet toplumundan milli, ulus toplumu olmaya yönelmek istenilmiştir.

Laiklik açısından; Okulların MEB’ lığına bağlanması ile medreseler kaldırılmış ve okullarda öğretim laik bir tabana oturtulmaya çalışılmış, çağdaşlaşmanın okuldan başlatılması hedeflenmiştir. Çağdaşlaşmak açısından; Öğretim modernleştirilerek rasyonel düşünceye, bilime giden yolların açılması ve çağdaşlaşma alt yapısının hazırlanması amaçlanmıştır.

Rejimin selameti açısından; Öğretimin birleşmesiyle Cumhuriyet’in geleceği güvence altına alınarak, rejim ve devrim karşıtı güçlerin muhtemel dayanakları ortadan kaldırılmak istenilmiştir.

Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin eğitim ve öğretiminin laikleştirilmesi yönündeki en büyük atılım Öğrenim Birliği Yasasıdır. Bu yasa da ileriki yıllarda bir değişiklik yapılmamıştır ve ilk günkü haliyle yürürlüktedir. Ancak bu gün en fazla delinmek istenilen ve üzerinde oyunların oynandığı ancak hiç dikkate alınmayan bu yasadır. Çünkü bu yasa ile İmam Hatip Okulları kurulmuş ve bu okulları dinci ve sağ partiler arka bahçeleri olarak görmüşler ve eğitimle ilgili yasa ve yönetmeliklerle yaptıkları düzenlemelerle din ve eğitimi hep karşı karşıya getirmişlerdir.

Laiklik karşıtı sistemi savunanların önlerindeki en büyük engel bugün laik liseler de verilen eğitimdir, çünkü kendi düşüncelerinde ki kadroları bu liseler de yetiştirmek zordur onun için bütün liseler İHL gibi olmalıdır ve bunun en kısa yolu da Öğrenim Birliği Yasasını yok etmek veya işlerliğini kısıtlamaktır.

431 SAYILI HALİFELİĞİN KALDIRILMASINA VE OSMANLI HANEDANININ TÜRKİYE TOPRAKLARININ DIŞINA ÇIKARILMASINA DAİR YASA.

1517 Yılından beri Osmanlı ailesinin elinde bulunan “Halifelik” hakkının gerçek anlamını açıklamadan, Atatürk’ün bu konuda yaptığı devrim anlaşılamaz.

Peygamber kurduğu devletin her türlü işlerini kendi yönetiyor, O hem bir dini lider, hem de bir devlet başkanı idi.

Peygamber’in ölümü ile yeni kurulan Arap Devleti başsız kaldı.

O’nun yerine koyduğu esaslara göre, işleri yürütecek birisi gerekti. Bu nedenle, ileri gelen Arap büyükleri toplanarak başlarına Peygamber’in akrabası Ebubekir’i seçtiler. Kendisi O’nun “halefi”, ardından geleni oldu.

Böylece İslam Devleti’nin başkanına “Halife” denildi. Sonrasında Halifeliğin şartı olarak Halifeliğin uzaktan da olsa Peygamber soyundan gelmesi kural haline getirildi.

Peygamberin ölümü ile İslam dininin son Tanrı elçisi olma özelliği de kalktı ve yeni Halifeye sadece Peygamberin yöneticilik vasfı geçmiş dinsel sıfat ise ortadan kalkmıştı.

Böylece Halifelik dinsel değil sadece siyasal bir anlam taşıyordu. Halife İslam Devleti’ni din esaslarına göre yöneten bir devlet başkanı hüviyetine büründü. Daha sonra halife olan Ömer, Osman ve Ali’den sonra Dört Halife Devri sona ermiş ve bu devreden sonra kurulan Emevi ve Abbasi devletlerinde halife, bu kez hükümdar olarak ortaya çıkmıştır.

Ancak halifeler dinsel hiç bir özellikleri bulunmamasına, babadan oğula geçen bir makamın, dinsel kimliği asla söz konusu olamayacağı ve Kuran’da böyle bir makam söz konusu olmamasına rağmen otoritelerini sürdürmek için kendilerine dinsel sıfatlar da yakıştırdılar ve din esaslarına göre idare edilen toplumlardaki halk, halifeyi dinsel bir kişi olarak gördü.

Osmanlı Padişahı Yavuz Sultan Selim 1517’de Mısır’ı alınca orada Mütevekkil adında bir halife buldu. Bu adamı, İslam dünyasının kutsal saydığı ve bu günde korunan “Emaneti Mukaddes” denilen eşyalarla İstanbul’a getirdi ve Halife ölünceye kadar unvanını korudu. Osmanlı padişahları Kureyş soyundan gelmedikleri için bir müddet bu unvanı kendilerine hak görmedikleri için kullanmadılar. Ancak Osmanlı devletinin güçsüzleşmesi ile yurt içinde teokratik bir devletin simgesi ve halk üzerinde dinsel bir baskı aracı ve diğer Arap Devletleri üzerinde söz sahibi olabilmek için bu unvanı şeklen dini güç olarak kullanmaya çalıştılar. Ancak yeterli olamadılar ve dindaş olan Araplar, İngilizlerin yanında yer alarak Halifenin Ordusunu arkadan vurdular. Halifelik makamı saltanat içerisinde padişaha verilmiş bir unvan olarak en son Vahdettin tarafından kullanıldı ve Saltanatın kaldırılması ve kendisinin yurt dışına kaçmasıyla TBBM kararıyla Abdülmecit Efendi Halife ilan edildi.

Ancak son halife olan Abdülmecit’in bir padişah gibi hareket etmesi ve yandaşlarının tekrar saltanat özentisi içinde olmaları Halifeliğin artık laik ve demokratik Cumhuriyet’e giden yolda engel olduğunu meydana çıkarmıştı.

Halifenin, İslam âleminin dinsel bası olması iddiasıyla başka Müslüman ülkelerden destek alması, Türkiye’nin dış ilişkileri bakımından çift başlılığa sebep olabilirdi. Türkiye Cumhuriyeti’nin demokratik ve laik niteliğinin tam anlamıyla gerçekleştirilmesi, korunması ve geliştirilmesi açısından halifeliğin kaldırılması gerekiyordu. İşte 3 Mart 1924 Tarihinde 431 sayılı yasanın aşağıdaki gerekçesi ile halifelik kaldırıldı. “Türkiye Cumhuriyeti içerisinde halifelik makamının bulunması Türkiye’yi iç ve dış politikasında iki baslı olmaktan kurtaramadı. Bağımsızlığında ve milli hayatında ortaklık kabul etmeyen Türkiye’nin görünüşte bile olsa ikiliğe tahammülü yoktur.”

13 maddelik bu yasa ile halifelik kaldırılmış, Osmanlı Saltanat üyelerinin Türkiye’de oturmaları yasaklanarak yurt dışına sürülmüş, vatandaşlık hakları kaldırılmış, Padişah’ın mal ve mülküne el konulmuştur.

Halifeliğin kaldırılması ile Osmanlı Devletinin son kalıntısı ve Cumhuriyet yönetimi için tehlike haline gelmiş halifelik tarihe karıştı. Devrimin siyasal yanının en önemli perdesi de kapanmış oldu.

Ancak bu perde Osmanlı Saltanatı hayranı ve hanedandan siyasi olarak bazı beklentileri olan politikacılar tarafından zaman içerisinde açıldı. Yasanın 2, 3, 4 ve 5’nci maddeleri 1974 tarihinde değiştirilerek hanedanın Türkiye’ye dönebileceklerine, vatandaşlığa alınacaklarına, mal edinebileceklerine karar verildi.

Yorumlar (0)
17
parçalı bulutlu
banner17
Günün Karikatürü Tümü
Günün Anketi Tümü
Bergama İl Olmalı mı?
Bergama İl Olmalı mı?
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 13 35
2. Fenerbahçe 13 32
3. Samsunspor 14 29
4. Eyüpspor 14 23
5. Beşiktaş 13 22
6. Göztepe 13 21
7. Başakşehir 13 19
8. Rizespor 13 19
9. Sivasspor 14 18
10. Konyaspor 14 18
11. Antalyaspor 13 17
12. Trabzonspor 13 15
13. Gaziantep FK 13 15
14. Kasımpasa 13 15
15. Alanyaspor 13 14
16. Kayserispor 13 12
17. Bodrumspor 14 11
18. Hatayspor 13 8
19. A.Demirspor 13 2
Takımlar O P
1. Kocaelispor 14 29
2. Bandırmaspor 14 28
3. Karagümrük 14 27
4. Erzurumspor 14 25
5. Igdir FK 14 22
6. Keçiörengücü 14 21
7. Boluspor 14 21
8. İstanbulspor 14 20
9. Ankaragücü 14 20
10. Ahlatçı Çorum FK 14 20
11. Ümraniye 14 19
12. Gençlerbirliği 14 19
13. Pendikspor 14 19
14. Esenler Erokspor 14 18
15. Şanlıurfaspor 14 18
16. Amed Sportif 14 18
17. Manisa FK 14 17
18. Sakaryaspor 14 17
19. Adanaspor 14 8
20. Yeni Malatyaspor 14 -3
Takımlar O P
1. Liverpool 13 34
2. Arsenal 13 25
3. Chelsea 13 25
4. Brighton 13 23
5. M.City 13 23
6. Nottingham Forest 13 22
7. Tottenham 13 20
8. Brentford 13 20
9. M. United 13 19
10. Fulham 13 19
11. Newcastle 13 19
12. Aston Villa 13 19
13. Bournemouth 13 18
14. West Ham United 13 15
15. Everton 13 11
16. Leicester City 13 10
17. Crystal Palace 13 9
18. Wolves 13 9
19. Ipswich Town 13 9
20. Southampton 13 5
Takımlar O P
1. Barcelona 15 34
2. Real Madrid 14 33
3. Atletico Madrid 15 32
4. Athletic Bilbao 15 26
5. Villarreal 14 26
6. Mallorca 15 24
7. Osasuna 15 23
8. Girona 15 22
9. Real Sociedad 15 21
10. Real Betis 15 20
11. Sevilla 15 19
12. Celta Vigo 15 18
13. Rayo Vallecano 14 16
14. Las Palmas 15 15
15. Leganes 15 15
16. Deportivo Alaves 15 14
17. Getafe 15 13
18. Espanyol 14 13
19. Valencia 13 10
20. Real Valladolid 15 9

Gelişmelerden Haberdar Olun

@