Dikili'de 7,1 şiddetinde deprem oldu. 1000'e yakın ev yıkıldı, yaklaşık 65 kişi öldü, 100 kişi yaralandı. Depremden sonra yerin altından sıcak sular fışkırdı ve Dikili Bergama arasında yarıklar oluştu.
Haberi 23 Eylül 1939 tarihinde yayınlanan Akşam Gazetesi bu şekilde duyurdu.
Büyük Dikili depremini ve yaşanan felaketi Bergama Kaymakamı B.Şevket Kancan ise gazeteci Tuğrul Deliorman'a şu sözlerle anlattı;
(Röportaj 81 yıl önce depremden bir ay sonra yapılmış)
“DİKİLİ DEPREMİ”
22 Eylül gecesi, saat 02.30 civarında şiddetli bir sarsıntı ile uyandım. Sarsıntı bende bir şaşkınlık doğurmuş, bulunduğum yerde donakalmıştım. Sarsıntı kesilince dışarı fırladım. Çocuklar ile beraber elbiselerimizi koltukladığımız gibi soluğu Halkevi bahçesinde aldık. Ancak orada giyinebildik. Bu esnada beş, on dakika arayla zelzele devam ediyor, yeraltından uğultular geliyordu. Halkta şaşkınlık içerisinde dışarı fırlamıştı. Ne oluyorduk? Dünya mı yıkılıyordu? Saat 03.30'a doğru Halkevi önünde bir araba durdu. Birkaç telaşlı adam yanıma geldi. “Dikili yıkıldı, Dikili mahvoldu...”
Artık içimde ki korku ve heyecanın yerini 'Dikili'ye yardım' isteği kaplamıştı. Derhal Jandarma efradını, imdadı sıhhi heyetini, garnizondan istediğim 100 askeri alıp, 15 kadar otobüsle, halktan da elime geçenleri alarak Dikili yolunu tuttum.
“Sanki kıyamet kopuyordu”
Bergama'yı sarsıntılar devam ederken bıraktım. Belki burası da yıkılacaktı. Fakat evvela komşu kazaya, mahvolan beldeye koşmak lazımdı. Bu düşünceyle yola çıktık. Kasabanın kenarında otobüsleri durdurdum. Çünkü denize muvazi olan ana caddeyi enkaz kapatmıştı. Elimde fener kasabaya girmek için yol arıyordum. Enkaz altlarından insan sesleri geliyordu. Bağıranlar, inleyenler, dövüne dövüne sağa sola kaçanlar, ölen yavrusuna sarılarak saçını başını yolanlar, sırtladığı anasını kendisinin de bilmediği bir tarafa götürenler vardı.
Bir kaçıyla konuşmaya çalıştım, fakat hiçbiri beni duymuyordu. Herkes şaşırmış, herkes söyleneni duymayacak vaziyette idi. Kasaba içine girerken sarsıntı, sık sık tekerrür ediyordu. Yeraltından, Bergama'da duyduğumuzdan daha dehşet verici bir uğultu geliyordu. Bu uğultuyu hiç unutmayacağım. Sanki kıyamet kopuyordu.
İlk işim getirdiğim jandarmayla 'mahalli inzibatı' temin etmek oldu. Zelzele, uğultu ile karışık devam ederken ben, yıkılmış duvarlar arasında dolaşarak enkaz altında kalmış insanları çıkarmakla meşgul oluyordum. Bazen sarsıntı şiddetli olunca yanı başımdaki duvar devriliyor ve ben ani bir hamle ile kendimi başka bir tarafa atıyordum.
Yarı ayakta kalmış duvarlardan taşlar yuvarlanmaya devam ediyordu. Dar sokaklar arsında dolaşırken karşılaştığım bu vaziyetler, ölüm halindeki insanların cayırtı koparan bağırışları, dini kitaplarda okurken bile tüylerimizi ürperten kıyamet hayalinin karşımda hortlayışı gibi geliyordu. 20 senelik memuriyet hayatımda karşılaştığım korkunç hadiselerden hiçbirisi (mesela eşkıya takiplerinde, Çanakkale'de kurşun yağmuru altında, İstanbul işgalinde) bende bu kadar korku ve heyecan yaratmamıştı.
Vücudu parçalanmış, bir bacağı kopmuş, kolunu kaybetmiş, bağıran veya baygın yatan yaralılar ve uğuldayarak sarsılan toprak beni son derece zayıf düşürmüştü. Manzara feciydi.
Fakat her şeyden evvel yaralıları kurtarmak lazımdı. Bunun içinde telefon ve telgraf tertibatını tesis ederek, vilayeti vaziyetten haberdar etmek şarttı. Hâlbuki bunlarda enkaz altındaydılar.
Bergama ile konuşma imkânını bulduktan sonra vilayete, Dikili'de bulunduğumu, kasabanın tamamının harap olduğunu, yaralıları, ölüleri bildirdim. İzmir'den imdadı sıhhi heyetinin gönderilmesini istedim. Diğer taraftan beraberimde getirdiğim doktor ve sıhhat memurlarını vazifeye sevk ettim. Yaralılardan ağır olanları otobüslere yerleştirerek derhal İzmir'e gönderiyordum. (Otobüslerin döşemelerini kaldırarak, tarlalardan topladığımız otlarla destekleyerek yatak yapıyorduk)
“Kasaba bir gecede taş yığınına dönüştü”
Artık Dikili'nin facialı gece karanlığı, yerini günün ilk ışıklarına terk etmişti. Facianın acıklı tarafını bu ışıklar gözler önüne seriyordu. Asırlar zarfında yapıla gelmiş bir kasaba, bir gecede taş yığını oluvermişti.
İliklere işleyen sabah ayazı vardı. Fakat inanır mısınız, bu soğuğu kimse hissetmiyordu. Çünkü herkesin derdi kendisini meşgul ediyordu. Tabiat yapacağını yapmıştı. Koskoca bir zelzelenin altından yeni kurtulmuş bir insana soğuk tesir eder mi?
Biz bu sırada halen ağır yaralıları İzmir'e sevk ediyor, enkaz altından ceset çıkarmaya devam ediyorduk. Mezar kazdırıyor, can vermiş olanları buldurttuğumuz bir hocayla yıkattıktan ve bir manifatura mağazasından çıkarttığımız Amerikan bezi ile kefenlettikten sonra merasimle gömüyorduk.
Hiç unutmuyorum, bir ev tamamen çökmüştü. Çatıyı askere biraz kaldırttım. Bir genç kadın baygın yatıyordu. Kasığından aşağısı tamamen ezilmişti. Nefes alışından yaşadığını anladık. İnliyordu. Onu derhal otomobile bindirdik. Sonra duydum ki yolda ölmüş zavallı. Sonra delilik alameti gösterenler, şaşkına dönenler… Bir bahçe kenarından geçiyordum. Bir adam elindeki abdesthane takunyalarına bakarak bir aşağı, bir yukarı dolaşıyor. Seslendim. Boş gözlerle bana baktı baktı ve tekrar geriye döndü.
Dikili Kaymakamı'nı hatırladım. Deniz kenarında eşi ve kızı ile birlikte burada upuzun yatıyorlardı. Eşi 'Belim belim' diye inliyordu…
***
Yazı burada sona eriyor.
Depremden 1 ay sonra Bergama Kaymakamı B.Şevket Kancan yaşananları bu şekilde anlatmıştı.
Deprem gerçeğini unutmamak için önemli bir belge...
Bir daha böyle felaketleri yaşamamak dileklerimle...