Chomsky - Rızanın İmalatı, NATO ve Türkiye
Sağcılara göre Türkiye solu, şu anda başarısız bir sınavın içerisinde. "Putin’i yeterince eleştirmiyorsunuz, Putin’i kınamamak için taklalar atıyorsunuz" diyorlar. Sosyalist partilere ait ve gayet de Putin’i eleştiren, onu bir emperyalist ve şovenist ilan eden bildiriler yüzlerine vurulduğunda da "iki tarafa, NATO ve Ukrayna ile Putin’e eşit derecede eğilmiyorsunuz. Önceliğinizin Putin olması gerekmesine rağmen öncelikli hedefiniz NATO. Yani aslında gizli Putincisiniz" diyorlar.
Başından Maraş, Malatya, Çorum, Balgat, 16 Mart, Bahçelievler, Kanlı Pazar, Kanlı 1 Mayıs gibi olaylar geçmiş bir solcu gelenekten NATO’yu paşa paşa kabul etmelerini, eleştirilerinin dışında tutmalarını bekleyecek kadar körler. Son zamanlarda ekranlarda kontrgerillanın varlığını inkar eden profesörler, NATO’nun uyuşturucuyla da savaştığını söyleyen siyaset bilimciler görüyoruz. Bu körlüğe karşı verilebilecek fazla cevap yok. Bu körlüğün kaynağında yatan, onlara bu iddiaları bile ortaya atacak cesareti veren şey ise sorgulanamaz kabul ettikleri bazı yargılar.
Medyada bu yargılardan birisi ön plana çıkıyor; NATO’nun istendiği gibi girilen, istendiği gibi çıkılan, bu kararın demokrasiyle verildiği, ülkeleri terörden ve diğer tehlikelerden koruyan bir "savunma" paktı olduğu yalanı.
Nedir Rızanın İmalatı?
"Ülkeler NATO’ya giriş çıkış kararlarını kendileri verirler" diyorlar NATO’yu savunmaya çalışan çevreler. Bu sözün altında, kitlelerin verdikleri kararı sorgulanamaz kabul eden bir popülizmin yatıp yatmadığını tartışmayacağız. Öyle olsa bile düşündürücü aksi örnekler vardır. Portekiz, NATO’ya Salazar diktatörlüğü altında girmişti. NATO’nun kuruluşu sürecinde kurucu ülkelerden ABD’nin o yıllardaki senatörlerinden biri, adı bugün baskıcılığın eşanlamlısı olarak kullanılan McCarthy’dir. Türkiye, NATO’ya girebilmek için, tarihin en büyük sivil katliamlarından birinin yaşandığı bir savaşa, referandum falan olmaksızın bu katliamı gerçekleştirenlerin saflarında girmek zorunda kalmıştır. Bazı tahminlere göre Kore Savaşı’nda, 1950’den 1953’e kadar süren bombardımanlarda Kore halkının %20’si ölmüştür(1).
Yine de biz bu yazıda daha farklı bir konuya parmak basacağız ki o da şudur; bazen kendi hür irademizle aldığımızı zannettiğimiz kararlar, aslında kendi hür irademizle aldığımız kararlar değildir. Eğitimin, medyanın, geleneklerin etkisi altında aldığımız kararlardır. Doğrudan veya dolaylı olarak bu sonuca çıkan farklı teoriler vardır. İletişim ve medya alanlarının şöhretli okulu olan Annenberg Okulu’nun eski dekanı Gerbner’in "ekme kuramı"’na göre medyaya maruz kalma süremiz arttıkça medyanın gerçekleri, zihnimize bir tohum gibi ekilir. Bu uzun sürede olur, ve zannettiğimizden çok daha derin bir etkidir. Baudrillard’ın simülasyon teorisine göre Batı, toplumlarını kontrol altında tutmak için bir simülasyon üretmiştir ve insanlarını bu simülasyona hapsetmiştir. Körfez savaşını örnek olarak gösterir Baudrillard. Savaş, eşzamanlı olarak CNN tarafından yayınlanırken, ekran ve dolayısıyla bizim için yaratılan simülasyon, gerçekliğimizin yerini almıştı.
Chomsky ve Herman, aynı adı taşıyan kitaplarında "Rızanın İmalatı" ismini verdikleri, benzer bir olguya dikkat çekerler. Peki; Türkiye’nin NATO rızası, nasıl imal edilmişti?
Türkiye'yi NATO'ya Razı Etme Süreci
Yıllarca NATO’ya girişimizin tek nedeninin, Stalin’in Türkiye’den toprak talebi olduğu anlatıldı. Bundan beş yıl önce, tarihçi Behlül Özkan, bu iddiaya kuşkuyla yaklaştı. Makalesine göre Stalin’in toprak talebi, Türkiye’nin SSCB’yle dostluğunun devam edebilmesi talebine karşın, sovyetlerin öne sürdüğü bir koşuldu. 19 Mart 1945’te Sovyet dışişleri bakanı Molotov Ankara’ya, 1925 yılından beri yürürlükte olan Türk-Sovyet Dostluk Anlaşması’nın tek taraflı olarak feshedildiğini iletmişti. Anlaşmanın devam etmesi için maddelerin gözden geçirilmesi gerekiyordu. Türkiye ise dış ilişkilerinde SSCB gibi bir dostu kaybetmek istemiyordu. Anlaşmanın devamı için gerekli koşulların konuşulması adına büyükelçi Sarper ve Molotov bir araya geldiğinde Molotov, anlaşmanın devamı için Rusya’nın Kars’ı ve Ardahan’ı talep ettiğini iletti. Özkan’a göre bu talep, bir tehdit değildi. Nitekim bizim bir isteğimiz karşılığında öne sürülmüştü ve gayet Sovyet dostluğundan feragat ederek bu talepleri reddedip, yolumuza devam etme şansımız vardı. Böyle de yaptık.
Yine Özkan’ın yaptığı alıntılarda İsmet İnönü’nün, Stalin’in talepleri karşısında "O kadar vahim bir vaziyet olmadığını" söylediği, talepler karşısında "tehdit" değil, "teklif" kelimesini kullandığı görülüyor. Fevzi Çakmak da aynı şekilde "telaşa lüzum olmadığını", Celal Bayar ise Türkiye ve SSCB arasında "bir dava mevzuu kalmadığını" yineliyor(2).
NATO’ya Gerçek Giriş Sebebimiz
NATO’ya gerçek giriş sebebimiz ise emperyalist bloğun bir parçası olma çabamızdı. Bu çaba, ilk kez CHP’nin ABD’yle yakınlaşma sürecinde Nihat Erim tarafından söylenmiş, ardından Demokrat Parti’nin diline pelesenk olmuş "Türkiye, küçük Amerika’ya dönüşecek" söyleminde vücut bulur(3). Turgut Özal, ileride bu imkandan faydalanarak Körfez Savaşı’nda NATO’nun yanında yer alıp "bir koyup üç almayı" deneyecekti, başaramadı.
Biz yine de Stalin'in taleplerini bir etken olarak düşünüyoruz ve şu sonuca varıyoruz; Türkiye halkına NATO'ya girmemizi sağlayan etkenlerden yalnızca birinden haberdarız. Diğer etkenlerin ve yüksek siyasetle sermaye sınıfının amaçlarının NATO'ya girişimizi nasıl etkilediği ise nadiren konuşulur. İşte Türkiye'de NATO rızası böyle imal edildi.
-------------
2. https://behlulozkan.com/wp-content/uploads/1945-SSCB-MAKALES%C4%B0.pdf
3. https://www.malumatfurus.org/turkiye-kucuk-amerika-olacak-sozu/
Bergama İl Olmalı mı?
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Galatasaray | 15 | 41 |
2. Fenerbahçe | 16 | 36 |
3. Samsunspor | 16 | 30 |
4. Eyüpspor | 17 | 27 |
5. Beşiktaş | 16 | 26 |
6. Göztepe | 15 | 25 |
7. Başakşehir | 15 | 22 |
8. Gaziantep FK | 16 | 21 |
9. Antalyaspor | 16 | 21 |
10. Konyaspor | 16 | 20 |
11. Rizespor | 15 | 20 |
12. Kasımpasa | 15 | 19 |
13. Sivasspor | 17 | 19 |
14. Alanyaspor | 16 | 18 |
15. Trabzonspor | 15 | 16 |
16. Kayserispor | 15 | 15 |
17. Bodrumspor | 15 | 14 |
18. Hatayspor | 15 | 9 |
19. A.Demirspor | 15 | 5 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Bandırmaspor | 16 | 32 |
2. Kocaelispor | 16 | 32 |
3. Karagümrük | 17 | 31 |
4. Erzurumspor | 17 | 29 |
5. Keçiörengücü | 17 | 27 |
6. Igdir FK | 17 | 25 |
7. İstanbulspor | 17 | 24 |
8. Ahlatçı Çorum FK | 16 | 24 |
9. Ankaragücü | 16 | 23 |
10. Manisa FK | 17 | 23 |
11. Pendikspor | 17 | 23 |
12. Gençlerbirliği | 16 | 23 |
13. Boluspor | 16 | 22 |
14. Ümraniye | 16 | 22 |
15. Amed Sportif | 16 | 22 |
16. Esenler Erokspor | 16 | 21 |
17. Şanlıurfaspor | 17 | 21 |
18. Sakaryaspor | 17 | 21 |
19. Adanaspor | 16 | 11 |
20. Yeni Malatyaspor | 17 | -3 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Liverpool | 15 | 36 |
2. Chelsea | 16 | 34 |
3. Arsenal | 17 | 33 |
4. Nottingham Forest | 17 | 31 |
5. Aston Villa | 17 | 28 |
6. M.City | 17 | 27 |
7. Newcastle | 17 | 26 |
8. Bournemouth | 16 | 25 |
9. Brighton | 17 | 25 |
10. Fulham | 16 | 24 |
11. Tottenham | 16 | 23 |
12. Brentford | 17 | 23 |
13. M. United | 16 | 22 |
14. West Ham United | 17 | 20 |
15. Crystal Palace | 17 | 16 |
16. Everton | 15 | 15 |
17. Leicester City | 16 | 14 |
18. Ipswich Town | 17 | 12 |
19. Wolves | 16 | 9 |
20. Southampton | 16 | 5 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Atletico Madrid | 18 | 41 |
2. Barcelona | 19 | 38 |
3. Real Madrid | 17 | 37 |
4. Athletic Bilbao | 19 | 36 |
5. Mallorca | 19 | 30 |
6. Villarreal | 17 | 27 |
7. Real Sociedad | 18 | 25 |
8. Girona | 18 | 25 |
9. Osasuna | 18 | 25 |
10. Celta Vigo | 18 | 24 |
11. Real Betis | 17 | 24 |
12. Sevilla | 17 | 22 |
13. Rayo Vallecano | 17 | 21 |
14. Las Palmas | 17 | 19 |
15. Leganes | 17 | 18 |
16. Getafe | 18 | 16 |
17. Deportivo Alaves | 17 | 16 |
18. Espanyol | 17 | 15 |
19. Real Valladolid | 18 | 12 |
20. Valencia | 16 | 11 |
Yazdıklarıniza diyecek birşey yok öğreniyoruz. Ancak içerde neden adalet, liyakat, hakkaniyet v.s yok anlayamadığım kısım bu. Yoksa kim yönetirse yönetsin. Bu tespitler doğru olabilir. Ama ülke manen bölündü. İşin bu tarafı da var. İnsanlar korkularından face de yazı yazamıyorlar.
Ömer Devrim Karatop:
Adalet kavramı, sistemin ne olduğu ve kimin hakimiyetinde kurulduğuna bağlıdır, aynı, yargının bağımsızlığı hikayesinde olduğu gibi. Dolayısı ile ne sistemin tam olarak tanımlandığı ne de kimin patron olduğuna karar verildiği bu geçiş döneminde, parasal güç transferleri , el değiştirmeler, devşirmeler, kaynak aktarmalar , rant yaratmalar gibi yoğun bir yağma dönemine ait özelliklere tanık olmaktayız. Rezaletin çok göz önünde olmasının sebebi, eski yağmacılar ile yeni gelenlerin birbirlerini, kamuoyu önünde deşifre etmesidir.
Sistem ve egemeni ile diğer yüzdelikler belirlendiği anda, bu deşifre etme ve ihbar etme ortamı bir anda son bulacak ve biz , adaletin ve düzenin en nihayetinde geldigini sanacağız. Oysa bu durumda da olacak olan , yağmanın bir anlaşma zemininde, payların belirlendiği bir sekliyle organize ve tutarlı olarak devam edeceği; ancak, çatışma bittiği için ortakların , gerçek düzlemden kamuoyunu asla haberdar etmeyeceğidir.
Kiyıda bucakta kalan kırsalın insanlarını dahi toptan kentleştirerek onların dahi farkına varmadıklari bir modernlesme operasyonu yapılıyor. Modernizme ve onunla gelen kurumsal yapılara itiraz ettigini sanan bu büyük muhafazakar kitle, kendi değerleri üzerinden bir sarmalın içinde tutularak, din, gelenek, milliyet gibi aidiyetler eliyle "tüketen" modern kölelik kervanına katılıyorlar. Bu geçiş döneminde kullanışlı olan tarikatçilik ve geleneksel değerler adı altında peydahlanan söylemin bir işlev süresi bir kullanım ömrü var. Zira serbest pazarın dayattığı "bırakınız yapsınlar" durumu ve şartı dengenin de temel şartı olarak baskıcı herhangi bir yapıya izin vermeyecek. Yani bugüne kadar çok gaz verilip şişirilmiş tarikatçı kanalların, çok yakın zaman dilimi içerisinde pasifize edilecegini göreceğiz. Etnik milliyetci ya da mezhepci ya da tarikatçı ayrımcılığın bir anda tedavülden kaldırıldığına tanık olacağız.
Evet kitleleri manen böldüler bu doğru. Ve hatta bunu özellikle yaptılar. Zira genel bir bakışla ve kendi aralarındaki iç koalisyonları hesaba katmadan baktığımızda görünen iki kutup, çıkar ve egemenlik ve yöntem kavgası yaparken cepheye süreceği piyonlarını farklı kafeslere farklı maneviyat kanallarıyla doldurdu. Cephe savaşlarında ruhen ve manen yok olan kitle biziz. Pazarın sahipleri , pazarın malları olan bizlerin bu travmalar içinde yok oluşumuzu zerre kadar umursamıyorlar. Bir iki sene sonra kurulacak olan denge içerisindeki yüzdeliklerinin belirlendiği bu çatışma ortamını medya yoluyla besliyor ve yanyana olan köşklerinden bize bakıyorlar.
Korkutulan, öfkelendirilen ve çaresiz bırakılan kitlelerin yaşadığı bu travma, onların çaresizlik sendromu içinde, gösterilen kafeslere koşmalarını sağlıyor.
Ve evet korkuyor insanlar zira içerisine dolduruldugumuz bu nihil kuyusunda önünü göremez ve ne olup bittiğini tanımlayamaz durumdalar.
Demogoji, popülizm ve hamasetin perdelediği bu karanlık kuyuda korkuyorlar.
Bunu da bilerek ve isteyerek yaptılar. Çünkü korkan insan panik halinde ilk gördüğü ve çıkış sandığı ışığa koşuyor. Okyanusun derinlerinde yaşayan ve alnından sarkıttığı ışık ile avlanan büyük sivri dişli avcının midesinde bitiyor oysa filmin sonu. Kurgu müthiş yapıldı. Ve bu kurguyu idrak etmeden de örümceğin ağından kurtuluş yok. Muhalefet organizasyonları da bu kurguya dair kafeslerdir.
Değişimi tetikleyen bilgi teknolojileri ve onların hareketinin etkisiyle şekillenen pazara dair ekonomik modellemelerin değişime geçmesi, dolayısı ile model sahibi patronların hamleleri var. Bütün bunların ilk vurdugu yer kişinin algısı. Bunu deforme ederek toplumsal yapıya müdahale ediliyor ve toplumsal değerler yeniden formatlanıyor. Çünkü her alt yapısal ekonomik model, kendisine uygun kurumsal yapıyı kurarken ona uygun toplumsal yapıyı, insanı şekillendirerek organize ediyor. Yani kurguya dair her değişim, insanın algısının manipule edilmesiyle başlıyor.
Direnişin de başlayabileceği yegane yer kendimiziz aslında. Verilen standartların dışında düşünmeye, bilgilenmeye başladıkça değişecek olan zihniyetimizi , toplumsal bir zihniyet dönüşümüne katkı veren bir silaha dönüştürebiliriz.
Verilebilecek yegane mücadele ve çıkış burada gizli. Bir arada yaşama kültürü ve halk faydası taraftarlığı bilinci etrafında oluşturulacak bir vatandaşlık tasarımı.
Bu vatandaşlık bilincinin ortaya çıkaracağı muhalefet işte, sistemin taarruzu karşısında bize nefes alanları sağlar. Nefes beynimizi ve ruhumuzu özgürleştirir. Ve gerçekten o gün seçim ve sonuç bağlamında bir gücü ifade edebiliriz. Farkındalık korkuyu yok eder.
Umut etmek, farkına vardığımızda başlayan bir süreç. Gerisi boşa kürek çekmek ya da havanda su dövmek gibi. Boş.