Liseli yıllarımda tanıştım onunla, 7. baskısını yapan kitabı sayesinde.
Kitabın ismi: Hasretinden Prangalar Eskittim.
Kısa zamanda tükeniveren, elden ele, diden dile dolaşan ve her yıl yeni baskısı yapılan bu kitap, onun ilk kitabıydı. Ve son kitabı da oldu. Çünkü başka yazmadı. Yazmak istemedi! Yazamadı!
Neden yazmadığı, yazamadığı hakkında çok farklı şeyler söylenebilir kuşkusuz. Ama o tek kitap, 30 yılı aşkın bir zamandır, hala Türk şiirinin gündeminde.
Ölümünün üzerinden 30 yıla yakın zaman geçti (1991), ama şiirimizin en büyük ustalarından biri olarak ve şiiri hala "gökte bulut, dalda kayısı" gibi ve "korkunç sevdasıyla" yaşamakta Ahmet Arif.
Bugün (2 Haziran) onun ölüm yıldönümü olsa da…
Ne yalan söyleyeyim, şiiri Nazım Hikmet sayesinde sevmiştim.
Şiirin insanı böylesine yürekten vuran, alt üst eden, yüreklerden yüreğe uzanan bir köprü işlevi gören, son derece duyarlılığı olan başlıbaşına bir sanat dalı olduğunu Nazım’ın şiirleriyle anlamıştım. Büyük Usta’nın mısralarında her zaman şiirden fazla bir şeyler vardı sanki. Bu yüzden de, bu ülkede Nazım’dan sonra bir daha kolay kolay böyle şiirler yazılamayacağını düşünüyordum… Ta ki Ahmet Arif, "Hasretinden Prangalar Eskittim" kitabıyla şiir dünyamıza onurlu bir çınar dikinceye kadar…
Nazım’ın şiirini onca sevmeme karşın, itiraf edeyim, Ahmet Arif’in şiirleri kadar insanı alt üst eden, kasırgaya tutulmuş gibi alıp savuran şiirler de okumadım. Çünkü o, özgün şiiriyle, bir halk ozanının sesini, asi bir ruhun yiğitçe edasını, onurlu bir tavrın direniş destanını da ekliyordu şiirine.
Öyle ki, bir ara "Nazım mı, yoksa Ahmet Arif mi daha büyük" tartışmalarının yapıldığını bile anımsıyorum. Ama Ahmet Arif, hep bu tartışmaların dışında ve uzağında tuttu kendisini.
Bu konuda hiç konuşmadı.
Suskunluğu, Nazım’a olan saygısındandı.
Bu yüzden daha da sevildi.
Bir aralar da Ahmet Arif’in "dağların şiirini" yazdığı söylendi.
Nazım’ın kentli ozan tavrına, dağların soluğunu da ekledi Ahmet Arif.
"Sevdadır" diyordu, ağulardan süzülmüş sesiyle, "suçun nedir?" diye sorulduğunda.
Ne desin, şiirinden başka bir suçun gölgesi düşmemişti ki künyesine.
Bu yüzden, "Ben şairim" derken, "Yürek işçisi yani, namus işçisi" diye açıklıyordu şairliği de…
Ve o, dört yanının "puşt zulası" olduğunu da çok iyi biliyordu!
Bu yüzden de sevdasını anlatırken, "Yokluğun cehennemin öbür adıdır, üşüyorum, kapama gözlerini" demiştir bir başka şiirinde. Ve "terketmedi sevdan beni" diyordu bir şiirinde.
Ömür onu terk etti, ama biliyorum ki sevdası yaşıyor.
Bir yerlerde yaşatılıyor!
***
İşte onun en sevdiğim şiirlerinden birinden küçük bir bölüm:
Gelgelelim,
Beter, bize kısmetmiş.
Ölüm, böyle altı okka koymaz adama,
Susmak ve beklemek, müthiş
Genciz, namlu gibi,
Ve çatal yürek,
Barışa, bayrama hasret
Uykulara, derin, kaygısız, rahat,
Otuziki dişimizle gülmeğe,
Doyasıya sevişmeğe, yemeğe…
Kaç yol, ağlamaklı olmuşum geceleri,
Asıl, bizim aramızda güzeldir hasret
Ve asıl biz biliriz kederi.