Önce ‘Tarihte Bugün’ köşesine bir bakalım; 1 Kasım 1922 günü saltanatın, 3 Mart 1923 günü, hilafetin kaldırılmasından sonra 9 Nisan 1928’de, İsmet Paşa ve 120 arkadaşının verdiği kanun teklifi ile 1924 Anayasası’nın 2. Maddesinde yapılan değişiklikle"Türkiye Devleti’nin dini İslam’dır, Resmi Dili Türkçe’dir, Makamı Ankara şehridir" değiştirilerek cümleden "İslam dini" çıkartılır.
Bu değişikliğe bağlı olarak 16. maddedeki, milletvekillerinin ve 38. maddedeki cumhurbaşkanının yemininden "Vallahi" kelimesi yerine “namusum üzerine söz veririm” konulmuş, 26. maddedeki “din işlerinin düzenlenmesinin TBMM’nin görevleri arasında sayılması” da kanun metninden çıkartılmıştır.
Bu değişiklikler 10 Nisan 1928 tarihli Resmi Gazete ’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş ve bu tarih 10 Nisan Laiklik Günü olarak kutlanmaktadır.
Bu değişikliklerle Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin laik bir devlet olması amaçlanmış ve laik devlet anlayışına yönelik değişiklikler yapılmasına rağmen Laiklik bir ilke olarak Anayasa metnine ancak 5 Şubat 1937’de yapılan bir değişiklikle girebilmiştir.
1982 Anayasasının “Başlangıç” metninde ‘laiklik’“…laiklik ilkesinin gereği olarak kutsal din duygularının, Devlet işlerine ve politikaya kesinlikle karıştırılamayacağı…”anayasanın çerçevesinde ki esaslardan biri olarak açıklanırken 2nci maddede Cumhuriyetin niteliklerinden biri olarak belirtilmiştir.
Madde 2 – Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir.
Atatürkçü Düşünce Sisteminin ve Türkiye Cumhuriyet'ininkurulusundaki temel taslarından bir tanesi ve en önemlisi laiklik ilkesidir. Nedir laiklik?
Önce laik kelimesi ile başlamak ve bu kelimeye yüklenen anlam ile laiklik ilkesine açıklık getirmek için felsefi yapı, siyasal ve hukuki alanla, sosyal yapıdaki anlam ve uygulamalarını kısaca açıklamak gerekir ki uygulama da ki esaslar ortaya çıkarılabilsin.
Kelime anlamında; Laiklik, dilimize Fransızcadan geçmiştir. Fransızca ’ya ise Latince Laicus’dan, o da Grekçe Laikossıfatından gelmektedir. Grekçe ’de Laos halk, Laikos dinadamlığı sıfat ve yetkisini tanımayan ya da dinle ilgisi olmayan,halkla ilgili olan anlamındadır.
Buna göre laik kimse, halktan olan, ruhban sınıfına mensup olmayan kimse demektir. Laikos sözü dini sistemle kurulmuş toplumda din adamları dışında kalan kimseleri anlatmak için kullanılmıştır.
Sıfat olarak ise laik kelimesi, devletin, bireyin, ya da varlıkların ve toplumsal ilişkilerin dini kurallara bağlı olmayan niteliklerini belirtmektedir. Sözcük bu anlamda 19’ uncuyüzyılın ikinci yarısından itibaren “Laik toplum”, “Laik devlet” şeklinde kullanılmaya başlamıştır.
İnsanlığın gelişim süreci içerisindegelişmelere paralelolarak meydana çıkan olgular ışığında felsefe, bilim, hukuk vesanat dallarında laik kelimesinin tarihi olarak ta bir anlamı ortaya çıkmıştır. Bu gelişim içerisinde var olan dini kimliklerin toplum hayatında ayrılması ve ayrıştırılmasıdır. Yani din ile bilimin, din ile hukukun, din ile sanatın ve son olarak ta din ile devletin ayrılmasıdır.
Felsefe açısından laiklik, iman ve inanç yerine aklın egemenliğinin kabul edilmesidir.
Siyasal alanda laiklik, siyasal iktidarların dinsel iktidarlardan ayrılmasını ifade eder.
Hukuki anlamda ise devlet ile dinin birbirine karışmamasıdır.
Sosyal açıdan ise bağımsızlık ve çağdaşlık anlamlarını taşımaktadır.
Bu dört anlamın birbirleriyle olan ilişkileri sonucunda laiklik “Hür, bağımsız ve çağdaş devlette; devlet isleriyle dinislerinin birbirinden ayrılmasını ve devletin siyasal, iktisadi vehukuki düzeninde dinsel inançlar yerine aklın egemen olmasını” ifade etmektedir.
Laiklik dinsel bir kavram, yalnız bir vicdan özgürlüğü değildir, yalnız din ve devlet islerinin birbirinden ayrılması da değildir. Dini eylem ve düşünceleri dünya ve devlet islerinden ayırmak demektir.
Laiklik devlet ve toplum yönetimindekanunların ve her türlü düzenlemenin dini kurallara göre değil toplumun ihtiyaçlarını karşılayacak çağdaş, bilim ve teknolojiye uygun kurallardır.
Laiklik ilkesine asıl özelliğini veren üç ana unsur;
Devletin temel yapısı ve isleyişinin din kurallarına tabi kılınmaması,
Devletin dinler karsısında tarafsız olması,
Bireylere hiç bir kişi veya kurum tarafından dinsel baskı ve zorlama yapılmamasıdır.
Laiklik inanca karşı değildir, laiklik teokrasiye, dini iradeye, dini devlet yönetimine, tek adam yönetimine karşıdır. Laikliğin karşı olduğu teokrasi sadece İslam teokrasisi değil Hıristiyan ve Musevi teokrasisi de olabilir. Laiklik bir inanç hele dinsizlik değil, bir devlet niteliği, bir devlet yönetim sistemidir.
Atatürkçülük Düşünce Sisteminde Laiklik ilkesi; Atatürk’ün sözleri ile…
Lâiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti de demektir. (1930)
Lâiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkânını temin etmiştir. (1930)
Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. (1926)
Devlet ve dinin ayrılığı, devletin dinsel kurallara dayanmasıyla tam açıklanamaz, laiklik ilkesi aynı zamanda kişiye din konusunda özgürlük tanıması vebu özgürlüğün korunmasıdır. Ki bu özgürlük Anayasanın 24 ncü maddesinde “Din ve Vicdan Hürriyeti” amir hüküm olarak yerini almıştır.
Dinsel inancından ötürü kişinin ayrıcalıklı davranışlarla karşılaşmamasıdır.
Yasalar önündekişilerin dinsel farklılıklar güdülmeksizin eşit olmasıdır. Buaçıdan laiklik din konusunda kişinin özgürlüğünün öbür kişiler,toplum ve devlet tarafından tanınması, saygı gösterilmesi veyaptırımlarla korunmasıdır.
Laikliği kelime ve ilke olarak açıkladıktan sonra içinde bulunduğumuz ortam ve uygulama esasları ile Anayasanın 174’ncü maddesi Devrim Kanunlarının Korunması amir hükmü açısından değerlendirmeleri ise siz okurlara bırakıyorum.
Kaynakça: Hasan Zeki Sungur, Atatürk Devrimleri ve Karşı Devrim, 2010