“Bizi toprağa gömdüler. Fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlardı…”
Ah o savaşlar… Kocaman dünyaları, kan göllerine çevirerek küçülten, cennetleri cehennemlere çeviren savaşlar… Gün geçmiyor ki, bir yenisini hortlatmayıversinler! Kimler; elbet ki, gırtlakları paraya doymayan, karınlarının hacimlerini hesaplayamadıklarımız... Emperyalizmin kukla oynatıcıları, maşa tutucuları ve oyuncakları…
Burnumuzun dibinde onlarcası yaşandı ve yaşanmaya, yaşatılmaya devam ediyor. Ancak ben, sizleri 90’lı yılların başına götürmek istiyorum. Avrupa’nın göbeğinde, yine birileri, zulmü kol gezmesi için görevlendirmişlerdi. Parçalanan Yugoslavya’nın içerisinden, ülkecikler çıkarıyor, kimilerine yeni yeni pazarlar açıyorlardı. Ne var ki, bahsini ettiğim göbeğin bazı noktalarında, etnik de olabilecek sorunlar vardı kendilerine göre... Ne yapmalıydılar; evet, savaş… Savaşın en acısını çıkardılar hem de… Avrupa’nın göbeğinde, binlerce Bosna’lı Müslümanın, “etnik kökenleri Türklüğe dayanıyor” etnik sebebini koyarak birilerinin önüne, cennetlerini başlarına yıktılar.
O yıllarda, yani 1993 yılının Mayıs ayı olduğunu tahmin ediyorum ki, yaşım henüz 17… Reşit bile değilim. Yenice çoğalmaya yüz tutmuş televizyon kanallarımızdan, gündemi takip etmeye çalışıyoruz. Ya da boy boy savaş fotoğraflarını, gazetelerin ilk sayfalarından okuyoruz. Gerçi bizim nesil, savaşları televizyondan canlı olarak izleyen ilk nesildi; körfez savaşını hatırlatayım.
Neyse, Avrupa’nın göbeğine geri dönelim;
Can sıkıcı katliamların her geçen gün artarak yaşandığı ve dünyanın âmâymış gibi tepki dahi vermediği Bosna ve oradaki masumlar için bir fikir düştü aklıma; beş-altı kafadar arkadaşımla, bisikletler edinip, ülkemizin şirin sahil ilçelerinden olan Erdek’ten başlamak suretiyle, Alanya’ya kadar pedal çevirecektik ve hiçbir siyasi oluşumu da pedallarımıza dâhil etmeyecektik. İlla ki, bizim gibi masumlar için pedal atmak isteyen de çıkacaktı; onları da yol boyu kervanımıza ekleyecek ve bir çığ gibi büyüyerek, basının dikkatini çekecek, Avrupa’nın göbeğindeki savaşa dur diyecektik.
Ne güzel fikir değil mi?
Ne mi oldu? Fikirden öteye geç(e)medi bisiklet turu düşüncesi ve günler günleri, aylar da ayları kovaladı. Hepimizin bildiği, Srebrenitsa soykırımına, tüm dünya şahitlik etti umurunda olmadan…
Belki, bugünkü tek tesellim, savaş suçlularının ağır şekilde cezalandırılmış olmaları… Her ne kadar da, karmaşık bir yönetim şekli olsa da, Bosna-Hersek adında bir ülkenin varlığının olması… O ülkede bugün nefes alan binlerce soydaşımızın kötü savaş günlerini atlatmış ve bir yurtlarının olması…
İşte tüm bu sıkıntılı günlerde, bir başına, halkının refahı için mücadele etmiş, liderlik yapmış Aliya İzzetbegoviç’i saygıyla anıyorum. 19 Ekim 2003 günü, rahatsızlığından dolayı dünyamızdan göç eden İzzetbegoviç, Bosna Hersek’in garip yönetim şeklini, kaybedecekleri toprakları ve silahlanma-silahsızlanma stratejilerini ABD ve diğer sömürücüler, Paris’te imzalanan Dayton Anlaşması ile kendilerine dayattıklarında; “adil olmasa da, olabileceğinin en iyisi” şeklinde yorumlamış ve daha fazla kanından, canından, yurdundan olmadan imzalamıştır.
Onun şu sözü aklımdan hiç çıkmaz;
“Bizi toprağa gömdüler. Fakat tohum olduğumuzu bilmiyorlardı…”.