10.11.2021, 11:24

"Ülkelerin kendi koşulları belirler"

Küçük burjuva hevesçiliğinin övüle geldiği, kahramanlık sayıldığı, macera günlerin hâlâ coşkuyla anlatılabilir olduğu günümüz içinde Yaşar Kemal’in “İnce Memed”ine ihtiyaç unutulmadan, Evrensel gazetesinde İhsan Çaralan’ın konu işçi sınıfı olduğunda sorular CHP’ye hep çalışmadığı yerden geliyor yazısı beni derin düşüncelere götürdü.

Yıllarca kafamın içinde emekçi sınıfına dayanarak siyaset yapmanın zorluğunu ama gerçek kurtuluşunda oradan geçtiğini vurgulayan Vedat Türkali’nin “Komünist” kitabını hatırlattı. Bizde oraya uğrayalım ve altını çizdiğim şu satırları aktarıyorum: “Tüm eleştiri, özeleştiriler komünistlerin emekçi yığınlardan kopmamaları doğrultusunda olmalıdır, anlamına gelir bu sözler. Bunun vazgeçilmez koşulu, emekçi yığınların, tam bir sınıfsal özgürlük ortamına, tüm sorunların korkusuz, baskısız düşünülüp konuşulduğu, tartışıldığı bir gerçek demokratik topluma kavuşturulmalarıdır. Toplumun yazgısına egemen Parti’nin, .. ilkelere oturtulmuş bu tam özgür davranış biçimini önce kendi içinde yaşama geçirmesi gerekir; demokratik santralimden beklenen budur.

İşler “antidemokratik-bürokratik santralizm”e dönüştürülmüş, merkezin başına da uyanıkların tapıp taptırdığı birisi yerleştirilmişse, düşündüklerini açık yüreklilikle söyleyecek “enayi!”lerin sürgünü, kampı, cezaevini, celladı boyladığı bir ortam oluşur ki, öyle bir toplumda özverili gerçek devrimcilerin gözü kara atılımları durumu daha da ağırlaştırır. Dalkavukların, ikiyüzlülerin, sahtekârların egemen olduğu böyle bir toplum, bilim, teknoloji, üretim kalitesi açısından geri kalmaya yazgılıdır. Emekçi yığınların gerçek dostlarının ezildiği, sınıf düşmanlarının ödüllendirildiği çarpık bir yapı oluşur. Lenin’in 20. Kongre’de yer alan, “Çok şey yapıp başardık; ancak kişilerin bir karar için düşüncelerini bildirirken, inandığı doğruyu değil, ‘kimden yana konuşursam başım belaya girmez’ kaygısıyla sırasında inançlarının tam tersini söylemesini önleyemedik!” yakınması, yaşanmış tarihsel trajediyi asıl önemli öğesiyle açıklar. Stalin’i ya da bir başkasını suçlamakla bir yere varılamaz; asıl sorun, toplumda hiçbir yöneticiye, ya da yöneticilere toplum yönetiminde kamunun, bireylerin denetim gücü üzerinde yetki tanınmasını kesinkes önleyen bir yapıyı kurmaktır. “Glasnost”, “peresteroyka” sözcüklerinin uçuştuğu günlerde, Sovyet Yazarlar Birliği’nin çağrılısı olarak Moskova’daydım. Bir konuşma sırasında, yeni demokratik açılımdan mutluluk duyarak, Sovyet işçilerinin duruma el atıp işleri yoluna koyacağına olan inancımdan söz ediyordum ki, “Hangi Sovyet işçileri?” dedi görevli kişi! Şaşkın bakışım karşısında ekledi hemen: “Sovyet işçileri öylesine ‘depolitize’ edilmiştir, sürü gibidirler; hiçbir şey beklenmez onlardan!” “Sizler gelip gidiyorsunuz; bu halk neler çekiyor, biliyor musunuz?” Donup kalmıştım. Nereden bilecektik? Bize neyi göstermişlere onu biliyorduk biz. İşin ilginç yanı, daha önceki iki çağrıda da aynı görevli ile dolaşmıştık Sovyetler Birliğini.. Çeşidi konularda “yoldaşça!” konuşmalar yapıp sosyalist ülkedeki mutluluğumuzu bölüşmüştük! İlk kez gösteriyordu bu eleştiri yürekliliğini. Yıkılamaz, görkemli sosyalist toplum, bu sindirilmiş aydınlarla, “depolitize” edilmiş emekçi sürüleriyle mi kurulacaktı? “Stalinizm” denilen olgu salt Stalin’in kişiliği olgusu değildir; yerine göre ne “Stalin”leri; “Stalincik”leri o kötü model yaratmıştır. Hem toplum içinde, hem de devrimci parti aygıtının işleyişinde zorunlu olan şey, emekçi halk yığınlarına kopmaz biçimde kök salmış demokratik denetime dayalı işleyişe kavuşmaktır. Günün çözüm bekleyen sorunu budur. Leninist parti tipinde “demokratik santralizm”in işleyiş biçimi üzerine enine boyuna düşünmek gerekir. Partinin, liberal laçkalığa düşmeden, gerçekten demokratik özelliğini yitirmemesi için ille de yoldaşlarına sevecen bakan bir Lenin’in varlığı temel koşulsa, Lenin kolay çıkmaz tarihte! En ağır düşünce yanılgısına düşen arkadaşlarına, çok zorunlu durumda bile en hafifinden ceza uygulatan Lenin döneminde, savaş açılmış sınıflara hiçbir ödün verilmemiş, hiçbir gerçek devrimcinin de burnu kanamamıştır. Ancak yukarda değindiğimiz gibi, Lenin’siz de başka çözüm yolları olmalıdır bu sorunun. Bu kaygıların yanı sıra şöyle bir soru da gündemde yer alır bugün: Marks’ın, Paris Komünü denemesinden sonra kırılıp parçalanması zorunluluğundan söz ettiği “burjuva devlet yapısı” üzerine yapılan tanı, Lenince yaşama geçirilen uygulama biçimi bugün de yürürlükte sayılabilir mi? Bu bağlamda demokratik santralizme dayalı “Leninist devrimci parti” çalışma biçimi çağımızda da geçerliğini koruyor mu? Yoksa, Sovyetler Birliği kuruluşundaki kanlı yanlışlardan sonra, II. İnternational’e bağlı partilerin Marksizmi “reformist” yorumlarının doğruluğu kanıdanmış mı oldu? Marks’ın, Lenince yorumundan dünya şunları kazanmıştır: O yöntemle koca bir coğrafya parçasında, yıkılışıyla bile insanlığa engin deneyimler bırakmış ilk proleter sosyalist toplum kurulmuştur. Çin’den, Kore’den, Çin Hindi’nden Afrika’ya, Küba’ya, Güney Amerika ülkelerine, dünyanın hemen her köşesinde tüm devrimcilere esin kaynaklığı eden Leninizmdir; sırasında o devrimlerin ilk destekçisi de, Lenin’in kurduğu o ilk sosyalist ülke olmuştur. Devrimin ille de sanayi ülkelerindeki sınıf savaşlarıyla gelişmiş ülkelerde olacağı “dogma”sını aşarak dünyayı kuşatmış emperyalist zincirin zayıf halkasına saldıran ulusal bağımsızlık savaşlarıyla bağlantılı biçimde, dünyanın sanayice gelişmiş ülkelerinin dışında herhangi bir yerinde de başarıya ulaşabileceği savıyla tarihin bu aşamasındaki toplumsal devrimi de, onun ayrılmaz bağlaşığı anti-emperyalist ulusal kurtuluş savaşlarını da en doğru değerlendiren Leninizm’dir. Yoksul, topraksız köylülüğün, köy emekçilerinin toplumsal devrimde işçi sınıfı yanında yer almalarını devrimin olmazsa olmaz koşullarından sayarak köylülüğün devrimdeki doğru yerini saptayan da Leninizm’dir. II. International’in, kapitalist düzenle bütünleşmiş olan partileri, kanlı iki cihan savaşından sonra, iktidara geçtikleri ülkelerdeki emekçi halklara, gerçek sosyalist dünyadaki uygulamalardan ürküp yılmış burjuvazilerden koparabildikleri, göz boyama biçiminde bir-iki düzeltmeden öte ne kazandırmışlardır? İktidarı bıraktıkları anda da, temelde değişmeden dönen kapitalist çark, -hele Sovyetler Birliği’nin dağılışından sonra- emekçilere kaptırdıklarını bir biçimde geri almıştır. Ayrıca unutmamak gerekir ki, reformist partilerin iktidarda emekçilere bir şeyler kazandırdıkları ülkeler dünya soygununu paylaşan tekellerin anavatanlarıdır; emekçilere verdikleri de geri bırakılmış başka ülkeler halklarının soygunundan, vurgunundan elde edilmiş artıdeğer, artıürün yağmasının parçacıklarıdır.

Bütün bu doğrulara karşın, bugünün koşullarında, emekçi halkın yararlanacağı demokratik ortamı oluşturmak, ya da korumak, kollamak için, reformist partilerle eskilerde yapıldığı biçimde bağlaşıklık kurmak zorunludur. Bugünkü burjuva devlet düzenini, yeni bir toplum kurmak için kullanma yollarını, emekçi halklarla birlikte yeniden zorlamak da yararlı bir deneme sayılabilir. Her ülkenin kendi özgün koşulları olduğu gibi, bugünkü dünya da, her şeye karşın, ne Paris Komünü döneminin, ne de Yirminci Yüzyıl sosyalist devrimlerinin gerçekleştiği dünya değildir. Baş döndürücü bilimsel teknolojik gelişmelerin dayatmasıyla emperyalist düzenin bataklığa saplandığı yeni bir dönemde, eski kutsal, toplumsal kurumlara bakışta yeni bilinç düzeylerine erişmiş kuşaklarla -eski denemeleri gözden kaçırmadan- yeni denemelere girişmekte yarar vardır.

“Proleter devleti” kurmak için eski “burjuva devlet aygıtım” yıkıp parçalamak düşüncesi iyi kavranmamış, yanlış yorumlanıyor da, gözü kara yiğitlerin elde bomba ortaya atılması biçiminde uygulanıyorsa emperyalizmin kanlı oyunlarına kapı aralayan kışkırtmaya, sonuçta da geniş yığınlarda ürkü yaratarak karşı devrimi beslemeye elverişli eylem biçimine dönüşebilir. Emekçi yığınların desteğinden yoksun, kendi halkıyla bütünleşmemiş hiçbir devrimci atılımın, küçük burjuva serüvenciliğinden öteye geçip başarıya ulaştığı görülmemiştir. Burjuva devlet aygıtını yıkıp proleter devletini kurmak, tüm dünyada uzun yıllar denenip çıkmazlığı kanıtlanmış küçük burjuva kökenli anarşizmin anladığı anlamda, yolda, bireylerin silaha davranmalarıma değil, bilimsel devrimci öğreti çizgisinden sapmayan gerçek devrimcilerin emekçi yığınlardan kopmadan yürütecekleri örgütlü savaşımlarıyla varabilecekleri iktidar aşamasında yapmaları gerekli, kiminde zorunlu, yeğlemedir. İktidara ulaşmanın biçimini -demokratik seçim yolu da içinde-, her ülkenin kendi tarihsel koşulları belirler. Çıkış biçimi özgün Fidel Castro, halkınca bağrına bastırıldığı için başarmıştır. Başına ödül konarak aranırken dağda kendini yakalayınca adını söylememesi için uyarıp kurtulmasını sağlayan Yüzbaşı, salt kendinin değil, Küba halkının da isteğini yerine getirmişti.(Altını ben çizdim MCG). Aynı yolun simge kahramanı Che Guevara, halkını kazanamadığı Bolivya dağlarında, emperyalist güçlere en aşağılık pazarlıkla satılmıştır. Yiğit bireyleri, yanlarına alarak savaştıkları yığınlar değerlendirir.

Emperyalizmin, sinemasından politikasına kahpece ustalıkla sömürdüğü, sosyo-politik utkuları abartılmış bireysel kahramanlıklara bağlayan bu yaşamsal öğreti yanılgısının acılarını, tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de ne çok yaşadık, yaşıyoruz. Kimi genç kuşakların tehlikeli biçimde sarıldığı bu öğreti yanılgısının tarihsel kaynakları var bizde. Okullarımızda bütün tarih eğitimi, bireylerin isteğine, buyruğuna bağlı öyküler üstüne kuruludur. Avrupa’yı Attila titretmiş, İstanbul’u Fatih almış, Osmanlı’yı zirveye Kanuni çıkarmış, zulmü Abdülhamit yapmış, ülkeyi Atatürk kurtarmış... tır. Bütün toplum bu yüzeysel, basmakalıp inançlara koşullandırılmıştır.

Bir “27 Mayıs” sabahında uyanıp da, gizlice el ele vermiş genç subaylarca kendini “kurtarılmış” bulan kafası yalınkat bir ülkede, “sosyalist devrimin hiç de böyle yapılamayacağını anlatmak kolay olamazdı. Yanlışa batık toplumumuzun tertemiz gençliğini, silah tekellerinin uzantısı mafyalarla gizli polis örgütleri ne kanlı oyunlara düşürdü, düşürüyor; biliyoruz, görüyoruz. Kapitalizmin son aşaması olarak emperyalizm üzerine Lenince yapılan irdelemeyle konulan tanının, emperyalizmin yeni aşaması olan “globalizm” için de geçerliğini koruduğu bellidir. Emperyalistler arası çatışmalar, kendilerini de kurtaramayacakları nükleer yok oluş korkusuyla açık bir “üçüncü dünya savaşı”na dönüştürülemedi; ama finans saltanatının çizdiği yolda, tüm yeryüzünde tekeller arası sinsi-açık mafyatik vuruşmalarla gene her yan, her an kana bulanıyor. Cepheleri tüm yeryüzünü kaplayacak kadar oynak, adı edilmeyen bir “üçüncü dünya savaşı” içindeyiz. Metropollerdeki sınıf kavgasını uyuşturmayı bir ölçüde becerebilmiş emperyalist ülkelerin bugün de en korktukları şey, Asya’da, Afrika’da, Güney Amerika’da durmaksızın her gün bir biçimde patlak veren, “halkların kendi yazgılarını belirleme ilkesi”ne dayalı antiemperyalist, ulusal kurtuluş savaşlarıdır. Moskova’da, Devrim Müzesi’nde asılı bir sözünde şöyle bir şey diyordu Lenin: “Uluslararası dünya devrimi, emperyalist ülkelerin, tüm dünyadaki ulusal kurtuluş savaşlarıyla metropollerine kovulmalarından sonra gerçekleşebilecek gibi görünüyor. Çelişkili olsa da, tarihin gerçeği bu!” Beyaz Saray’ın ünlü teorisyeni, Polonyalı Brezinsky, “Dünyamızı tehdit eden en büyük tehlike milliyetçilik duygulandır,” sözünü boşuna söylemiyor demek!

Yıkılıp giden hiçbir sınıfın diretmeden boynunu ipe uzattığını tarih yazmıyor. Tarihin en karanlık egemen sınıfı, kapitalist emperyalizm, “benden sonra tufan!” kafasıyla insanlığı bir anda yok edebilecek nükleer silah gücüyle donanımlı bugün. Tüm devrimci atılımlara karşı ağırlığını en gözü kara biçimde koyuyor, aslında çelişkilerini bileyerek mezarını kazan bilimsel, teknolojik her türden gelişmeyi, yaşamını uzatmak için en incesinden kullanmayı beceriyor şimdilik. Dünya dolar saltanatının başkenti Amerika’da, bilgisayar programları düzenler gibi, dünyayı elinde tutma yolu olarak cinsellikten dinselliğe her türden en yüksek düzeyde saptırıcı öğretiler, kof ama çekici düşünce-sanat-edebiyat akımları üretiliyor bugün. Tüm medya olanaklarıyla kozmopolit bir evrensellik içinde yeryüzüne sürülen bu ağılı kültürün de bayıltıcı etkisiyle sınıflararası savaş uyutulmaya çalışılıyor, kişiler, kurumlar satın alınıyor, ulusal kurtuluş kavgası yürüten ülkelerdeki kimi sınıflar, katmanlarla çıkar bağları güçlendiriliyor; bir terslik çıktı mı da, ortalık hiç acımaksızın gizli, açık kana bulanıyor. Bunun en somut, en acı örneklerini gene kendi ülkemizde görüyor, yaşıyoruz. Gerçek vatanseverler vatan haini sayılıp sırasında öldürülüyor, ülkemizi yabancılara, Amerikalılara haraç mezat devredenler vatansever diye dolaşıyor bugün Türkiyemizde. Emperyalizmin tüm dünyada uyguladığı yöntemdir bu. Dev ölçülerdeki üretim olanaklarıyla kişisel mülkiyetin temel çelişkisi var oldukça önlenemez işsizliğin, açlığın, uyuşturucunun, çeşidi hastalıkların, çevresel bitkinliklerin, yok oluşların, nükleer felaketin kıskacındaki korku egemen bir dünyada hiçbir yaşamsal sorunu çözememeye yazgılı kapitalist emperyalist düzen, globalizm aldatmacalarıyla, gözdağlarıyla, cinayetlerle insanlığı yok olmanın eşiğinde daha ne kadar tutabilir? Hele, insanların her yanda göz göze yaşadığı, masal dünyasını andıran baş döndürücü iletişim çağında! Sosyalist Sovyetler Birliği’nin yıkılması her şeyin bitmesi değildir; soluklanmak için bir “ara verme”dir belki de!

Yitirdiklerinin bilincine varmaya başlayan emekçi yığınlarının aymalarıyla daha görkemli bir yapıyı, en demokratik biçimde daha temelli kurma dönemine geçmeleri, tarihsel akışın en doğal yoludur. Sosyalizmin yıkıldığı sanılan her ülkede açık seçik belirtileri de var bunun. Her şey bir yana, bir buçuk milyarlık Çin’de tarihin çok önemli bir denemesi yapılıyor bugün. Komünist Partisi iktidardadır; kapitalist dünyadan gelen yatırımcılara denetimi altında açık tutuyor ülkeyi. Bolşevik Devrimi’nden sonra Lenin de çağrı çıkarmıştı Batı kapitalizmine; gelmedilerdi. Tek yatırımcı, bir devrimci işçinin çocuğu, kızıl milyoner denilen Amerikalı, Lenin’in kişisel dostu Hammer olmuştu; kurşunkalem fabrikası kurmakla başlamıştı yatırımlarına Sovyetler Birliği’nde. Emperyalist dünya daha mı uygarlaştı artık; sosyalizme daha mı sevecen bakıyor?! Kuşkusuz ki öyle değil. Emperyalist dünya öylesine bunalmış durumda ki, bir buçuk milyarlık bir pazarı ideolojik kaygılarla yitirmek lüksüne katlanamaz bugün. Bu bunalım yarın daha da artacaktır. “Kapitalist, kendisinin asılacağı ipi satan adamdır,” sözü boşuna söylenmemiş! Gönüllü gönülsüz, satmak zorundadır o ipi. Bütün bu olgular, içten içe birikimlerle emekçilerin özgür dünyası için gerçek demokratik sıçramalara doğru giden, uzun aşamalı bir “dünya devrimi” sürecinde yaşadığımızın belirtileri değilse, nedir? İnsanlığın sonu mu geldi?”

Çok uzun olur diye üzerine bir şey eklemeyeceğim ancak daha sonra kaleme alacağım günümüz koşullarını. Sevgiyle, sağlıcakla kalın…

Yorumlar (0)
12
parçalı az bulutlu
banner17
Günün Karikatürü Tümü
Günün Anketi Tümü
Bergama İl Olmalı mı?
Bergama İl Olmalı mı?
Puan Durumu
Takımlar O P
1. Galatasaray 32 83
2. Fenerbahçe 32 75
3. Samsunspor 33 57
4. Beşiktaş 32 55
5. Başakşehir 32 51
6. Eyüpspor 33 50
7. Göztepe 32 46
8. Trabzonspor 32 46
9. Antalyaspor 32 43
10. Konyaspor 33 43
11. Kasımpaşa 32 43
12. Gaziantep FK 32 42
13. Kayserispor 32 41
14. Rizespor 32 40
15. Alanyaspor 32 35
16. Sivasspor 33 34
17. Bodrum FK 32 34
18. Hatayspor 32 19
19. A.Demirspor 32 -2
Takımlar O P
1. Kocaelispor 37 69
2. Gençlerbirliği 37 65
3. Karagümrük 37 63
4. İstanbulspor 37 61
5. Erzurumspor 37 61
6. Bandırmaspor 37 61
7. Iğdır FK 37 58
8. Boluspor 37 58
9. Amed Sportif 37 57
10. Ahlatçı Çorum FK 37 54
11. Ümraniye 37 53
12. Esenler Erokspor 37 52
13. Keçiörengücü 37 51
14. Pendikspor 37 48
15. Sakaryaspor 37 48
16. Ankaragücü 37 45
17. Manisa FK 37 45
18. Şanlıurfaspor 37 40
19. Adanaspor 37 30
20. Yeni Malatyaspor 37 -21
Takımlar O P
1. Liverpool 35 82
2. Arsenal 35 67
3. M.City 35 64
4. Newcastle 35 63
5. Chelsea 35 63
6. N. Forest 34 60
7. Aston Villa 35 60
8. Bournemouth 35 53
9. Brentford 35 52
10. Brighton 35 52
11. Fulham 35 51
12. C.Palace 34 45
13. Wolves 35 41
14. Everton 35 39
15. M. United 35 39
16. Tottenham 35 38
17. West Ham United 35 37
18. Ipswich Town 35 22
19. Leicester City 35 21
20. Southampton 35 11
Takımlar O P
1. Barcelona 34 79
2. Real Madrid 34 75
3. Atletico Madrid 34 67
4. Athletic Bilbao 34 61
5. Villarreal 34 58
6. Real Betis 34 57
7. Celta Vigo 34 46
8. Rayo Vallecano 34 44
9. Mallorca 33 44
10. Osasuna 34 44
11. Real Sociedad 34 43
12. Valencia 34 42
13. Getafe 34 39
14. Espanyol 34 39
15. Sevilla 34 38
16. Alaves 34 35
17. Girona 33 35
18. Las Palmas 34 32
19. Leganes 34 31
20. Real Valladolid 34 16

Gelişmelerden Haberdar Olun

@