“Kitaptı
Fabrikada, tarlada,
mahpushanede
Okuduk
Harun arkadaşın
direncinde…”
(Ş.Kurdakul)
Gençler, gençlerimiz bir kez daha mücadelenin içinde…
Direniyorlar demokrasi için.
Direniyorlar ülkelerinin ve kendilerinin aydınlık geleceği için…
Harun Karadeniz'in 'Olaylı Yıllar ve Gençlik' kitabını yeniden bir çırpıda okudum.
Baktım, 1976 yılında almışım 'May' yayınlarından çıkan kitabı…
(Diğer kitapları:
Emekçinin Kitaplığı,
Kapitalsiz Kapitalistler,
Eğitim Üretim İçindir,
Yaşamımdan Acı Dilimler)
1969’da yüksek öğrenim için İstanbul’a gittiğimde,
Türkiye, özellikle İstanbul gençlik olaylarıyla kaynıyordu…
Gençlik liderleri içinde Harun Karadeniz’in benim nezdimde ayrı bir yeri vardı ve hep öyle oldu…
İyi bir konuşmacı ve eylemci olduğu kadar, o genç yaşında sistemi sorgulayan, düşünce üreten ve yazan bir liderdi…
Öğretmen olacaktım ve eğitim sorunlarımızla ilgili yazdıkları, eylemleri beni derinden etkiliyordu.
Köy Enstitülerinin kapatılması sonrası uygulanan eğitimi ezberci, basmakalıp, baskıcı ve insan verimini düşürücü olarak nitelendirerek, üretime dönük kalkınmayı amaçlayan eğitimin altını çizip:
"Bilgisizlik büyük bir mahkumiyettir ve baş eğmeyi doğurur…" diyordu.
(İlginçtir, yapay zeka o dönemde gündemde dahi değilken, "elektronik beyni,beyne açılmış bir pencere" olarak gördüğünü yazacak kadar ileri görüşlüydü…)
"Eğitim sistemimizin amacı ortaya konulmalı ve bu amaç halka dönük bir eğitim felsefesi içine sokulmalıdır…
Hedefimiz reform değil eğitim devrimidir." diyordu…
Günümüzün sorunu ve acısı ‘beyin göçü’ne o yıllarda dikkat çekiyordu:
“masraflarını bu fakir ülkenin ödediği ama beyin göçü sonrası bu beyinlerden yararlananların ise ne acı ve ne yazık ki gelişmiş ülkeler” olduğunu söylüyordu.
Özel okulların eğitimde fırsat eşitliğini ortadan kaldırdığını belirterek,özel okulların devletleştirilmesi mücadelesini örgütleyip,
başını çekiyordu…
İTÜ Öğrenci Birliği Başkanı olarak,gençliği suçlayan iktidara yanıt verirken,sanki bugünkü otoriter yönetime de sesleniyordu:
“Gençliği ülke sorunlarıyla ilgilenmeyen bir ulusun sonu gelmiş demektir.
Gençlik olarak biz ülke sorunlarıyla ilgilenmeyi görev biliyoruz…. Çünkü ülkenin geleceği, gençliğin geleceğinden ayrı düşünülemez… Yaşlı kuşağın bize devredeceği Türkiye’yi,
ABD üslerini,bizi Amerika’ya bağlayan ikili anlaşmaları,
yıldan yıla artan dış borçları ve Türk halkının nasıl sömürüldüğünü görüp de ülke sorunlarıyla ilgilenmemek en yumuşak söyleyişle ihanettir.
Türk ulusuna ihanettir.
Türk devletinin geleceğine ihanettir…”
(1967-68 İTÜ Arı Yıllığı)
Gençlik hareketi lideriydi ama gençlik hareketinin sınıf hareketinden bağımsız olamayacağını dile getiriyordu.
Asıl önemli olanın emekçilerle, işçi ve köylülerle
bağ kurmak olduğunu,
öğrenci eylemlerinin halkın ‘iş,ekmek,özgürlük’ eylemleriyle buluşması gerektiğini söylüyordu.
Devrimin asıl silahının, kalem ve yığınlarla bağ olduğunu belirterek,önemli olanın yığınları harekete geçirmek,
yığınsal direnişlerle meydanları doldurmak olduğunun altını ısrarla çiziyordu…
Dev-Genç ve TKP davalarından yargılandı.
Hapisteyken kansere yakalandı.
Yurt dışında tedavi zorunluluğu ortaya çıkınca izin vermediler.
Verildiğinde de kanser yayılmış, iş işten geçmişti.
Kolu kesildi…
Türkiye’ye döndükten kısa süre sonra da gencecik yaşında kaybettik bu devrimci gençlik önderini…
Daha 33 yaşındaydı…
Evli ve bir çocuk babasıydı…
“Kanserdik.
Ölüm her gün bir sinsi yılan gibi dolaşıyordu derilerimizde.
Uydurma davalarla kapattılar hücrelere.
Hastaydık, yurt dışına gitseydik kurtulurduk belki, bir buçuk yaşındaki kızlarımızı öksüz bırakmazdık.
Önce kolumuzu omuz başından keserek, yurtseverlik borcumuzun diyeti olarak attık önlerine.
Sonra da otuz iki yaşında bırakıp gittik bu dünyayı ecelsiz…”
Harın Karadeniz için bu satırları yazan Uğur Mumcu’da, Harun ve birçok aydınımız gibi, yurtseverliğinin diyetini canıyla ödeyerek ayrıldı aramızdan ecelsiz…
O dönemi ve yaşananları,
yaşadıklarını anlatarak tarihe not düşen Harun Karadeniz’in yeniden okuduğum kitabı, bugüne de ışık tutan ve uyaran şu satırlarla bitiyordu:
"Evet, 1960-70 arası birçok eylem, birçok hata ile geride kaldı. Fakat Türkiye’nin sorunları henüz çözüme bile yönelmedi. Devrimcileri daha birçok görevler bekliyor.
Hataların azalması dileğiyle…
Mayıs 1975. İstanbul"
Niçin en çok Harun Karadeniz’den etkilendiğimi bir kez daha anladım.
Şükran Kurdakul’un dizeleriyle başladık, gelin bu kez Refik Durbaş’ın onun için yazdığı dizelerle noktalayalım:
"…
yüreğinde tarifsiz bir telaş
sabah, vardiyasız bir dokuma
tezgahında
öğle, bir yürüyüştesin pankartlar afişlerle
dalga dalga
akşam, nöbetini tutuyorsun
bir grev çadırında onurun
rüzgar tanıyor seni,
bulut tanıyor
elini uzatıyorsun bir dağ
yamacında,
bir kolun kesik…"
Bu topraklarda Harun Karadeniz’ler yetiştikçe,
bu gençliğimiz oldukça yarınlar aydınlık….