“-Diogenes? Şu bizim delibozuk Sokrates!”
(Platon)
***
Kültürümüzü, Fransa'dan tercüme yoluyla ithal ettiğimiz için, birçok sözcük gibi, bu, Anadolulu bilgenin adını da yanlış öğrettiler bize. Neymiş efendim? “Diyojen'miş.” Adamın adının Fransızcasının okunuşu. Oysa bu, ilkçağın kişiliği kendisine özgü bilgesinin anası (kim olduğunu ben bilmiyorum) oğlunu böyle çağırmıyordu herhalde. Kimbilir; belki “Diyo” falan diyordu...
Şu veya bu nedenle pek fazla ciddiye alınmamış bir bilge bu yurttaşımız. Ben, biraz da bu bilgenin yenmiş haklarını aramak için bu yazıyı kaleme (pardon, daktiloya) alıyorum.
1900'lü yılların sonlarına doğru Karadeniz'e yaptığımız kültür turlarında rehberlik ettiğim gezginleri, Sinop'ta iki ilginç kişiyle tanıştırırdım: Tarzan Kemal ile Romantik İsmail. Bunlar, günün her saatinde, Sinop'u doğudan batıya arşınlardı. Tarzan Kemal, ismi ile müsemma, yalnızca şortla dolaşırdı. Romantik İsmail ise, Doğu Limanı'na bakan yamaçta atıntı balık ağlarından oluşturduğu muhteşem (!) villasında otururdu. Kulübenin çevresi, gaz tenekelerine dikilmiş enva-yı çeşit çiçeklerle süslü olurdu. Bu iki tip; birbirlerinden hiç hoşlanmaz, karşılaştıkları zaman yollarını değiştirirdi. Gruba:
-İşte günümüzün Diyogenes'leri, derdim.
Sinop'un havasından ve suyundan olsa gerekti.
Daha çok gariplikleri ve garipçe sözleriyle anımsanan bu bilgeyi anlatmaya girişmeden iki ön açıklama yapayım:
1- Dünyanın en güzel şeyinin ne olduğu sorulduğunda “Parrhesia” (konuşma özgürlüğü) demesi,
2- Ona değgin üç temel kaynak var: a) Diogenes Laertius'un “Büyük Filozofların Yaşamları ve Öğretileri), b) Cemil Sena'nın dört ciltlik “Büyük Filozoflar Ansiklopedisi (1. Cilt)” c) Harun Tepe ve Betül Çotuksöken'in hazırladıkları “Sinoplu Filozof Diogenes” monografisi...
Kendisi daha çok, anekdotlarıyla tanınıyor. İşte onlardan seçmeler:
*Babası Hikesios ile kendisi kalpazanlık yapmış, bu yüzden Sinop'tan kovulmuş. (Ama bununla övünürmüş!)
*Kynik (köpeksi) felsefeci Antisthenes'in öğrencisi olmak istemiş. Hiçbir öğrenci kabul etmemeye kararlı olan Hoca, başlamış bizimkini dövmeye. Diogenes, ne dese beğenirsiniz?
-Vur ama, beni vazgeçirecek kadar sağlam odun bulamayacaksın!
*Euklides'in Okulu'na “safra”, Platon'un derslerine “vakit kaybettirme” diyordu.
*Birgün Platon'dan şarap istemiş. Platon ona bir testi şarap verince suratına bir tokat aşkedip; “Ne söyleneni yapıyorsun, ne de hesap biliyorsun. Sana iki kere ikinin kaç olduğunu soruyorum, 'Yirmi' diyorsun” demiş.
*İnsanların tava alırken kenarlarına vurup sesini dinlemelerine ama insan seçerken hiç özen göstermediklerine şaşıyordu.
*Sadece bir keşkül (bizim bildiğimiz sütlü tatlının konulduğu kap), bir sopa, battaniyemsi bir palto ile fıçıda yaşıyordu. Bir gün bir çocuğun, musluğa ağzını dayayıp su içtiğini görünce, “Bu çocuk bana gereksiz eşya taşıdığımı öğretti” diyerek keşkülü fırlatıp attı.
*Büyük İskender kendisine “Dile benden ne dilersen” dediğinde, öyle servet-i fünun diliyle “Gölge etme başka ihsan istemem” değil, düpedüz “Güneşimi engelleme yeter!” diye bağırdı. Buna rağmen İskender, “İskender olmsaydım Diogenes olmak isterdim” dedi; kolaymış gibi.
*Tapınaktan kupa çalmış birini görevliler götürürken, “Büyük hırsızlar küçük hırsızı götürüyor” dedi.
*“Sinoplular seni sürgüne mahkum etti” diyenlere, “Ben de onları evde oturmaya” dedi.
*Birinden sadaka dilenirken ona, “Başkasına veriyorsan bana da ver, eğer vermediysen benden başla” derdi.
*Hangi şarabı severek içtiği sorulduğunda, “Başkalarının şarabını” cevabını verdi.
*Bizim Bodrum'daki Myndos Kenti'nin kapısını büyük görünce, “Aman kapayı kapatın, şehir, içinden kaçmasın!” dedi.
*Olimpia'dan dönerken, “Orası çok kalabalık mıydı?” diye soranlara “Kalabalık çoktu ama, insan azdı” cevabını verdi.
*Kendisine niçin “Köpek” denildiği sorulduğunda “Verene yaltaklanıyor, vermeyeni ısırıyorum da ondan” cevabını verdi.
*Meyhanede niçin içtiği sorulduğunda, “Berberde de traş oluyorum” cevabını verdi.
*Ölümün iyi mi, kötü mü olduğunu soranlara, “Hiç oradan dönenle konuşmadım ki” cevabını verdi.
*Kimilerine göre çiğ ahtapot yerken tıkanıp, bazılarına göre ise bilerek isteyerek, soluğunu tutarak ölmüş. Öldüğünde 88 veya 90 yaşında imiş.
*Yakınları bir gün onu, battaniyesine sarılmış, Zeus tapınağı saçağı altında yatar durumda bulmuşlar, uyuyor sanmışlar ama ölmüş imiş.
*Megalopolisli Kerkidas onun için şu şiiri yazmış:
“Bir zamanlar Sinoplu olan
eli bastonlu, harmanisi çift kat
açık havada yaşayan adam
artık yok
dudağını dişlerine kıstırıp
soluğuhu keserek
Gökyüzüne gitti.”
*Hemşehrileri onun adına bir sütun dikip, üstüne de bir köpek heykeli koydular. Onu tunç heykellerle taçlandırıp, altına şöyle yazdılar:
“Zamanla tunç da eskir / ama senin şanın sonsuza kadar bozulmadan kalacak Diagenes...”
Demetrios'un yazdığına göre, Büyük İskender'in Babylon'da öldüğü gün, Diogenes Korinthos'ta ölmüş.
Tarihte iz bırakana “öldü” denilirse...