Atinalılar, Makedonyalıları deniz savaşında yendikleri zaman, denize dökülen düşmanları
kurtarmadıkları, boğulanları da gömmedikleri için kendi generallerini idam etmişlerdi.
Atina bir demokrasi yönetimi altındaydı.
Demokrasinin başlıca ve vazgeçilmez ilkesi de; erdemdi!
Demokrasinin kurumsal temeli; çoğulculuk ve katılımdır.
Türkiye ise hiçbir zaman çoğulculuğa olanak tanımadığı gibi katılımda olabildiğince kısıtlı ve
kontrol altında tutulmaya çalışılan bir ülke görünümü vermektedir.
Yadsınamayacak bu görünümlerin sonuçları da;
12 Martlar, 12 Eylüller, siyasal partilerin, demokratik kitle örgütlerinin, meslek odalarının,
sendikaların hasılı demokrasiyi yaşatmak zorunda olan tüm kuruluşların; Atinalıların
iki bin beş yüz yıl önce sergiledikleri "erdemi" yakalayamamalarıdır.
Altın Koza’da Yılmaz Güney’e yapılan haksızlık için Bülent Ecevit’in söylediği şu sözler önemlidir;
“Bir ülkeye diktayı, baskı yapanlar değil;
baskıya boyun eğenler getirir.”
Baskı ve zulmün, yani faşizan gelişmenin en önemli desteklerinden birisi; toplumun genel siyasal ilgisizliğidir.
Bu nemelâzımcılık, giderek ağır aksak da olsa işler görünen demokratik kurumlara kadar yayılmaktadır.
Ekonomisini en büyük kapitalist devletin yardımına ve akıl hocalığına yaslayan
Türkiye’de “yemene bak, dilini tut” politikası işletilmeye çalışılıyor.
Üstelik bu anlayışı solcu geçinen veya kendilerini solcu diye yutturmuş olanlar da enikonu sahipleniyor.
Türkiye’de parayı baş tacı eden politikaya artık "solcu geçinenlerden" de katılanlar oluyor.
"Solculuk"; yoksul insanların, ezilmişlerin, acı çekenlerin yanında, yanı başında olmak, dünyadaki haksızlığa karşı zafer kazanmaktır.
Bu gölge oyununa katılan, parayı baş tacı edinen bir de üstüne üstlük solun arkasına gizlenen
bu madrabazları, bu halk düşmanlarını açıklamak bir görevdir.
Bu güzelim yurdun, o yoksul, ışıktan, bilgiden yoksun insanlarını kandıranları seçim günlerinde
sol adına ahkâm kesen daha sonra ise foyaları ortaya çıkanları yazmak, çizmek, söylemek bir ödevdir.
Francis Bacon, “Umut; iyi bir kahvaltı, kötü bir akşam yemeğidir” der.
Egemen çevreler ve faşizm özlemcileri, tüm bunlara karşın yine de Türkiye’nin 12 Mart ve
12 Eylül öncesinin Türkiyesi olmadığını da bilmek zorundadır.
Korkusuz yaşayanlara göre Türkiye’nin tarihi toplumsal gelişmelerin geçici olarak
önlenebileceğini yazar ama sürekli bir engellemeyi, asla kaydetmemiştir.
Gün korkusuz yaşama günüdür.