Özsuyunu aldığın topraklardan bir kez daha ayrılmak…
Valizleri topladık.
Çeşme’den ayrılıp, otoban yerine sahilden Balıklı Ova güzergahını tercih ederek Ildırı’da bir çay molası verdik.
Nuran’la yüreğimizi dağlayan hastane görüntüleriyle Gazze’de yaşanan acıları konuşuyor ve Azeri ağıtını birlikte mırıldanıyoruz:
"Pes değil mi ey insanlar
töküldü kan ahtı kan
Pes değil mi kara torpah
Su içti gözyaşından…
Silahları yandırın
Arşa kalksın tütsüsü
Her obada her bir evde
Ganat açsın sulh sözü
Yüzü gülsün insanların
Bayram etsin yeryüzü…
Men anayım bu sesimde
Yerin göğün derdi var
Sulhe gelin ey insanlar
Yohsa dünya mehvolar…"
Kadınlar, analar ve barış…
Ildırı… Antik Eritrai…
Eritrai ve karşıda komşu kent Khios’lular yıllarca bir adayı paylaşamayıp savaşırlar…
Babalarını, eşlerini, çocuklarını bu savaşlarda yitiren iki kentin kadınları, Azeri ağıdındaki gibi isyan ederler.
"Yeter!" derler "Yeter… Savaştan başka bir yolu yok mu?"
Ve önerirler:
Bir müddet savaşılmayacak,
bu sürede iki kentin kadınları kalın urganlar örecekler ve iki kentin erkekleri bu urganları bağlayıp adayı kendi taraflarına çekecekler…
Ada ne tarafa çekilirse o kentin olacak…
Eritrai kadınları uzattıkları saçlarını kesip urgan yaparlar ve erkekleri bu saç urganla adayı kendi taraflarına doğru çekmeyi başarırlar…
Kadınlar başarmıştır.
Savaş biter kan durur…
Elbet 2500 yıl öncesinden mitolojik bir öykü…
Elbet hala kara toprak su içiyor gözyaşından…
Ama bu topraklarda yaratılan öyküler beni,bizi
"Savaşsız Sömürüsüz Bir Dünya" mücadelecisi
yapmadı mı?..
Ayrılmanın hüznünü bir kez daha yaşadım…
Çayı yudumlarken karşıdaki Karaburun dağlarına baktık.
Kısa süre önce Nuran’la o dağlardaki köylerde Bedrettin’in izini bir kez daha sürmüştük…
"Hep bir ağızdan türkü
söyleyip,
hep beraber sulardan
çekmek ağı,
demiri oya gibi işleyip
hep beraber,
hep beraber sürebilmek
toprağı,
ballı incirleri hep beraber
yiyebilmek,
yarin yanağından gayrı
her şeyde
her yerde
hep beraber
diyebilmek için…"
(N.Hikmet-Şeyh Bedrettin Destanı)
"Eşitlik, Özgürlük, Sosyalizm"
inancını bu topraklarda öğrenip mücadele etmedim mi, etmiyor muyuz?…
Ayrılmanın hüznü…
İki hafta önce Almanya’dan gelen dostlarla dolaştık bölgeyi; Urla’yı, Seferihisar’ı…
Klazomenai’yi gösterdim onlara, Anaksagoras’ı andık…
Yine 2500 yıl öncesinin doğa bilimcisini…
Ne diyordu?
“Güneş büyük bir ateş kütlesidir…”
“Ay ve gök cisimleri hızlı dönüşle tutuşmuş taş yığınlarıdır…”
“Oluş ve yokoluş,var olan ‘öz’lerin birleşip dağılmasından başka bir şey değildir…”
Milet’li Thales’i,
Anaksimenes’i,
Efes’li Herakleitos’u,
Teos’lu Demokritos’u yadettik…
Ve de bu doğa bilimcileriyle birlikte:
“Yazık! Yazık bize ki
asırlarca aldandık,
Karanlıkta çizilen izleri
görmek için,
Görüp yüz sürmek için,
Yazık! Yazık bize ki
bir çırağ gibi yandık…
Ne gökten necat geldi,
ne bir parça merhamet…”
diyen Nazım’ı andık…
Bu toprakların ışığı beni de, bizi de aydınlatmadı mı…
Seferihisar Teos’da 1800 yıldır hala dimdik ayakta duran zeytin ağacı ‘Umay Nine’ye sarılırken, bir müddet önce Akbelen Ormanında zeytin ağaçları yok edilmesin diye direnenleri, Nuran’ın biber gazından nasıl etkilendiğini düşündüm…
(Umay Nine yazısı neredeyse silinmiş okunamıyordu.
Gezdirdiğim dostum Hayati:
“şu işe bak zeytin ağacı 1800 yıldır ayakta,biz adını yazdığımız levhayı okuyamıyoruz…” diye hayıflandı…)
Ayrılığın hüznü…
İzmir’de okuduğum Lisenin önünden geçerken, Tarih öğretmenimiz Garra Sarmat’ın, ellerini dikilen saçlarının arasında dolaştırarak okuduğu, Şükran Kurdakul’un şiirini anımsadım:
“İzmir’in içinde Amerikan
neferi
Nereye baksam
Cemseler mi, cipler mi,
arabalar mı…
Bu mu benim Güzelyalı’m,
Bu mu benim Karşıyaka’m,
Bre dostlar gönlünüze
sığar mı
İzmir’in içinde Amerikan
neferi
Yiğit olan evinde duramaz
gayrı…”
Emperyalizme karşı mücadeleyi bu topraklarda öğrenmedim mi?…
Öğrenmedik mi?…
Ayrılığın hüznü..
Sonra karşıdaki Fuar’ın Lozan ve Montrö kapılarına baktım.
Diğer kapı isimlerini düşündüm:
9 Eylül Kapısı,
26 Ağustos Kapısı,
Cumhuriyet Kapısı…
Semtin adı mı?
Alsancak…
Lisemin adı mı?
Atatürk…
Emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesinin bayrağını açan ilk ülke ve lider…
Sonra da Türkiye’deki 100. yıl kutlamalarını düşündüm acı acı…
Niçin acı acı?
Bir de Türkiye’den gelen küçücük bir göçmen topluluğunun yaşadığı binlerce kilometre uzaklıktaki Sydney’deki kutlamalara bakın ve kıyaslayın:
21 Ekim(bu akşam),
Avusturya Türk Müzik Topluluğu’nun kutlama gecesi ki bu etkinlik için bir yıldır çalışıldığının tanığıyım.
(Bryan Brown Theatre)
27 Ekim,
Avusturya Alevi Kültür Merkezi’nin kutlama gecesi.
(Westella Renaissance Piano Room)
28 Ekim,
Aıstralian Turkish Mutual Alliance’ın kutlama şenliği.
(Museum of Contemporary Art)
29 Ekim,
Türk Kültür Evi’nden başlayacak 100.Yıl Yürüyüşü ve ardından kutlama gecesi.
(Wyatt Park)
30 Ekim,
Türkiye Cumhuriyeti Sidney Başkonsolosluğu evinde kutlama resepsiyonu…
Ayrılmanın hüznü, Sydney’de aile ve dostlara kavuşmanın mutluluğu iç içe…
Seneye 1 Mayıs yürüyüş ve mitinginde buluşmak dileğiyle tüm dostlara hoşçakalın diyoruz…
Sağlıkla kalın…