Ajans Bakırçay
2019-12-23 07:37:54

23 Aralık 1930

Hasan Zeki Sungur

23 Aralık 2019, 07:37

1923 yılında Cumhuriyetin ilanı ve Devrimlerin yapılmaya başlamasıyla T.C. Devletinin laik bir sistemle idare edilmesine karşı olan güçlerin etrafında örgütlenen tutucu, bağnaz, devrim karşıtı kişiler ve bunların yarattığı ortamda güç bulan şeriatçı bir gurup, 23 Aralık 1930 günü Menemen’de Asteğmen Kubilay ve bekçiler Hasan ve Sevki’ yi şehit etmişlerdi.

İsyanın ardından kurulan Divanı Harp‘te olayın failleri olarak yargılanan sanıklara 26’sı idam olmak üzere çeşitli cezalar verilmişti.

İsyan, dinci çevrelerce basit ve sıradan birkaç meczubun hareketi olarak değerlendirilirken olayın bir provokasyon olduğu da öne sürülmüş ve o günlerde siyaseten CHF (Cumhuriyet Halk Fırkası)nin karşısında güçlenen Serbest Fırkanın önünü kesmek için onun güçlü olduğu Menemen ilçesinin seçildiği iddia edilmişti.

Bugün isyanın 89’uncui yıldönümünde bu iddialar halen gündemde ki yerini korumakta ve dinci basın tarafından kullanılmaktadır.

Menemen’de vukuu bulan isyanı sadece 23 Aralık 1930 günü gelişen bir olay olarak görmek olayı basitleştirmek ve sıradanlaştırmaktır.

Olayın öncesi, birkaç gün- birkaç ay değil birkaç yıllık bir birikimin ve öç alma duygusunun eseridir. İncelenmesi gereken 23 Aralık 1930 a nasıl gelindiğidir.

Sırasıyla…

1. TERAKKİPERVER (İLERLEME YANLISI) CUMHURİYET FIRKASI

Kurtuluş Savaşının tamamlanması, Ankara’da Büyük Millet Meclisi’nin açılması ve 1921 yılında ilk Anayasanın yapılmasıyla Cumhuriyetin laik nitelikleri belli olmaya başlamıştı. Atatürk’ün en yakınındaki kişiler de dâhil olmak üzere Atatürk’ün yapmayı tasarladığı çağdaş, demokratik ve sosyal hukuk devletini amaçlayan devrimlere karsı bir güç oluşmuş, ilk devrimci atılımların ortaya konmasından sonra düşünce ayrılıkları bas göstermiş yollar ve yöntemler ayrılmıştı.

Bu güçler Cumhuriyetin ve onun devrimlerinin karsısında olmuşlardır. 1924 tarihinde yapılan yeni anayasada, yeni laik uygulama ve düşüncelerin yanında ikinci maddeye bazı toplumsal ve siyasi zorunluluklar nedeniyle “Türkiye Devleti’nin dini, İslam’dır” ifadesi konulmuştur.

20 Kasım 1924 tarihinde yeni Anayasa’nın kabulünden sonra Atatürk’ün yapmak istediği değişikliklerden hoşnut olmayanlar yeni anayasanın getirdiği demokratik haklardan da faydalanarak Terakkiperver (İlerleme yanlısı) Cumhuriyet Fırkasını kurdular.

Kuranlar Milli Mücadelede Atatürk’ün yanında olan silah arkadaşları Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy ve Adnan Adıvar’dı. Bunların tamamı dinci, tutucu ve Atatürk’ün Cumhuriyet’in ilanı ve öncesindeki düzenlemelerle ileri gittiği düşüncesindeki kişilerdi. Fırkanın programına İslam esaslarını içeren mesajlar koymakta sakınca görmediler ve “Fırkamız dine saygılıdır” ibaresini koydular. Partiye adı Cumhuriyetçi olmasına rağmen dinciler, Kürtçüler ve hilafetçiler dolmuştu.

Destekçilerinden olan Şeyh Sait 13 Şubat 1925 tarihinde ayaklandı. Ayaklanma dinsel, Kürtçü, karşı devrimci, bölgesel bir hareket görünümündeydi. Hükümet, 4 Mart 1925 tarihinde, irtica yanlısı silahlı kalkışmanın önlemlerini daha çabuk alabilmek, devrimleri koruma ve amacına ulaşması bakımından Takriri Sükûn Kanununu çıkarak isyanı bastırmıştı. Kürtçü, bölücü ve dinci ayaklanmanın bastırılmasının ardından 3 Haziran 1925’ te Fırka kapatıldı… Atatürk bu fırka ile ilgili düşüncelerini Nutukta şöyle açıklamaktadır.

“…Parti, dinî düşünce ve inançlara saygılıdır” ilkesini bayrak olarak eline alan kimselerden iyi niyet beklenebilir miydi? Bu bayrak, yüzyıllardan beri cahilleri, bağnazları ve hurafelere inananları kandırarak özel çıkarlar sağlamaya kalkmış olanların taşıdıkları bayrak değil miydi? Türk milleti, yüz yıllardan beri, sonu gelmeyen felâketlere, içinden çıkabilmek için büyük fedakârlıkların gerekli olduğu pis bataklıklara, hep bu bayrak gösterilerek sürüklenmemiş miydi: Cumhuriyetçi ve yenilikçi olduklarını zannettirmek isteyenlerin, yine bu bayrakla ortaya atılmaları, dinî bağnazlığı coşturarak, milleti, Cumhuriyet’e” ilerlemeye ve yenileşmeye karşı kışkırtmak değil miydi? Yeni parti, dinî düşünce ve inançlara saygı perdesi altında : “Biz Hilâfet’i yeniden isteriz; biz yeni kanunlar istemeyiz; bize Mecelle yeterlidir; medreseler, tekkeler, cahil softalar, şeyhler, müritler biz sizi koruyacağız; bizimle birlikte olunuz! Çünkü Mustafa Kemal’in partisi Hilâfet’i kaldırdı. İslâmiyet’e zarar veriyor; sizi gâvur yapacak, size şapka giydirecektir” diye bağırmıyor muydu? Yeni partinin kullandığı slogan bu gerici haykırışlarla dolu değil miydi?”

“…Terakkiperver ve Cumhuriyet Fırkası’nın programı en hain kafaların eseridir. Bu parti, memlekette suikastçıların, gericilerin sığınağı ve ümitlerinin dayanağı oldu. Dış düşmanların, yeni Türk Devleti’ni körpe Türk Cumhuriyeti’ni yıkmayı hedef alan plânlarının kolaylıkla uygulanmasına yardım etmeye çalıştı. Tarih, (gizli maksatlarla hazırlanmış, genel ve gerici nitelikteki) Doğu isyanının sebeplerini inceleyip araştırdığı zaman, onun önemli ve belirli sebepleri arasında “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın dinî konularda verdiği sözleri, doğu ya gönderdiği sorumlu sekreterinin kurduğu örgütü ve yaptığı kışkırtmaları bulacaktır…

“…Efendiler, yaptığımız inkılâbın genişliği ve büyüklüğü karşısında eski hurafelerin ve müesseselerin birer birer yıkılışını gören bağnaz ve gerici unsurlar, “dinî düşünce ve inançlara saygılı” olduğunu ilân eden bir partiye ve özellikle bu partinin içinde isimleri ün yapmış kimselere dört elle sarılmazlar mı? Yeni parti kuran kimseler bu gerçeği kavramış değiller midir? O halde, ellerine aldıkları din bayrağı ile millet ve memleketi nereye götürmek istiyorlardı? Böyle bir soruya verilmesi gereken cevapta iyi niyet, gailet, kayıtsızlık gibi sözler, memleketi ileriye götüreceğim diye ortaya atılan bir partinin ileri gelenleri için mazeret sayılamaz!…”

2. DEVRİMLER

Atatürk 30 Ağustos 1925 günü Kastamonu’da gençlerle yaptığı bir konuşmada; “Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz devrimin amacı, Türkiye Cumhuriyet’i halkını bütünüyle çağdaş ve bütün anlam ve görünüşüyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktır. Devrimimizin temel ilkesi budur.” diyerek benim en büyük eserim dediği devrimin amacını açıklamıştır.

Atatürk’ün T.C. Devletinin laik bir devlet olması için hedeflediği amaca ulaşmak için ilkelerini belirlediği ve uygulamaya koyduğu özellikle “Laiklik ilkesinin benimsenmesi, Saltanatın ve Halifeliğin Kaldırılması, Şer’iye (din) ve Evkaf (vakıf) Vekilliklerinin Kaldırılması, Harf Devrimi, Tekke Zaviyeler ile Türbelerin Kapatılması, Türbedarlıklar ile Bir Takım Unvanların Yasaklanması ve Kaldırılması, Şapka giyilmesi, Şeriye mahkemelerinin kaldırılması, Tevhidi Tedrisat Kanunu hakkında ki yasalar dincilerin tepkisini çekmiş ve kapatılan Fırkanın yerine yeni bir teşkilatlanma için fırsat aramaya başlamışlardır.

3. SERBEST CUMHURİYET FIRKASI

Terakkiperver ve Cumhuriyet Fırkası’nın kapatılmasından sonra 1927’ de üçüncü dönem milletvekilleri seçimleri yapılır. Meclis tek partiden oluşmaktadır, muhalefet yoktur. 1929 yılında ABD de çıkan, kısa sürede bütün dünyayı saran ekonomik bunalım, yurdumuzu da etkilemiş ve halkın huzurunu bozmuştur. Atatürk mecliste bir muhalefetin olmasının, hatta yeni kadroların iktidara gelmesinin yararlı olacağını düşünür.

Parlamento içinde dürüst ve çalışkan bir muhalefet olmalıdır. Atatürk’e yapılan suikast girişiminden bu yana neredeyse beş yıl geçmiş, bu arada pek çok devrim hiç zorlama olmadan gerçekleştirilmiştir. Çok partili hayata geçmek için yeni bir deneme yapılabilirdi.

Atatürk 1930 yılında çok partili sistemi yeniden geçmek için arkadaşı Fethi Okyar’a Serbest Cumhuriyet Fırkasını kurmasını teşvik etti. Yeni partiyi desteklemek içinde o ana kadar tek parti olan Cumhuriyet Halk Fırkasından bir kısım milletvekili ile kız kardeşi Makbule’nin bu Fırkaya geçmesini sağladı.

Serbest Fırka demokrasinin bir gereği olarak çok partili bir sisteme geçisin ikinci denemesi idi ancak gericilerin Fırkanın etrafında toplanmaları ile partinin eylem ve düşünceleri irticai bir hareket almaya başladı. Parti başkanının İzmir’e yaptığı ziyaret kanlı olaylara sebep olunca Fırka 3 ay sonra kendini kapatmak zorunda kaldı.

4. MENEMEN İSYANI

Serbest Fırka’nın etrafında örgütlenen tutucu, bağnaz, devrim karşıtı kişiler ve bunların yarattığı ortamda güç bulan şeriatçı bir gurup 23 Aralık 1930 günü Menemen’de isyan ederek Asteğmen Kubilay ve bekçiler Hasan ve Şevki’yi şehit ettiler.

Olay bir isyandı ve Cumhuriyet Devrimlerini hedef alıyordu.

5. ATATÜRK’ÜN İSYANA TEPKİSİ

Kazım Fikri Özalp, asker ve siyasetçi kimliği ile Atatürk’ün en yakınında olanlardan biri 1924 ve 1935 yılları arasında Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı görevini sürdürmüş Kazım Özalp Atatürk’ün isyana tepkisini ve olaya bakışını anılarında şöyle anlatıyor.

“Ankara’ya gelen ilk bilgileri şöyle anlatıyor: “25 Aralık 1930 günü, Erenköylü Derviş Mehmet, altı arkadaşıyla beraber Menemen hükümet konağına gelerek, “Ben mehdiyim, dinimiz mahvoluyor, şeriatı kurtarmaya geldim” diye bağırmaya başlamıştı. Büyük bir kalabalık tekbir getirerek toplanmaya başlamıştı. Menemen’de yedek subaylığını yapmakta olan öğretmen “Kubilay”, bu olaya mani olmaya kalkışınca, Derviş Mehmet ve arkadaşları kendisini yere yatırmışlar ve Derviş’in elindeki bıçakla başını keserek vücudundan ayırmışlardı.

Orada bulunan 1500 kadar Menemenliden hiç kimse mani olmaya çalışmamıştı. Derviş Mehmet, Kubilay’ın başını kestikten sonra, kanını içmek helaldir diyerek avucuna aldığı kanı içmişti. Sonra kesik baş bir kazığa saplanarak halka gösterilmişti. Bu arada meydana yetişen bir bekçi ile jandarma askerini de öldürmüşlerdi.”

Bu vahşice eylem, İsmet Paşa gibi soğukkanlı birini bile etkilemişti. Özalp, haberin Ankara’ya ulaşmasından hemen sonra yaşananları da şöyle anlatıyor: “Bu haber Ankara’da bir bomba tesiri yaptı. Derhal Köşk’e çağırıldım. Mustafa Kemal Paşa görülmemiş şekilde kızgın, üzgün ve heyecanlıydı. İsmet Paşa, Milli Müdafaa Vekili Zekai Bey (Apaydın), Ordu Müfettişi Fahrettin Paşa (Altay) da, Köşk’e geldiler.

Mustafa Kemal Paşa, çok sinirli bir durumda söze başladı: ‘Bu ne haldir, mürteciler hükümet meydanında ordunun subayını din adına boğazlayabiliyorlar. Binlerce Menemenliden kimse çıkıp mani olmuyor, bilakis tekbirlerle teşvik ediyorlar. Yunan idaresi altındayken bu hainler neredeydiler? Onların namusunu ve dinini kurtaran ordunun bir subayına reva gördükleri bu saldırının cezasını yalnız hain katiller değil, hepsi en ağır şekilde çekmelidir. Bu Cumhuriyet’i ve bizim başımızı kesmektir. Bundan bütün Menemen sorumludur. Bu kasaba ‘Vilmodit’ ilan edilmeye müstahak olmuştur”

Özalp, ileride “Menemen’i haritadan silin” şeklinde hatırlanacak ‘Vilmodit (Fransızca bir sözcük olan “Ville Maudite”, cezalandırılmış şehir anlamına geliyor. Vilmodit kasaba ise, toplumsal olarak işlenen bir suç yüzünden bir kentin cezalandırılması nedeniyle oluşuyor. Buna göre, “Kasabanın bütün halkı şehir dışına çıkarılır, aileler, birer ikişer memleketin başka şehirlerine dağıtılır, tam boşaltılmış şehir tümüyle yakılır, bugünkü ve yarınki nesillere ibret olmak üzere hükümet meydanına büyük bir siyah taş, sütun olarak dikilir) emrinden’ sonra yaşananları ise kitabında şöyle aktarıyor:

“Atatürk’ün öfkesi dinmiyordu. ‘Derhal harekete geçmeliyiz’, dedi. Cevaplarımızı bekliyordu, yalnız itiraz dinlemeye tahammülü olmadığı anlaşılıyordu. Vakit kazanmak ve havayı biraz yumuşatmak düşüncesiyle, ‘Acaba ayrıntılı raporların gelmesini beklesek mi?’ diye bir görüş ortaya attım. Hiç cevap vermedi. Bir süre oturdu. Biz de konuşmadık. Menemen’de orduya hizmet eden veya önceden hizmet etmiş olan askerler ve aileleri vardı. Masum çocuklar, ihtiyarlar, aciz kadınlar böyle ağır bir cezaya ister istemez maruz kalacaklardı. Konuşmasak bile, bu fikirleri hepimiz zihnimizden geçiriyorduk. Belki bu susma sırasında Mustafa Kemal Paşa da bunları düşündü. Ancak, taviz vermeye niyetli görülmüyordu, ‘İşte böyle olacak, dağılalım’ dedi ve kalktı.”

Verilen emri unutturdular Emir hemen yerine getirilmedi. Peki, dönemin yöneticileri Atatürk’ün emrini nasıl oldu da yerine getirmediler. Özalp, bunu nasıl yaptıklarını da şöyle anlatıyor: “Aramızda, bir iki gün beklemeyi, Mustafa Kemal Paşa’nın tepkisinin ne ölçüde değişebileceğini görmeyi uygun gördük. Ancak, normal kanuni işleri hemen başlattık. Paşa’dan birkaç gün ses çıkmadı. Bir daha “Vilmodit” ten bahsetmedi. Menemen’e yollanan kuvvetler Derviş Mehmet’i ve arkadaşlarını yakaladılar. Orada kurulan Divanı Harp’te mahkeme edilerek idam edildiler. Ayrıca yakalanan baş teşvikçiler de cezalandırıldı.”

27 Aralık’ta Fevzi Paşa’ya yazmış olduğu mektupta Atatürk’ün Menemen halkına serzenişi şöyle dile getirilmiştir:

“Menemen’de yakınlarda meydana gelen gericilik girişimi sırasında Yedek Subay Kubilay Bey’in görevini yaparken öldürülmüş olmasından dolayı Cumhuriyet ordusuna başsağlığı dilerim. Kubilay Bey’in şehit edilmesinde gericilerin gösterdiği vahşilik karşısında Menemen’deki halktan bazılarının alkışla onaylamaları, bütün cumhuriyetçi ve vatanseverler için utanılacak bir olaydır. Vatanı savunmak için yetiştirilen, içteki her politika ve ayrılığın dışında ve üstünde saygın bir konumda bulunan Türk subayının, gericiler karşısındaki yüksek görevinin yurttaşlar tarafından yalnız saygıyla karşılandığına kuşku yoktur. Menemen’de halktan bazılarının hataları bütün millette acıya sebep olmuştur. Saldırının acılığını tatmış bir kesime genç ve kahraman Yedek Subayın uğradığı saldırıyı, milletin bizzat Cumhuriyet’e karşı bir öldürme girişimi olarak kabul ettiği ve cüretkârlarla, destekçileri, ona göre takip edeceği kesindir. Hepimizin dikkati bu sorundaki görevlerimizin gereklerini duyarlılıkla ve gerektiği biçimde yerine getirmeğe yöneliktir. Büyük ordunun kahraman genç subayı ve Cumhuriyetin idealist öğretmenler topluluğunun değerli üyesi Kubilay’ın temiz kanı ile Cumhuriyet, hayatını tazelemiş ve kuvvetlendirmiş olacaktır.“

6. SONUÇ

96 yıl önce Cumhuriyetin ilanı ile başlayan, tek partiden çok partili demokratik bir düzene geçiş için yapılan çalışmalar neticesinde ortaya çıkan bölücü, dinci isyanlar. O gününü iki fırkası ile 1950 den sonra çok partili rejim ve devamında oluşan partilerin özellikle merkez sağ, sağ, milliyetçi ve muhafazakâr olarak adlandırılan partilerin karşılaştırmasını yaptığımızda çıkacak sonuç çok farklı olmayacaktır.

Kahramanmaraş, Madımak ve Çorum olaylarında ki yaşananlar ile Menemen İsyanı ile karşılaştırıldığında hedef aynıdır ‘Türkiye Cumhuriyeti Devletinin laik özelliklerini yok etmek.’

15 Temmuz darbe teşebbüsü cemaat ve tarikat bağlantılarının siyaseten kullanıldığında tehlikenin boyutunun son örneğidir.

Bugün içinde bulunduğumuz siyasi ortam ve yapılmak istenen rejim değişikliğinin Menemen isyanına sebep olan süreçle benzerlikleri yok mudur?

Görülecektir ki dün ve bugün hedef aynıdır. Laik ve demokratik, sosyal, hukuk devleti Türkiye Cumhuriyetini yıkmak yerine otokrat, İslâmi esaslara dayalı bir rejim kurmak.
Unutulmaması gereken ise Mustafa Kemal Atatürk’ün şu sözüdür.

“Efendiler ve ey millet! İyi biliniz ki, Türkiye Cumhuriyeti, şeyhler, dervişler, Müritler, meczuplar ülkesi olamaz. En doğru, en gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır…”

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.