Ege başka bir kültüre sahiptir.
Toprağı, iklimi, insanı, kültürel özellikleriyle her zaman dikkat çekmiş, merak uyandırmıştır. Kimine göre bir sevda bir sevgilidir, kızgın güneşi, toprağı, insanı...
Kimine göre yüzlerce yıllık medeniyetlerden miras kalan kültür ve sanatın beşiği.
Kimine göre Homeros’tur, kimine göre Attila İlhan, kimi Necati Cumalı'yı hatırlar kimi Tarık Dursun K.
Tüm zamanların Egesi farklı çağrışımlarla doludur, birbirinden farklı izler...
Her alanda olduğu gibi edebiyatta da unutulmaz eserler bırakan isimlere ev sahipliği yapmıştır bu topraklar.
Yağmur yüklü bir bulut gibi bıraktıkları eserlerle yağmur olup yağmışlardır bu toprakların üstüne...
NECATİ CUMALI: EGE TOPRAKLARININ KOKUSU ÜSTÜNDE
Necati Cumalı güney Makedonya'nın bir köyü olan Florina'da 1921 yılında dünyaya geldi.
1922 yılında mübadele ile İzmir Urla'ya yerleştiler.
Kendi deyimiyle 'ege topraklarının kokusunu duyarak' büyüdü ve o topraklardan aldığı ilhamla yazdı.
İlk şiirleri Urla'da Halkevleri dergisinde yayımlandı.
Toplumsal konuları, çevresinde duyduğu, gördüğü olayları gerçekçi bir üslup kullanarak okuyucuya aktardı, hikâyelerinde kendi hayatından, yaşadığı yöreden insanlar ve olaylara yer verdi, onları tüm sadeliği ile okuyucuya aktardı.
Hukuk eğitimi alıp avukatlık yapmaya başladıysa da hep edebiyatla içiçeydi.
Tiyatrodan sinemaya üretmekten hiç vazgeçmedi.
Sinemaya aktarılan eserleri uluslararası ödüller getirdi.
"Dil benim çalgımdır" diyen Cumalı hep yazdı. Şiir yazdı, oyun yazdı, roman yazdı, hikâyeler yazdı.
Gerçekçi ve duru ve güzel Türkçesiyle yazdığı her şeye Ege topraklarının kokusunu serpti biraz.
Ve Yaşar Kemal'in ifadesiyle "yaşlanmaz şair çocuk" Necati Cumalı yaşadığı topraklarda silinmezler izler bıraktı.
MUZAFFER İZGÜ: ADANA, AYDIN DERKEN İZMİR
Sadece kalemiyle değil yüreğiyle de birçok şeyler öğreten insanlardan Muzaffer İzgü, korkusuzca yazmayı ilke edinmesiyle övünürdü... 1933 yılının 29 Ekim'inde Adana’da doğan Muzaffer İzgü’nün ifadesine göre babası Adana’da ilk gecekonduyu yapan kişiydi... Bulaşıkçılık, garsonluk, sinemalarda gazoz satıcılığı gibi işlerde çalışarak eğitimini sürdürdü. Diyarbakır İlköğretim Okulu’nu bitirdikten sonra öğretmen olarak görev yaptı. Eğitimine başlamadan önce çalıştığı işler yazıları için önemli kaynak oluşturdu. Türkiye’nin en çok okunan gülmece, genç ve çocuk yazarlarından oldu.
İzgü 107 kitap, iki yüze yakın radyo oyunu yazdı. Adana’da doğduğu için Adanalı, Aydın’da öğretmenlik yaptığı için Aydınlı olarak da bilinen İzgü uzun yıllar İzmir’de yaşadığı için de İzmirli yazar olarak bilindi... Oyun yazarı Haluk Isık
tarafından hayatı ‘Bütün Bunlar Bize Özgü/Muzaffer İzgü’ başlığı ile yazıldı ve birçok yerde sahnelendi.
HALİT ZİYA UŞAKLIGİL: İZMİR'DEN BİR BÜYÜK ROMANCI GEÇTİ
Türk Edebiyatı'nda Avrupa tarzı romancılığının ilk önemli ismi Halit Ziya Uşaklıgil'dir.
İstanbul'da doğmuş, 12 yaşında ailesiyle İzmir'e yerleşmiş eğitimini burada tamamlamıştır. Eğitimini tamamladıktan sonra bankada memur, mekteplerde hocalık yapsa da edebiyattan hiçbir zaman kopmamış İzmir'de 'Hizmet' adında bir gazete çıkarmaya başlamış ve hatta bu gazetede yazdığı ilk eseri Sefile'yi yayınlamıştır. O dönem Sefile kitap haline getirilmek istenmişse de sansürden Halit Ziya'da payına düşeni almış ve Sefile gayri ahlaki bulunduğu gerekçesiyle baskısına izin verilmemiş. Halit Ziya'nın olgunluk devrinin romanı olan "Mai ve Siyah", "Aşk-ı Memnu" gibi eserlerine kadar İzmir'de dört roman ve sayısız öykü kaleme almıştır.
Yaşadığını yazan öykücünün on altı öyküsünün konusu İzmir'de geçer.
Parlak, rengârenk ziyalı bir üslup ile yazan Halit Ziya; ince hayaller, asil ve temiz tetkiklerle eserlerini süslemiştir. İzmir büyük romancının hayatının önemli bir dönemine tanıklık etmiş, ilham kaynağı olmuş, onun ustalık dönemlerine ulaşmasını sağlayan eserlerine ev sahipliği yapmıştır.
TARIK DURSUN K. : İZMİR’E SEVDALI
Bakmayın siz Karşıyaka Bostanlıköy’de doğmasına "Eski İzmir" olarak adlandırılan Alireis Mahallesi Yangın Yokuşu, Basmane, Dönertaş, İkiçeşmelik sevdalısıdır O.
Tarık Dursun K.’ya göre İzmir, Alsancak değildir. Karşıyaka hiç değildir. Gazeteci Tarık Dursun K. romanları, öyküleri kadar senaristliği ve sinema yönetmenliği ile ünlenen çok yönlü bir sanat adamıdır.
Sinema yaşamında yirmi üç filmin özgün senaryosunu yazan Tarık Dursun K. yönetmen olarak da yirmi bir filme imzasını atmıştır. Yaşamı İstanbul’da geçmesine karşın çocukluğunu ve delikanlılık günlerini geçirdiği İzmir’e sevdalı olarak bir yaşam sürdüren Tarık Dursun K. ‘Rıza Bey Aile Evi’ adlı romanı ile İzmir’de bir dönem iz bırakmış aile evlerini destanımsı biçimde anlatır. İzmir sevdalısı Tarık Dursun K. ‘nın senaryolarında, romanlarında İzmir’i bir bir senfoni dinler gibi dinler bir şiir okur gibi okursunuz...
MELİH CEVDET ANDAY: SÖZ UÇSA DA ŞİİR KALIR GERİYE
Garip şiiri bir temizlik şiiridir.
'Garip' şiirinin kurucularından Melih Cevdet Anday’a göre; “Eskilerin tasannu dedikleri şeyden kurtulmalıdır.
Düz söze getirebilmek, şiiri orada aramaktır.”
Melih Cevdet Anday, arkadaşları Orhan Veli ve Oktay Rifat ile bu düşüncelerini gerçeğe dönüştürecek, şiirimize soluk aldırmanın ötesinde bir hayat kazandıracaktır. Toplumsal sorumluluğunun bilincinde olan Anday, dünyayı saran ölüm fırtınasının da karşısında durmasını bilmektedir. Savaş ve ölüm karşıtı Anday; yokluklar, yoksulluklar, yalanlar, dolanlar karşısında şiirleriyle bir başkaldırının da önderidir. Şiirlerinde lirizmin ve coşkunun doruğuna tırmanır.
Şiiri, şiir eden bir tohum ögeleri yerli yerinde kullanır Anday. Dışta ölçü, uyak, sesler, deyiş; içte duygular, düşünceler, görüntüler, karşıtlıklar yani şiiri şiir eden tüm ögeler Anday’ın ustalık düzeyinin göstergeleridir.
Anday’ın şiirleri yazdığı gibi sanatın, insanların çok yönlü maddi, ilişkilerinden, geçinme biçiminden ve yaşadıkları dönemin kaçılmaz “tazyikinden” ileri geldiği yolundaki düşüncelerini doğrular gibidir. Söz uçsa da şiir kalır geriye. Şiirden de geriye Melih Cevdet Anday gibi ustalar...
ATTİLA İLHAN: TÜRK ŞİİRİNE GÖKTEN ZEMBİLLE İNDİ
Attila İlhan’ı
"Attila İlhan" yapan kitap "Duvar" için de Nâzım Hikmet şöyle der; “Duvar beni çok sevindirdi.
Attila İlhan gayet soylu, özlü şair, pek beğendim. Aşk olsun delikanlıya!”
Şiir dışında roman, deneme, anı, eleştiri, çeviri ve senaryo alanlarında ülkemizin en önde gelen isimlerinden Attilâ İlhan kendi söyleyişiyle “Türk şiirine gökten zembille indi.”
“Kaman civarında bahar gelince / yıkılır ovadan abdal çadırları” dizeleri ile başlayan; “Aynı akşam doğurmuş karısı Döne / mavi gözlü bir çocuk sarışın / bir avuç toprak sarmışlar altına / ve Kemal koymuşlar adını” dizeleri ile sona eren Cebbar Oğlu "Mehemmed" şiiri Attilâ İlhan’ı daha 21 yaşında Türkiye şiir gündemine oturtmuştur. Hem de Cahit Sıtkı Tarancıların, Fazıl Hüsnü Dağlarcaların arasında CHP 1946 şiir yarışmasında ikinci olarak. Çok yönlü sanatçılığının yanı sıra şiirlerinin her birinde ayrı bir haz ve güzellikler sunan Attilâ İlhan’ındır şu dizeler: “Ne kadınlar sevdim zaten yoktular / Yağmur giyerlerdi son baharla bir / bıraksam korkudan gözleri sislenir / Ne kadınlar sevdim zaten yoktular / Böyle bir sevmek görülmemiştir.”
CAN YÜCEL: ŞİİRİMİZİN USLANMAZ ÇOCUĞUDUR
Yazın, basın dünyamızın devlerinden Can Yücel, şiirimizin uslanmaz çocuğudur.
Şiirleri doğallığı barındırır.
Lirik şiirleri bir başka güzeldir. Kara mizahı, argoyu, halk dilini kullanmak onun özellikleridir. Bu özellikleri ile de Türk şiirinin Picasso’su olmuştur. Shakespeare ve İngiliz şairlerinden yaptığı çeviriler, asıllarından da güzel olmuş, günlük gazete ve dergilerdeki köşe yazıları ile en çok okunan yazarlar arasına girmiştir. Hayata bakışı şiirini beslemiş, şiirleri hayata bakış açısı ile toplumun özlemini dile getirmiştir. Toplumca tanınıp sevilen, az görülen şairlerden olmuş, halkın beğenisi şiirlerini beslerken sıcakkanlı yapısıyla hemen her yaştan, herkesle kolayca dostluk kurabilmiş, bu nedenle de anasının ak sütü gibi “Can Baba”lığı hak etmiştir.
HALİKARNAS BALIKÇISI: MİMOZA TOHUMU ÇİÇEK OLMUŞTU
Bodrumlu çocuklar 1968’in Mayıs ayında Halikarnas Balıkçısı’yla bir söyleşi yapmışlar. ‘Şah boylum, Şebboy çiçek başındadır’ demiş Balıkçı, en sevdiği türküler sorusuna cevap olarak.
Ama Balıkçı’yı en iyi anlatan ‘en sevinçli anınız’ sorusuna verdiği cevaptır: "Prosper Merime’nin Karmen’ini Türkçeye çeviriyordum. Esmer Güney kızı Karmen cıgaracı dükkânından bir mimoza demetiyle çıkar. Bunu çevirirken, neden benim esmer Bodrum kızlarım saçlarına birer mimoza demeti takmasınlar diye Paris’ten mimoza tohumları getirttim. Sokaklara diktim. Çiçek açtılar. İki Bodrumlu fukara kızı gördüm bir gün. Başlarına kopardıkları mimoza çiçeklerini takmışlardı. Geçtiler.
Sevindim. İçimden ‘yaşayın çocuklar’ dedim." Balıkçı’nın mimoza tohumu çiçek olmuştu. Çünkü Balıkçı zahmet çekmişti, emek vermişti.
Gönülden sevdalanmıştı. Kolay değildi ‘tohum’un ‘ha’ deyince çiçek olması. Tohum güneş ister, toprak ister, su ister ama en önemlisi emek ister, sevda isterdi.
Mimoza tohumlarının çiçek olması için zahmet çeken, emek veren, gönülden sevdalanan Balıkçı, 'yasemin'de yürek vurgunu yemişti.