Rıza Aydın’ın; 'farkı fark etmek bilinçtir' söylemi üzerine...
Yeni değil ancak son dönem siyasetinde esen rüzgarların etkisiyle kulaklara fısıldanır olan: Kürdün milliyetçisi de Türkün milliyetçisi de, sinnüsi de alevisi de solcusu da sağcısı da taviz verecek yeniden bir pota içinde kaynaşılacak umudu, her ne kadar barışçı yanı olsa da zaaflarıyla yol alıyor. Daha aleviler Aleviliklerinin yol konusunda tamamlamaları gereken sürek üzerinde bir noktada buluşup yolun yolcusu olmak (içsel tartışmaları bitirmek değil de) ufku belirginleştirmek adına yapılması gerekenleri eşit yurttaşlık adına yapacak olduktan sonra belki taviz vererek ortak potada buluşmayı düşünebilirler. Kürtler açısından da geri bıraktırılmışlığın yarattığı ezilmişliği bir nebze sırtlarından atabildikten sonra, hâlâ ortalıkta avaz avaz bağıranların terörle her Kürdü eşleştirilmesi artık geçer akçe olmadığı zaman düşünecekleri bir ortak pota bilinci hayat bulacak sanıyorum.
Bildiğimiz üzere aleviler yol bir sürek bin bir anlayışıyla iç farklılıkları böyle ifade eder ve hoş görürler. Bu yok edilmek, asimile edilmek ve zulmün, katliamların gölgesinde geçen bir ömrün tek bir çizgide Aleviliğin yaşanmasını olanaksız kılmıştır. Nerdeyse Alevileri Türk saymayan bir ırkçı faşist anlayış ortalığı kaplamış, hoşnutsuzluk tohumları ekmiştir. Tarih çarpıtılmış, olan değil olmayan üzerinden tarih örgüsü kurgulanmıştır.
Şimdi bir çabayla, bilinçle Alevilik ve Alevilerin Türkmen kimliği, Şah İsmail’în Türk oluşu, Mevlana’nın Şemsten sonra Aleviliğe yönelmesi, Akkoyunlular ile başlayan Türkmen devletleşme çabalarını araştırıp, çarpıtılmışı ne kadar doğrultabilirim inancıyla diliyle, bilge bir aydın Rıza AYDIN’ın yazılarından bazılarını başlıklar ve maddeler halinde aşağıya aktarıyorum:
FARKI FARK ETMEK BİLİNÇTİR ..
Bu söz daha önce söylenip, patenti alınmamışsa, bana ait olsun isterim.
Farkı fark etmek bilinçtir sözü ile sabah sabah ne demek mi istiyorum?
Çocukluğumuzun geçtiği köyde, kelimenin gerçek anlamında bize bir Alevilik dersi, Alevilik eğitimi verilmedi ama sonradan yaşadıkça başka yerleri gördükçe bizim Alevice bir yaşamız olduğunu gördükçe bilinçlendik. Biz Aleviliği derste öğrenmedik ama köyde Alevice yaşadığımız, hayatta gördüklerimizle şehirde Sünni kültürünü gördükçe farkı fark ederek, bilinçlenmeye başladık.
Benim bu farkı ilk fark edişim, ortaokulda ki arkadaşımın abisinin düğünü için bir Sünni köyüne gidince başladım.
Ortaokul son sınıfta arkadaşım Ali Dönmez’in abisinin düğünü vardı. Sanıyorum Aladağ’ın bir Sünni köyünden gelin getireceklerdi, beni de davet etti düğüne gittim.
Kış günü hava soğuk. Büyükçe bir köy. Köye vardık ama bir tanıdığımız yok, kimse yüzümüze bakmıyor; dışarda kaldık, gidip bir boş ahırda sabahladık. Burada görüp yaşadıklarımı bizim köyde, bizim yörede olanlarla kıyaslamaya başladım. Bizim köylerde ki düşün geleneğini düşündüm. Oğulları kızları evlenme çağına gelen aileler bunların kendi köylerinden ya da başka bir köyden birini beğenip evlenmesini isterler. Mesela babalar bir köye bir yakının düğüne gideceği zaman kızların düğüne götürür ki kızı görünsün tanınsın dünürcüleri gelsin diye.
Bizim köyde de bizim yörenin Alevi köylerinde de “Kıza bakma geleneği” vardır. Yetişkin kızı olanlara, başka köyden gençler kıza bakmaya gelirler. Bu açık aleni olur; filan köyden filanın oğlu, filanın kızına bakmaya geldi denir.
Başka köyden kıza bakmaya gelen genç, çoğunlukla bir tanıdığının evine gelir. Köydeki o tanıdığı ile o kızın evine giderler, kız misafirlere hoş geldiniz der, sofra kurar ya da çay getirir. Bundan sonra da oğlanın ailesi kıza dünürcü gelir. Kıza sorarlar. Kız babam ya da anam bilir derse; bu şu anlama gelir: ben oğlanı beğendim, babam sorsun soruşturdun beni münasip görürse beni versin demiş olur. Bunun üzerine söz kesilip, nişan yapılarak düğün hazırlıklarına başlanır.
Bizim köyde bir düğün olacağı zaman, oğlan evi bir “Danışık yemeği” verirdi. Danışık yemeğine her evden bir kişi katılır; bu aksaçlılar meclisi gibi bir havaya bürünürdü.
Hazırlıklarını tamamlayan düğün sahipleri, komşular biz hazırlandık, hayırlı bir işimiz var, oğlumuz filan İle kızımız filanın düğününü yapacağız, düğün bizim değil sizin bunu nasıl yapalım derlerdi.
Köyde iki şey, düğün İle ölüm köylünün ortak sorunuydu.
O köy meclisi ya da ihtiyarlar meclisi havasındaki “danışık yemeğinde” önce “düğün kahyası” seçilir. Düğün kahyası düğünün her gidişinden sorumlu olur, düğün boyunca damat onun evinde, Konak döşeğinde oturur. Sonra düğünün günü, düğün süresi saptanır. Sonra düğünde güreş olup olmayacağı, olacaksa pehlivanlara verilecek töre belirlenir. Bundan sonra sıra hangi köylerin okunacağına gelir; köyleri okuyacak ohuyuntucular (ohuyuntucunun başka bir adı var mıydı bilmiyorum) belirlenirdi.
Ohuyuntuyu götürüp, o köyü davet edecek okuyuntucu burada alınan kararları gittiği köylüye bildirirdi; özellikle pehlivanlara verilecek “sacıyı” söylerdi.
Köylere okuyuntu götüren kişi, o köylerden gelecek olan misafirin sorumluluğunu da alırdı. Başka köylerden köye gelen düğüncüler, önde bayrak arkada davul zurna eşliğinde karşılanıp, yanda getirdikleri saçıları ile beraber, düğün kahyasının evine, bağın başına (damat adayının yanına) getirilirdi. Kahveci, konuğa bir kahve getirir; bundan sonra o misafirin konaklama işi çözülürdü. Eğer gelen konuğun köyde bir ahbabı, eşi dostu varsa, onu o ahbabı gelip, misafir götürürdü, yoksa o konuğu misafir etme işini okuyuntucu üslenirdi. Okuyuntucu konuğu ya kendi misafir eder, ya da birine verirdi. Mesela konuk, saz çalışıyorsa derdi ki, “aşık, aşığımız sana yakışır bu aşığımızı sen konuk et” der böylece hiçbir misafir dışarda kalmazdı. Biz gençler o düğünde dışarda kalmıştık. Ben, yaşam farklarını fark etmeye buradan başladım haaa dedim kendi kendime demekki orada öyle burada böyleymiş dedim. Farkı fark etmek bir bilinçtir.
Kız üstüne giderken, gelini alıp gelecek yengeler olurdu. Bu bir gün öncesinden, davul zurna eşliğinde toplanırdı; bu yengeleri onere etme töreni gibi bir şeydi. Kızüstüne giden Yengeleri de, o köyün kızları sahiplenip, onlar misafir ederdi. Düğününe gittiğimiz o köyde böylesi hiçbir gelenek yoktu. Biz koca köyde dışarda kaldık. Hakikatin ayrıntıda olduğunu o gün anlayıp, ayrıntıya dikkat eder oldum.
Sonra Niğde cezaevine düştüm. Niğde cezaevi, devletin iflah olmaz olarak gördüğü, kalburüstü solcuların toplandığı bir yerdi; hayatımın en büyük şansının Niğde Cezaevine düşmem olduğunu düşünürüm. Sol kültürün kalburüstü kesimi vardı. O ortamdan çok şey öğrendim.
Hem Niğde cezaevinde hem de hayatımın diğer süreçlerinden tanıdığım sosyalist hareketin önderlerinin Aleviliği incelemediğini, üstünkörü olarak Aleviliği Şiiliğin bir versiyonu olarak düşündüklerini gördüm; bu yüzden bu solcu kadrolar, Alevi türkülerini bile anlayamıyorlardı; Mesela Zeki Mürenin söylediği, Kul Himmetin, “Sabahın Seher vaktinde Ali’yi gördüm Ali’yi” deyişini dinletip, bu Alevi türküsü ne diyor deyin hiçbir sosyalist Önder bunu çözemez çözümleyip anlatamaz. Halkının türkülerine, halkın duygularına yabancı, onları anlayamayan bir sol, halkla ne kadar bütünleşe bilir ki?
Hani bunları derken, sol önderler bunları bilselerdi, halkla bütünleşselerdi, 12 Eylül yenilgisi olmazdı demiyorum, bunu demem ama burada bir sorun vardı diyorum.
Şimdi beni eleştirmenin dayanılmaz cazibesine kapılan kimi arkadaşlar, “Rıza sosyalist önderler Aleviliği bilmedikleri için solun yenildiğini söylüyor” derlerse ki benim sözlerimi böyle anlayanlar olmuş, bu fevkalade yanlış; ben böyle bir şey demiyorum. Ben diyorum ki bu eksiklik olmasa daha iyi olurdu diyorum.
Benim çocukluğum, gençliğim, Aleviler içinde, sazlı, sözlü, dem alınarak yapılan muhabbetler içinde geçti, böylesi ortamlar da büyüdüm. Orada güzel bir söz söylemek sanattı. Yunus Emre, “sen bir söz söyle ki meleklerde bilmez ola” demişti, Hatayi, “pişir pişir söyle sözü arasında ham bulunur” diyordu. İrfan mektebi gibi olan, bu muhabbet meclislerinde yetişen biri olarak, sol içi tartışmaları gördüm, içine katıldım. Bizim sol içi tartışmalarımızda karşısındakine bir söz “geçirmek” ince işlerdi, bunların marifetini gördüm. Bu tartışmaların çoğunun sonunda “hır” çıkıyordu. Şimdi yaşım kemelete erince, geriye doğru bakınca, keşke diyorum keşke, solcular böylesi tartışmalar yapmak yerine, Aleviler gibi muhabbet eyleme geleceğini sürdürselerdi dediğim oluyor; ben böyle deyince de, “ham ervahtan” kimi arkadaşlar benim, solcular Alevi olsaydı dediğimi sanıp öyle anlamışlar. Yok be kardeşim yok, ben böyle bir şey demiyorum, demem de, benim kimsenin Alevi olmasını istediğim falan da yok ama farkı fark edin burada bir güzellik var diyorum hepsi bu kadar. Masumum anlaşılmadığımı düşünüp buna üzülüyorum
Hünkâr demiş ki derler, “Derya ne kadar geniş olursa olsun, herkes kabı kadar alır demiş” derler. Ben ne dersem deyim herkes kabı kadar alıyor; ben bunu da gördüm. Babam oğlum kabın dar kabını geliştirip genişletmeye çalış derdi; bizim kabımız dar.
“insanlar, düşündükleri gibi yaşamazlar tam tersine yaşadıkları gibi düşünürler.”
Köleci bir toplumda yaşamamış olanlarla, köleci bir toplumda yaşayanlar hiçbir sözü, hiçbir kavramı aynı şekilde düşünemezler.
Deylemistan da yaşayan Deylemiler ile Horasan ülkesinde yaşayan Oğuz Türkmenleri de köleliği bilmeyen, kısmen eşitlikçi guruplar olarak yaşayan toplumlarmış.
Dün de bu günde, Alevilik toplumsal olarak, baskıcı iktidarların karşısında muhalif olanların tümünü kapsar. Bunların içinde Şii ya da Ceferi denilen kesimler ile Enel Hak diyen kesimler birlikte bulunurlar, birlikte bulunmuşlar ama Enel Hak diyen tarihte Işık insanları, Işıkçı, Kızılbaş denilen Aleviler, toplumsal muhalefet hareketi içinde beraber oldukları – dışardan bakınca, bir gibi göründükleri Şiilerden, Caferilerden ayrıdırlar. Farkı fark etmek bilinçli olmanın bir gereğidir. Men aref sırrına ermek, kendi kendimizi bilmek, bunların farkına varmayı gerektirir.
MUHARREM SOHBETLERİ
Muharrem ayı Aleviler için hem Matem ayıdır hem de muhabbet ayı. Dünyada Alevilerden başka muhabbet ayı olan başka bir topluluk daha var mı bilmiyorum.
Muhabbet canlı bir organizma gibidir. Muhabbette her kişi usulüne uygun destur alıp, aklına takılan soruyu sorarak o konuda muhabbet edilmesini isteyebilir. Alevi eğitiminin temeli muhabbet cemidir; Aleviler üç canın bir olup muhabbet etmesine de Cem derler, “üç can bir Cem” sözü buradan çıkmıştır. Alevilikte muhabbetin yeri büyüktür bunun için Nesimi, “Gerçek aslımız sorarsan biz muhabbet geliriz, kaptan kaba süzülürüz aşk ile hasıl oluruz” diyor.
Bu yılki Muharrem sohbetlerinde Anadolu’daki Alevi hareketinin tarihi içindeki gelişim sürecini konuşalım istiyorum; destur olursa önerim bu.
Her inanç yaşadığı coğrafyadaki tarihi olaylar içinde kendi kendini var eder; hem tarihten etkilenir hem de tarihi etkiler.
Bu gün Anadolu tarihinin gelişimi içinde bir yolculuk yapar gibi Aleviliğin gelişim sürecini izleyerek muhabbetimizi sürdürelim istiyorum.
Alevilerin Anadolu tarihi içinde bariz alarak ilk görülmeleri 1239’da başlayıp 1240’da bastırılan Babayi hurucudur.
Baba İshak ile Baba İlyas önderliğinde başlayan Babayi eylemi bastırılınca, Babayi hareketinden sağ kalanlar Selçuklu Devletince aranmaya başlıyorlar. Bu dönemde Babayi isyanından sağ kalanlar kendilerini gizleyerek yaşıyorlar; Hacı Bektaş’ın bu gün “Delikli taş” diye bilinen mağara civarında yaşadığı dönem bu dönem. “Gayip erenler” tabiri sanırım bu günlerin ürünü olarak çıkıyor; Kimlikleri ayan beyan kimliği bilinmeyenler sözü bu günlerde doğmuş olmalı. İşte tam bu sırada, Anadolu’ya Moğol akınları başlıyor. 1243’de yapılan Kösedağ savaşında Moğollar Selçuklu devletini ezip geçiyor.
“Serçeşmenin Savunması Pir Hamdullah Çelebi” adıyla yayınladığımız kitabında Hamdullah Çelebi, Selçuk’unun Babailere zulmü arttığı İçin, Barak Baba gidip Moğolları yardıma çağırdı diyor; bu tarihi tez sadece bu kitapta var. Bence bu tez bütün tarihi yeniden yorumlamamıza yol açacak bir tezdir.
Kösedağ savaşında yenilen Selçuklu ülkesini Moğollar istila etmeye başlayınca Selçuklu Devletinin uç boylarındaki Türk oymakları beylikler kurmaya başlıyorlar; Türk töresinde bir beyin, hutbe okutup, sikke bastırması devlet olduğunu ilan etmek anlamına geliyor. Böylece Anadolu’da Türkmen beylikleri kuruluyor.
Anadolu’da bu süreç yaşanırken Anadolu’yu doğrudan etkileyen bir gelişmede Mısır’da yaşanıyor; 1250’de Mısır ordusundaki bir nevi paralı asker, bir nevide köle konumundaki Türkmen askerler, isyan edip, Devleti ele geçirerek, “Memlüklüler” ya da “Kölemenler” adıyla bilinen Devleti kürüyorlar; bu Devletin asıl adına: “Et devlet et Türkiye” diyorlar.
Memlukluların kuzey sınırı, Tarsus ile Elbistan’a kadar uzanıyor. Dulkadiroğlu Beyliği ile Ramazanoğlu Beyliği de, Memluklular Devletine bağlı olarak kuruluyorlar.
Dağılmaya başlayan Selçuklu coğrafyasında, beylikler kurulmaya başlayınca, Selçuklu Devletince aranmakta olan Babayiler de rahatlayıp, yeniden toparlanmaya başlıyorlar; bu anlamda Moğolların Selçuklu devletini yenmesi Babai isyanına katılan dervişlerle Babai isyanına katılan oymakları Selçuklu baskısından kurtarıyor. İşte Hacı Bektaş Velayet Namesi Babai’lerin Hacı Bektaş etrafında nasıl birlik sağlandığını anlatır. Ben “Ihtırıcı” başlıklı yazımda bu süreci anlatmıştım.
Burada sorulması gereken soru şu: Babai isyanından sonra, Selçuklu Devletinin Babai isyanına katılan Oymaklar ile Babai isyanına katılan dervişleri Selçuklu Zulmünden kurtaran Moğol istilasına Babai dervişleri, Türkmen oymakları niye karşı çıksınlar. Nasıl ki Timur, Türkmenleri yurtlarını işgal eden Osmanlı zulmünden kurtardıysa burada da Moğollar aynı işlevi yapıyor. 1243’de Kösedağ Savaşını kazanan Moğollar, Babai isyanından arta kalan Babalıları Selçuklu zulmünden kurtarıyor.
Hacı Bektaş Velayet Namesinde Hacı Bektaşın lakabının bu dönemde “Ihtırıcı konduğunu” yazar; Hacı Bektaş “Ihtırıcı” diye anılmaya başlanır. Ihtırmak kişileri bir yere toplayıp, örgütleme anlamına geliyor.
O dönemde Ihtırımcı diye anılan Hacı Bektaşın etrafında birlik olan Babayi isyanından sağ kalanlar, Hacı Bektaş Dergâhını kurup, onun çatısı altında birliklerini sağlıyorlar. “Bir olalım, iri olalım, diri olalım” sözü o günlerin bir ürünü. Bunun için Hacı Bektaş Dergâhı “Serçeşme” diye anılıyor.
Bu süreçte Anadolu’da kurulan Türkmen beylikleri, kendi içlerinde de mücadeleyede başlıyorlar.
Aslında Beylik densede birer devlet statüsünde olan bu Beyliklerin tümünde Babayilerin hem katkısı hemde etkisi var; bu anlamda 1300 yıllarından Sonra kurulan Osmanlı beyliğinin oluşmasında da bu etkinin olması normal; burada abartılacak hiç bir şey yok.
Burada dikkatinizi çekmek istediğim bir nokta şu: Vileyet Namede Hacı Bektaş'ın "Rum ülkesine Türkmen içinde Zülkadirli ilinde Bozok'tan girdi" diye ifade edilir. (Hacı Bektaş -İbrahim'i Hacı bölümüne bakınız)
O zaman Dulkadirli ülkesi Memluklu devletinin himayesi altında ya da şöyle diyelim onların himayesinde oluşuyor.
Hacı Bektaş, Serçeşmemiz olan Dergâhını Dulkadiroğlu oymağının etkin olduğu coğrafya içine oluşturuyor.
Hacı Bektaş'a, Dergâhın yerinin değiştirilmesi üç defa öneriliyor üçünü de reddediyor (bakınız Velayet name Hırkadağı bölümü).
Hacı Bektaş 1272 ya da 1273 de bu dünyadan göçüyor yani ölüyor. Hacı Bektaştan sonra, Hacı Bektaş’ın yerine vasiyeti gereği, Hızır Lele Civan geçiyor; Hacı Bektaş’ın Saru İsmail’e söylediği vasiyetinde, “benim yerime Fatma ananın oğlu Hızır Lale Civan geçsin” diyor.
Hacı Bektaşın dünyadan göçmesinden Sonra, Kızıldeli adıyla bilinen Hızır Lale Civan İle Abdal Musa, Bulgaristan’ın Dimitoka bölgesinde Kızıldeli Dergâhını kürüyorlar.
Abdal Musa, Kızıldeli Dergâhı kurulduktan Sonra, Teke Beyliğine gelip, bu günkü Antalya civarında Abdal Musa Dergâhını kürüyor. Bu üçüncü Dergâhımız oluyor.
Abdal Musa Dergâhından sonra da, Abdal Musa’dan el alan Kaygusuz Abdal, yanındaki 40 Derviş’le beraber Kahire’ye gidip, “Kasrul Ayn Dergâhı” diye anılan, Mukaddem dağındaki dördüncü Dergâhımızı kürüyor.
Kaygusuz Alevi Edebiyatının kurucusu kabul ediliyor, çağının en yetkin kişisi. Kaygusuz Abdal’ın 1420’den sonra 1444’de öldüğü kabul ediliyor.
Âşık Veli, Zülfü Livaneli’nin de söylediği için çok bilinen deyişinde: “Velim aydur, dört Dergâhtan evveli, Pirim Hünkar Hacı Bektaşi Veli” diyor. Bu yolda bu dört Dergâha özel bir önem atfediliyor.
Dikkat ederseniz Alevilerin bu dergâhlarının dördüde, Osman Oğulları hanedanlığının dışında kuruluyor. Kuruluş sürecinde Dergâhların Osmanlı Beyliği ile hiçbir bağı ya da ilişkisi yok. Bunun için Ömer Lütfi Barkan gibi kimi yazarların, “Kolonizatör Türk Dervişler” diye kitaplar ya da yazılar yazıp, Alevi dervişleri Osmanlı’nın öncü kuvveti, onun ajanları gibi göstermesi külliyen yanlıştır. Bu dervişler inanç abideleridir, her hangi bir devletin öncü gücü ya da ajanı değil.
Bu tarihsel süreçte yol alarak yolculuğumuzu sürdürelim.
Bu süreçte, Osmanlı Beyliği, Bizans kralı ile Sırp kralı başta olmak üzere Avrupa Beyleri ile ittifaklar kurarak Rum diyarındaki bu Türkmen beyliklerini işgal edip ilhak etmeye başlıyor.
İşte bu gelişmelerin üzerine, Yurtları - ülkeleri Osmanlılar' tarafından ilhak edilen Türkmen devletlerinin önderleri, kurtarıcı olarak Timur'a başvuruyorlar. Karaman oğlu Mehmet Bey’in yazdığı mektup ile Timur'un haki payına gidiyorlar.
Sonuç olarak Timur, Osmanlılar tarafından ülkeleri işgal edilen Türkmen devletlerinin (beyliklerinin) daveti üzere, Yıldırım Beyazıd'dan bu beylikleri kurtarmak için Osmanlı'ya savaş açıp Rum diyarına yürüyor.
1402'deki Ankara savaşında Beyazıd'ın etrafında Sırp kıralı ile Bizans Prensinden oluşan bir Balkan federasyonu oluşurken, Timur'un etrafında da Türkmen Cephesi oluşuyor.
Savaş anında da Osmalı ordusunda bulunan Türkmen askerlerinin, Timur'un safına geçmesi sonucu Ankara savaşını Timur kazanıyor; bu halin anlaşılması için Machiavelli’yi okumak gerekiyor.
Timur'un Urum diyarı denilen Anadolu'ya gelişinde ona en büyük yardımı, öncülüğü Akkoyunlu federasyonunun temsilcisi olan Uzun Hasan'ın dedesi meşhur Kara Yülük Osman Bey yaptığı için, Tımur Diyarbekir ülkesini Karakoyunlulardan alıp, Akkoyunlulara veriyor (bakınız Walter Hınz, Şeyh Cüneyd ve Uzun Hasan kitabı). Diyar’ı Bekr o zaman bir ülke başşehri Tiğran, bu günkü Diyarbakır’ın adı o zaman Kara Amid.
Ankara savaşını kazanan Timur, Türkmen beylerine verdiği sözü tutup, bu devletleri kendi yerleri olan bölgelerde tekrar kurdurup gidiyor. Dukas, Şikarı, Aşıkpaşa, Hadidi, Vb bütün tarihçiler bu tarihi aynen böyle anlatıyorlar, isteyen oralara bakabilir. (“Anadolu Tarihinin Gizlenen Yanı” adlı kitabım ile “Çelebiler Zamanı” adlı kitaplarımda bu konu ayrıntılı olarak anlatılıyor). Ayrıca belirtmeliyim ki, Timur Anadolu’dan gitmeden evvel, İzmir’i de Rodos şövalyelerinden alıp, Aydınoğlularına veriyor.
Timur, Ankara savaşından sonra Anadolu’dan giderken, Erdebil’de Safevi Dergahının Şeyhi, Şeyh Ali Baba ile görüşüyor. Şeyh Ali babadan çok etkilenen Timur, Şeh Ali’nin isteği üzere Osmanlı’dan aldığı kimi kaynaklarda 30 bin, kimi kaynaklarda da 40 bin diye geçen savaş esirini Safevi Dergahına bağışlıyor. O dönemde nüfus çok az, birçok ilin nüfusunun beş bini geçmediğini düşünürsek bu sayı muazzam bir şey.
Timur’un bağışladığı bu esirleri, Safevi dervişleri “rahleyi tedrisattan geçirip” yani eğitip, herkesi eski yurtlarına yani Anadoluya gönderiyorlar. Anadolu’ya gelen bu kişiler, kendi çocuklarını da eğitim için Erdebil Dergahına gönderiyor. Bunlar Safevi Dergahının Anadolu’daki taraftarları olup, Safeviler’in çalışmalarını yürütüyorlar. Anadoluda Şah İsmail Safevi Devletini kurunca, onun destekleyicilerinin bir kısmı Timur’un Safevi dergahına bağışladığı bu savaş esirlerinin çocuklarıdır; bu süreç iyi bilinmezse Anadolu’daki Safevi etkisi anlaşılamaz. Bunlar Safevi Devleti kurulunca, Şaha gidelim diye Anadolu’da bulundukları yerlerden göçüp, Safevi ülkesine gitmeye başlıyorlar; Şaha gidelim tabirinin tarihi anlamı bu.
Safeviler’in yani Şah İsmail’in Anadolu’daki etkisini anlamak için burada şu ayrıntıyı da söylemem gerekiyor. Akkoyunlu sultanı Uzun Hasan, Safevi Şeyhi, Şah İsmail’in dedesi Şeyh Cüneyd’i Akkoyunlu devletinin başşehri olan Diyarbakır’a davet edip, onu bacısı ile evlendiriyor.
Şeyh Cüneyd ile Uzun Hasan’ın bacısı Hatice hatunun evliliğinden Şeyh Haydar dünyaya geliyor. Şeyh Haydar Safevi Tarikatının taraftarlarına 12 dilimli, “Tacı Haydar” denilen Kırmızı börk giydirdiği için, bundan sonra bunlara “Kızılbaşlar” deniyor; Kızılbaş tabiri buradan çıkıyor.
Uzun Hasan, bacısınında oğlu olan Şeyh Haydarı kızı İle evlendiriyor. Bu evlilikten de, Yar Ali, Şeyh İbrahim ile Şah İsmail dünyaya geliyorlar.
Uzun Hasan ölünce, Uzun Hasan’ın oğulları arasında çıkan taht kavgası sırasında Uzun Hasan’ın oğulları birbirlerini öldürüyor, bunun üzerine Akkoyunlu Devletinde ileri gelen Kızılbaş oymakları, Erzincan’ın “Saru Yayla” denen bölgesinde düzenleledikleri kurultayda, Uzun Hasan’ın kızınınında oğlu olan Şah İsmail’in etrafında birleşip, “Kızılbaş Safevi Devletini” kuruyorlar. Bu tarihi süreçleri bir bütün olarak görmezsek, tarih anlaşılamaz deyip başka bir baba geçiyorum.
Safevi Devleti kurulunca, Safevi taraftarı olan Kızılbaşlar “Şaha gidelim” deyip, buradan göçüp, oraya gidiyorlar.
Ankara Savaşında Türkmen'lerin Timur'u desteklemesi sonucu yıkılan Osmanlı devleti on ya da on bir yıl sonra tekrar oluşuyor; buna ikinci Osmanlı Devleti demek gerek.
Osmanlı Devletinin bu ikinci kuruluşu, devşirmelerin etkisi altında oluyor. Bunlar, yani bu devşirmeler bundan sonra, Türkmenlere iyi gözle bakmıyorlar; bu konuyu Faruk Sümer, “Safevi Devletinin kuruluşu” ile “Oğuzlar” adlı kitabında çok güzel yazmış; konuyu merak eden oradan okumalı. Faruk Sümer, devlet dairelerinde işe alınmayan Türkmenlere çobanlıkla çiftçilikten başka iş kalmamıştı diyor. Burada devlette iş bulamayan Türkmen Safevi Devletine geçince devlette işe alınıyordu.
Osmanlı Devletinin ikinci kuruluşundan sonra genel olarak Türkmenler, özel olarakta “Işık tayfesi” denen Kızılbaşlar övey evlat muamelesi görüyor; birini aşağılamak için ona "Terk" demek yetiyor; “Terk” Arap aksanına göre “Türk” demek, Terk'in çoğulu Etrâk; "etrâk-ı bi idrak" tabiri buradan geliyor (Konu için Yusuf Akçura'nın, "Yeni Türk Devletinin öncüleri" kitabına bakın)
Burada şu acı gerçeğinide belirtmeliyiz.
1512 yılında babasına karşı darbe yapıp, Osmanlı tahtını ele geçiren Yavuz Sutan Selim, 100 yıl önce Timur’un Türkmenlerle anlaşıp, Osmanlı’nın Üzerine yürüdüğü gibi, Yavuz’da Kürt Beyleri ile anlaşıp, 1514 yılında Şah İsmailin başında bulunduğu Kızılbaş Safevi devletinin Üzerine yürüdü.
Yavuz, Şah İsmailin Üzerine yürüş eylemenin bir hazırlığı olarak, Anadolu’da yaşayan Safevi Dergahı İle bir biçimde ilişkisi olan Kızılbaş Türkmenleri defterlere kaydettirip, defterlere geçirilen bu Kızılbaş Türkmenleri katlettiriyor; bu dönemde defteri dürülenlerin sayısının kırk binden fazla olduğu Yavuzu övmek için yazılan kitaplarda anlatılıyor.
Osmanlı Ordusu ile Safevi Ordusu Çaldıran ovasında savaşa tutuştular, bir gün boyunca süren dehşetli bir savaş oldu; bir gün süren savaşın akşamında Şah İsmail ordusunu toplayıp, karanlıkta kayıplar karışıp, savaş alanını terk etti, Osmanlı Ordusu da Şahın Ordusunun peşinden gitmedi.
Çaldıran savaşından güçlenerek çıkan Yavuz, Timur’un Türkmenlere verdiği topraklardan Kızılbaş Türkmenleri sürüp, onların yerine Musul’un Güney’indeki tarihi Kürdistan bölgesinde yaşayan Kürt nüfusunu getirip, Anadolu’nun Güney’indeki bölgeye yerleştirdi.
Yavuz Sultan Selim, Mısırdaki Memluklu Devletini de işgal edip, kendine bağladıktan Sonra 1520’de öldü.
Osmanlı Devleti ikinci kez kuruluşundan sonra, tekrar güçlenince Anadolu'daki bu devletleri tekrar işgal etmeye başlıyorlar. Bu işgallerden dört ya da beş yıl sonrada ülkesi işgal edilen Beyza'da ailelerin Önderliğinde Osmanlı'nın işgaline karşı bir başkaldırı oluyor; bu başkaldırılara o zaman "huruç etmek" deniyor.
Bu isyanların tümü, ülkeleri işgal edilen yerel halkın başkaldırısıdır; din - iman savaşı değildir yani.
Osmalı Devletinin en son işgal edip, ilhak ettiği ülke Dulkadirli ülkesidir (tarih 1522).
Dulkadiroğlu devleti, resmi olarak 185 yıl yaşıyor. Dulkadiroğlu Devleti 1522'yılında Osmanlı Devletince ilhak ediliyor.
Dulkadıroğlu devletinin ilhakından beş - altı yıl sonra, Önce Dulkadirli beyzadelerinden Baba Zünnün önderliğinde bir başkaldırı (isyan) başlıyor, bu isyancılar bundan bir yıl sonra başlayan Deli Dündar ile Kalender Çelebi önderliğindeki
Hareketle gelip, katılıyor, Kazovada birleşiyorlar; o çağda yaşayan Pir Sultan bunun için “Sancak kalksın Kazovaya dikilsin” diyor. Kazova’nın yakınlarında olan “Cincife” denilen bir bölgede Osmanlı ordusunu bozguna uğratıp, yeniyorlar.
Bence Kalender Çelebi, ne kadar manevi lider olsada, Dulkadiroğlu beyzadelerinden Deli Dündar önderliğindeki bu harekete destek oluyor. Kalender Çelebi’nin, buraya katılımıda bu hareketin başlamasından sonradır. Yani bu savaş, bir din - iman savaşı değil Osmanlı'nın işgaline karşı Dulkadiroğlu ülkesinin hanedan ailelerinin önderliğinde başlatılan bir savaştır; o zamanlar buna "huruç etmek" deniyor.
Yukarda cep telefonumla kısaca yazdığım gibi isyan denilen bu başkaldırılar, ülkeleri işgal edilen halkın doğal, haklı, baş kaldırışıdır; ben bunlara isyan DEĞİL başkaldırı denmesini öneriyorum. Konu bu perspektifle yeniden konuşulup yazılmalıdır. Kalender Çelebi'nin 1527 yılındaki huruç hareketi bastırıldıktan sonra, bu çapta bir hareket daha yapılamıyor. Bundan sonra Osmanlı zulmüne tepkiler sosyal eşkiyalık şeklini alıyor.
Osmanlı padişahı Kalender ÇELEBİ isyanından 23 yıl sonra yani 1550’de ya da 1551’de Alevilerin Serçeşmesi olan Hacı Bektaş Dergahının başına, kaynı Sersem Ali babayı atıyor, bu atama günümüzde belediyelere yapılan kayyum atamalarına çok benzer; Çelebiler ile Pir Sultan gibi Alevi önderleri, “Bozuk düzende düzgün çark olmaz” diye bu atamaya karşı geliyorlar. Böylece Alevilikte yol ayrımı; Babagan - ÇELEBİ ayrımı tarih sahnesine çıkıp, yaşanmaya başlıyor; bu ayrılık bütün Alevi dünyasında yaşanıyor. İşte bu mücadele sürecinde bir ihbar sonucu yakalanan Pir Sultan mahlasını kullanan Koca Haydar, 1563’lü yıllarda asılıyor. Bu tarihi Çelebiler zamanı adlı kitabımda ayrıntılı olarak yazdım. Bundan sonrada yazacağım.
Yukarda bu ayrılık bütün Alevi dünyasında yaşanıyor demiştim ya bu ayrılığın her bölgeye nasıl yansıdığını her bölge için incelemek gerekir.
Erenler
Tarihte bu yolculuğu şöyle sürdürebiliriz.
Kalender Çelebi İsyanı bu toprakların Osmanlı’ya karşı en büyük halk hareketinin, en büyük isyanının adıdır.
Nazım Hikmet, Şeyh Bedreddin destanını anlattığı gibi bu destansıda anlatsaydı solcular da bu isyanı bilirdi; Aslına bakarsan bütün suç Nazımda, o bunu anlatmadığı için sosyalistler bilgisiz kalıp, bundan haberleri olmadı.
Halbuki Anadolu’nun asıl tarihi bundan Sonra yaşandı.
Anadolu’nun işgalini tamamlayan Osmanlı Padişahı Kanuni Sultan Süleyman Alevi Dergahlarına yeni bir düzen vermeye başladı.
Osmanlı Hanedanlığının ünlü Padişahı Kanuni, Kalender Çelebi isyanını 1527’de bastırdıktan 23 yada 24 yıl Sonra Alevilerin Serçeşmesi olan Hacı Bektaş Dergahını yönetmesi için, eşi Mahi Devranın abisi, Server Paşayı Hacı Bektaş Dergahının başına atadı. Server Paşa, Alevi tarihinde “Sersem Ali Baba” lakabıyla tanınır.
Bu atama günümüzde halkın seçtiği belediye başkanlarını alıp, halka hizmet etmesini için kendi adamıyın ataması olan “Kayyum atamalarına” tıpa tıp benziyor.
Gün bu gün, zaman bu zaman, şimdi düşün Diyarbakır Belediye başkanlığına kayyum olarak atanan adam Diyarbakır halkına ne diyor: “ben size daha iyi hizmet edeceğim” diyor değil mi? Onunla işbirliği yapanlar, “bal tutan parmağını yalar” hesabı, bu ballı parmağı yalamak isteyenler olduğu gibi, Pir Sultan gibi “Bozuk düzende düzgün çark olmaz” deyip buna karşı çıkan Pir Sultanlarda olmaz mı? Teorik olarak bu da pek ala mümkün ama bunu tarih gösterecek.
Osmanlı Padişahı Dergahlara adamını atayınca bütün Alevi Dergahları ikiye bölünüyor. Bir Osmanlı Padişahının Dergaha atadığı kayyum varı adamla işbirliği yapanlar kesimi çıkıyor, birde Pir Sultan gibi “Bozuk düzende düzgün çark olmaz” diyenler çıkıyor.
Geçen günlerde yazdım, Rıza Yıldırım “Bektaşiliğin Doğuşu” adını verdiği kitabında, bu günkü Yunanistan’ın, Dimitoka kentindeki Kızıldeli Dergahını anlatırken, Dergahın ikiye bölündüğünü, bu bölünmenin, 1. Süleyman dediği Kanuni döneminde olduğunu, 1568’den sonrada bu kesimlerden birine verilen belgelerde “Seyyid” denmeye başlandığını söylüyor.
Osmanlı padişahı günümüzde belediyelere kayyum atandığı gibi, kaynını Dergahın başına atayınca dergahlar çevresindeki
Aleviler ikiye bölünüyorlar; bu guruplardan biri Mesela Pir Sultan bozuk düzende düzgün çark olmaz diye bu atamaya karşı çıkıp, asılırken, diğer gurup onunla işbirliği yapıyor.
Osmanlı Devleti kendisi ile işbirliği yapanları destekleyip, onları onere etmek için onlara Berat vari belgeler veriyor. Alevi tarihinde Osmanlı Devletinin işbirlikçilere verdiği beratlara “Şecere” deniyor. Bu işbirlikçilere verilen Şecrelerde bu belgeyi alan zat, Ehli beyit soyundan bir Seyyid evladıdır. Bu Seyyid evladı, askere gitmeyecek, vergi vermeyecek, bu belgeyi gören her devlet görevlisi bunun işini yapıp saygı gösterecek; bu Seyyid evladı da, Ramazan’da oruç tutturacak, namaz kıldıracak, olanağı olanın Hacca gitmesini sağlayacak deniyor.
Alevi dünyasında Osmanlı’nın Nakubül eşraflık kurumundan Seyitlik belgesi almış çok sayıda Ocakzade dede var. Bir kişiye kırk gün deli desen, deli olguna inanırmış ya, bu hesap bunca zaman içinde Seyyid olduğunu söyleyenlere de inananlar çoğalıyor.
Yaşanılan tarih kadar oraya nereden baktığın önemlidir. Tarihi egemenlerle ezilenler arasındaki sınıflar mücadelesinin anlatımıdır diye bakarsan bunları görürsün yoksa göremezsin; kayyumun ne kadar iyi hizmetler yapıp, bu ballı parmakları yalamaya çalışanları nasıl onure edip, nasıl onları öven belgeler verdiğini anlatır durursun. Bunun için anlatılan tarih kadar anlatanın nerede durup, bunu nasıl anlattığı da önemlidir.
***
Sağlıkla, sevgiyle kalın...
Bergama İl Olmalı mı?
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Galatasaray | 12 | 34 |
2. Fenerbahçe | 12 | 29 |
3. Samsunspor | 12 | 25 |
4. Eyüpspor | 13 | 22 |
5. Beşiktaş | 11 | 21 |
6. Göztepe | 11 | 18 |
7. Sivasspor | 12 | 17 |
8. Başakşehir | 12 | 16 |
9. Rizespor | 12 | 16 |
10. Gaziantep FK | 12 | 15 |
11. Kasımpasa | 12 | 14 |
12. Konyaspor | 12 | 14 |
13. Antalyaspor | 12 | 14 |
14. Trabzonspor | 11 | 12 |
15. Kayserispor | 12 | 12 |
16. Bodrumspor | 13 | 11 |
17. Alanyaspor | 11 | 10 |
18. Hatayspor | 11 | 6 |
19. A.Demirspor | 11 | 2 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Kocaelispor | 12 | 25 |
2. Bandırmaspor | 12 | 24 |
3. Erzurumspor | 12 | 22 |
4. Karagümrük | 12 | 21 |
5. Igdir FK | 12 | 21 |
6. Boluspor | 13 | 21 |
7. Ankaragücü | 13 | 19 |
8. Ahlatçı Çorum FK | 12 | 19 |
9. Keçiörengücü | 13 | 18 |
10. Şanlıurfaspor | 13 | 18 |
11. Ümraniye | 13 | 18 |
12. Gençlerbirliği | 13 | 18 |
13. Pendikspor | 13 | 18 |
14. Esenler Erokspor | 12 | 17 |
15. İstanbulspor | 13 | 17 |
16. Manisa FK | 13 | 17 |
17. Amed Sportif | 12 | 14 |
18. Sakaryaspor | 12 | 13 |
19. Adanaspor | 12 | 7 |
20. Yeni Malatyaspor | 13 | -3 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Liverpool | 11 | 28 |
2. M.City | 12 | 23 |
3. Chelsea | 12 | 22 |
4. Arsenal | 12 | 22 |
5. Brighton | 12 | 22 |
6. Tottenham | 12 | 19 |
7. Nottingham Forest | 12 | 19 |
8. Aston Villa | 12 | 19 |
9. Newcastle | 11 | 18 |
10. Fulham | 12 | 18 |
11. Brentford | 12 | 17 |
12. M. United | 11 | 15 |
13. Bournemouth | 12 | 15 |
14. West Ham United | 11 | 12 |
15. Everton | 12 | 11 |
16. Leicester City | 12 | 10 |
17. Wolves | 12 | 9 |
18. Crystal Palace | 12 | 8 |
19. Ipswich Town | 11 | 8 |
20. Southampton | 11 | 4 |
Takımlar | O | P |
---|---|---|
1. Barcelona | 14 | 34 |
2. Atletico Madrid | 14 | 29 |
3. Real Madrid | 12 | 27 |
4. Villarreal | 12 | 24 |
5. Girona | 14 | 21 |
6. Mallorca | 14 | 21 |
7. Osasuna | 13 | 21 |
8. Athletic Bilbao | 13 | 20 |
9. Real Betis | 14 | 20 |
10. Real Sociedad | 13 | 18 |
11. Celta Vigo | 14 | 18 |
12. Rayo Vallecano | 12 | 16 |
13. Sevilla | 13 | 15 |
14. Leganes | 13 | 14 |
15. Getafe | 14 | 13 |
16. Deportivo Alaves | 14 | 13 |
17. Las Palmas | 14 | 12 |
18. Valencia | 12 | 10 |
19. Espanyol | 13 | 10 |
20. Real Valladolid | 14 | 9 |