15.07.2024, 09:25

Arafta Düet’in Türküsü

“Söylemezsen olmaz.” diyor Arafta Düet kitabının iki yazarından birisi, “Söylemelisin ve dinlemelisin.”

“Yüzleşmelisin.” diyor yine ikisinden birisi. “Kendinle, yaptıkların ve yapmadıklarınla, toplumla ve sana yapılanlarla. Bir de önyargılarınla…”

Hangisini hangi yazar söylüyor bilmiyoruz. Bilmemiz gerekli mi gereksiz mi diye düşünürken kitaptan bir türkü yükseliyor: “Korkma bağır, olmadı Hızır’ı çağır. Hızır senin kalbindedir. Sen Hızır’sın be güzelim…” Kadife sesli bir türkü bu. Kitabın yazarlarından içeride tutuklu olanı tarafından eşi ve çocukları için yakılmış bir türkü. “Mademki düet yapılıyor, öyleyse biz de hemen yerimizi alalım.” diyerek gizlice girmiş kitabın sayfalarına. İyi ki girmiş, çünkü kitabın okunuş süresince o türküyü dinliyorsunuz. Düetteki diğer türkülerin hepsine baskın çıkmış. Yalnız “bağır” sözcüğünü “konuş” olarak değiştirmiş türkü. Dinledikçe sizin içinizden de konuşmak geliyor. Bir şeyler söyleme ihtiyacı duyuyorsunuz. Hem yüzde yüz katıldığınız satırlarda hem de itiraz etmek istediğiniz cümlelerde. 

Yüz elli beş sayfa boyunca, durmaksızın konuşup o türküyü söylüyor kitap. Yazarlar o türküyle düet yapıyorlar: “Korkma, konuş!”

Kitabın kahramanları da bu sayede birbirleriyle konuşuyor, kendi kendilerine düşünüyor, düşündüklerini ve yaşadıklarını anlatıyor, öfkeleniyor, itiraz ediyor, en önemlisi de birbirlerini dinliyorlar. Konuşuyorlar, konuşuyor. Birbirlerini susturmuyor, birbirlerine saldırmıyor, birbirlerinin üstüne yürümüyor, resmen konuşuyorlar.

Konuşmak bizde olmayan bir şey ya şaşırıyor insan sayfalar boyu akıp giden bu konuşmalara. Dostoyevski kahramanı sanıyorlar kendilerini sanki, dövüşmek varken konuşuyorlar. Vay canına diyorsunuz. Sonra da darısı başımıza diyorsunuz ister istemez. Keşke bizler de konuşabilsek birbirimizle. “Hırt”lık yapmadan ama…

Mümkün mü bu?

Mümkün olmak zorunda.

Zorunda ama ben kitabı okurken, kitabın yazarlarından Selahattin Demirtaş’ın doğup büyüdüğü Diyarbakır’ın Sur ilçesinde, yine saldırıyor birileri. Herkesin gözünün önünde öldürülen Tahir Elçi’nin eşi Türkan Elçi’nin kafesini basıyor pis sakallı birileri. “Burada kadın istemiyoruz!” diye bağırıyorlar. Bir önceki kafe basma olayında bir bekçi ordusu tarafından korunuyorlardı saldırganlar, bu seferkinde de aynı şekilde korundular mı bilinmiyor henüz ama işbaşındaki yetkililer olayı görmezden geliyorlar. Bize de iş başındakilerle “Size burada iş yaptırmayacağız!” diye kafe sahiplerini tehdit edenlerin yan yana yürüdüklerini düşünmek kalıyor kala kala. Hoş zaten iktidar ortakları kendileri. Ve daha dün, Tahir Elçi’nin katillerini aklamış katil korur bir el.  O el bu saldırganları da korur haliyle.  

Dönelim kitaba…

Kitapta adaşıma mı rastladım yoksa resmen kendime mi bilmiyorum. Bir rastlaşma hali oldu… hatta kendi cümlelerime de ara ara… Bazı kitaplarda kendimize rastlıyoruz işte. Kitabın başarısı o rastlaşmaların varlığı ya da yokluğunda zaten. Kitabın içinde kendi hallerimizi, kendi düşüncelerimizi bulup bulmadığımızda.

Bu kitap çok fazla şey söyleyen bir kitap. Yüzyıldır birike birike patlama noktasına gelmiş şeyleri söyleyen… söylemese sanki infilak edecekmiş gibi söyleyen. Birikmiş onca öfkeye, kırgınlığa, hayal kırıklıklarına rağmen yine de yumuşacık söyleyen…

Arafta Düet, söylemenin yanında sorular da soruyor ve sorduruyor.

Örneğin, “Geçmiş hatalarımızla yeterince yüzleştik mi? Ders çıkardık mı?” diye soruyor, öyle satır arasında falan değil, dümdüz soruyor.

“Bir kısırdöngüdeyiz, farkında mısınız?” diye de soruyor sonra. Çok önemli bir cümle bu. Kısırdöngüde olduğumuzun farkında olup olmadığımızı soran bu cümle çok önemli. Vurmalar, öldürmeler bir kısırdöngü. Konuşmak yerine çatışmalar bir kısırdöngü.  Kayyumlar bir kısırdöngü. Terör eylemleri bir kısırdöngü… İşkenceler kısırdöngü…

İşkencecilerin bir gün, işkence ettikleri kişilerle karşılaşabilecekleri ihtimali üstünde de duruyor kitap. Sonrasında olabilecekleri, kitabın kahramanlarından Sinan’ın ağzından, sözcükler halinde ortaya öylece bırakıyor:

“İşkencecisiyle yüzleşmek… Suç… Suçlama… İfşa etme…, Hesap sorma… Cezalandırma… İntikam… Pişmanlık… Affetme… Unutma… Geride bırakma… Sağaltım…”

Travmalarımızın iyileşebilme aşamalarını bildirir gibi, yol gösterir gibi… konuşmak, yüzleşmek, özeleştiri vermek, hesap sormak, belki pişman olmak, belki unutmak, belki iyileşmek gerektiğini anımsatır gibi… Kısırdöngüden çıkmanın yöntemi bu olabilir mi diye sorar gibi…

“Düşünüyorum da” diyor sonra kitap, Sinan’ın iç sesiyle, “Şimdi Ayvaz Dere benden özür dilese, alttan alsa, onu affedebilir miyim?”

Affetmeye de nasıl hazır üstelik.

Kitapta neler olduğunu okuyan görür kuşkusuz da gerçek hayatta bu kişiler birbirleriyle konuşmaya, birbirlerini dinlemeye hazırlar mı acaba? Kafe basanların hazır olmadıkları, asla da olmayacakları görünen bir gerçek ne yazık ki. Saldırmadan var olamayacakları için asla konuşmayacakları da bir gerçek. Tartışıp savunabilecekleri bir fikir yerine ezberlere yaslandıkları için konuşamayacakları da…

Ama işte yine de… Belli mi olur.  Umut…

Okusalar bu kitabı. Okumazlar.

Zaten hiçbir kitap, kendini mutlak okuması gereken asıl kitleye asla ulaşamıyor.

Bazı kitaplar elden ele dolaşıyor. Herkes birbirine öneriyor onları. Herkes okuyor. Herkes pek seviyor. Öyle kitapların ünü dünyayı sarıyor. Kitap, satış rekorları kırıyor. Yine de herkes, herkes olmuyor.

Bazı kitaplar da okuyanlardan kimilerini mutlu ediyor, kimilerini mutsuz. Öyle kitapları, okursa mutsuz olacağını düşündüğünden olsa gerek, pek kimse okumak istemiyor, okuyan da bir diğerine önermiyor. Kitap da haliyle satış rekorları falan kıramıyor. Bir köşede öylece kalıyor, unutulup gidiyor. Böylesi kitapların “Kimse okumaz”ındaki “kimse”, “hiç kimse” demek oluyor.

Bazı kitaplar ise daha yayınlanmadan ortalığı birbirine katıyor.  Kitapseverleri de sevmezleri de harekete geçiriyor. Yazarını peşin peşin beğenenler övmelere doyamıyorlar o kitabı. Okusa kitabın içinde belki kendi ikilemlerini görecek ve kitabı belki de sevebilecek olan bazıları da yazarını sevmediklerinden, tek sayfasını bile okumadan esere düşman kesiliyorlar. Böyle kitapları, okur olduğu söylenenlerin yarısı okuyor, yarısı okumuyor. Kısacası ortalığı birbirine katan kitapların dostu da düşmanı da okuyup göklere çıkaranı da okumadan sataşanı da çok oluyor.

Her kitabın kendince bir kaderi vardır. O kaderi kitaba bazen yazar kendisi çizer, bazen de ilişkileri. Ünlü oluşu olmayışı, iyi tanınışı tanınmayışı, iyimserliği kötümserliği, sosyalliği asosyalliği, ilerici duruşu gerici oluşu, okuru sarıp sarmalayışı, sarsıp sallayışı, tutup duvarlara çarpışı veya mest edip mutluluk sarmalına çekişi falan gibi özellikleriyle yazar çizer.

Yazar dediğimiz kişiler -yazarlık şimdilerde her ne kadar ele ayağa düşmüş görünse de- haklarında konuşulmaya doyulamayan, yaşam biçimleri merak edilen, öldükten sonra bile hayatları didiklenen kişilerdir.

Hele de kitabımız Arafta Düet gibi iki yazarlı -üstelik ünlü iki yazar- bir kitapsa didikleme işlemi iki katına çıkacak demektir.

Biz de mi öyle yapacağız?

Biraz öyle galiba.

Çünkü Arafta Düet’ten söz ediyorsak yazarlarından söz etmemek olmaz.  Ama ne anlatılabilir ki birkaç cümleyle?

Selahattin Demirtaş diye başlasa insan, anlatabilmek için tuğla kalınlığında kim bilir kaç kitap yazması gerekir.

Yiğit Bener diye başlasa keza öyle.

Birbirlerini hiç görmeden kitap yazabilen, biri içeride biri dışarıda tutuklu iki yazarın yazdığı kitaba dönelim biz iyisi mi yine. Boyumuzu aşan işlere girişmeyelim.

Birlikte bir roman yazmak bir mucize bence. Hele de birbirlerini görmeden yazmak. Bu mucizenin yaratıcıları Selahattin Demirtaş’a, Yiğit Bener’e, Dipnot yayınlarına ve emeği geçen herkese teşekkürler.

Hukuk insanı bir politikacıdan bir yazar, bir çizer, bir müzisyen çıkarmayı başaranlara da… hani teşekkür edesi bile geliyor insanın ama o kadar da değil yani!

***

Ortak romanların devamını bekleyeceğiz.

Çünkü çok belli ki bu daha başlangıç.

Arafta Düet, “Korkma, söyle…” diyorken.

Ve söylenecek daha çooook şeyler varken…

Yorumlar (1)
Nimet Erdoğan 6 ay önce
Kitabı okumadım, yazı harika okurken duygulandım, düşündüm anlamadığım bir duygu ağlamak istedim. Aysel hocam kalemine yüreğine sağlık.
17
parçalı bulutlu
banner17
Günün Karikatürü Tümü
Günün Anketi Tümü
Bergama İl Olmalı mı?
Bergama İl Olmalı mı?
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 16 44
2. Fenerbahçe 16 36
3. Samsunspor 16 30
4. Göztepe 16 28
5. Eyüpspor 17 27
6. Beşiktaş 16 26
7. Başakşehir 16 23
8. Gaziantep FK 16 21
9. Antalyaspor 16 21
10. Kasımpasa 16 20
11. Konyaspor 16 20
12. Rizespor 16 20
13. Trabzonspor 16 19
14. Sivasspor 17 19
15. Alanyaspor 16 18
16. Kayserispor 16 15
17. Bodrumspor 16 14
18. Hatayspor 16 9
19. A.Demirspor 16 5
Takımlar O P
1. Kocaelispor 17 35
2. Bandırmaspor 17 33
3. Karagümrük 17 31
4. Erzurumspor 17 29
5. Keçiörengücü 17 27
6. Igdir FK 17 25
7. Amed Sportif 17 25
8. Ahlatçı Çorum FK 17 25
9. İstanbulspor 17 24
10. Ankaragücü 17 24
11. Manisa FK 17 23
12. Pendikspor 17 23
13. Gençlerbirliği 17 23
14. Esenler Erokspor 17 22
15. Boluspor 17 22
16. Ümraniye 17 22
17. Şanlıurfaspor 17 21
18. Sakaryaspor 17 21
19. Adanaspor 17 14
20. Yeni Malatyaspor 17 -3
Takımlar O P
1. Liverpool 16 39
2. Chelsea 17 35
3. Arsenal 17 33
4. Nottingham Forest 17 31
5. Bournemouth 17 28
6. Aston Villa 17 28
7. M.City 17 27
8. Newcastle 17 26
9. Fulham 17 25
10. Brighton 17 25
11. Tottenham 17 23
12. Brentford 17 23
13. M. United 17 22
14. West Ham United 17 20
15. Everton 16 16
16. Crystal Palace 17 16
17. Leicester City 17 14
18. Wolves 17 12
19. Ipswich Town 17 12
20. Southampton 17 6
Takımlar O P
1. Atletico Madrid 18 41
2. Real Madrid 18 40
3. Barcelona 19 38
4. Athletic Bilbao 19 36
5. Villarreal 18 30
6. Mallorca 19 30
7. Real Sociedad 18 25
8. Girona 18 25
9. Real Betis 18 25
10. Osasuna 18 25
11. Celta Vigo 18 24
12. Rayo Vallecano 18 22
13. Las Palmas 18 22
14. Sevilla 18 22
15. Leganes 18 18
16. Deportivo Alaves 18 17
17. Getafe 18 16
18. Espanyol 18 15
19. Valencia 17 12
20. Real Valladolid 18 12

Gelişmelerden Haberdar Olun

@