Merhaba
1) “Genişlenin”, “rahata oturun manasına bir selamlaşma sözü.
2) Günaydın, hoş geldiniz.
3) Nazımda övülen kişiye kitap olarak kullanılır.
(Ferit Sevellioğlu, Osmanlıca-Türkçe Ansiklopedik Lügat)
Merhaba
1) Selam
2) Geniş ve mamur yere geldiniz, rahat ediniz, günaydın, hoş geldiniz anlamlarında bir esenleşme ve selamlaşma sözü.
( Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük)
-Merhaba Balıkçı!
Hemencecik parmak hesabı yaptım: 2019 eksi 1973; demek 46 yıl olmuş can bu dünyadan göçeli.
Bu sürenin özet haberi:
Hemen hepsini benim yayına hazırladığım telif ve tercüme eserlerinin sayısı 30'u, hakkında yazılan kitap ve belgesellerini sayısı da 10'u geçti.
Bir önemli haber daha:
Adeta yeniden var ettiğin Bodrum'da senin adına taşıyan Deniz Müzesi hizmete girdi. (Yazı aramızda, başına müdire olarak, seni anlayan bir bayan, Selen Cambazoğlu getirildi.)
Senin de onaylayacağını bilerek, senden kalma maniskürüleri (özgün metinleri) -Sarı kızın İsmet Ablaya da danışarak- bu Müze'ye vereceğim.
Balıkçı, ölümünün bu yıldönümünde (46. ölüm yıldönümü değil ha! İnsan bir kez ölür!) seninle ilgili bazı anektodları, savruk bir dille yazıya geçireceğim.
Hani sen diyorsun ya; “Yeryüzünde düzenli anlatışa gelmeyen bir şey varsa, o da Anadolu'dur.” Sanki kendin düzenli anlatışa gelirmişsin gibi.
1958 İlkgüzünde (Eylül), Üniversitede okumak için İzmir'e geldiğimde, senin hiçbir fotoğrafını bile görmüş değildim. Yalnız, Aydın'da kapanmış bulunan bir kitapçının vitrininde, güneşten kapağı solmuş “Ötelerine Çocuğu” kitabını görmüştüm.
Senin geze geze, yaza yaza doyamadığın bizim Gökova'da adını söylence gibi dolaşırdı. Anımsıyorum, senden “Halikarnas” diye değil, “Ali karnı aç” diye söz ederlerdi. Birisi seni bir gün, Gökova Körfezi’nin kuzeyinde, Turnalı'da gördüğünü söylerken, bir başkası Datça Yarımadasının güneyinde Palamut Bükü'nde gördüğünü ileri sürerdi.
Joseph Kessel'in anıt romanı “Atlılar”daki” “Cümle Alemin Atası” Gardıgeç gibi bir kişiliğe büründürülmüştür.
İzmir'e gelişimin üzerinden bir ay geçmeden, o zamanın simge gazetesi Ege Ekspres'te müptedi (yeni başlamış) bir muhabir olarak çalışmaya başladım.
Onun üzerinden bir ay geçmeden seni, Sabah Postası gazetesinden çıkarken gördüm; ellerine ya da eteğine sarıldım; sarılış o sarılış...
Kendi söyleyişinle, “şemsiyeni kapatmadın bana.”
Aramızda 49 yaş gibi ufacık bir fark vardı ama, beni arkadaşın, giderek oğlun kabul ettin; yaşadığım sürece senin güvenini boşa çıkarmamaya çalıştım.
Balıkçı;
Bir gün Efes'te zengin bir yabancı kadını gezdirirken; eskiden fonksiyonel (işlevsel) olan bazı mimari bezeme ve işlemlerin, zamanla ornemental (süs) olarak kullanıldığını söylemiş; kadın ille de örnek isteyince... bilmem ne göstermiştin!
Özellikle Efes ve Priene'de turist gezdirir ve “kendini ekonomize etmeden” bilgi verirken, onlara bilimin burada başladığını söylemiş, Prometheus'un ateşi taşıdığı narteks (Ferula) bitkisiyle tanıştırmıştım onları.
Derdin ki; “Bir yerde narteks varsa, orada antik bir yerleşme vardır.”
Balıkçı, öğrencim Balbay'ın deyişiyle “yazı aramızda”, sen Azra Anama ihabet etmişsin.
O benim kulağıma fısıldadı: “Senin bu baban beni aldattı.
Hem de kiminle biliyor musun?
Sırf adaşım diye A... ile...”
Ona, bana yapılır mı bu be Balıkçı!
X- Bir konuşmamızda, senin 4-5 yaşlarındayken, resim diye çiziktirdiklerini beğenip, seni anladığını söylediğin yaşıtın R. akrabanmış, öyle mi?
X-Kritik bir konu: Babanla ilgili o meşum “fatal” geceyi anlatırken onu suçlamamış: bir Fransız sözünü aktararak “Mevcut olmayanlar haksız çıkar” diyerek onu suçlamamıştın.
X- Balıkçı bana hep, “Dünyanın uzaydan görünüşünü”, “Mersin-İstanbul Postası” vapuru ve “Büyük Kukiriko”yu yazmak istediğini söylerdin. Oysa ben, bunlardan son ikisini yazıp gazetelerde yayınlandığını saptayıp, hazırladığım kitaplarıma aldım.”
Ama “Dünyanın Uzaydan Görünüşü”nü yazabilseydin keşke! Demiştin ki: “Uzaydan dünya, masmavi bir dekor içinde turuncu bir portakal gibi görünür. Bunu anlatabilseydim, insanlar bu güzelliğe kıyamaz, dünyayı cehenneme çevirmekten kaçınırlardı.” Sanki bizzat uzaya çıkmış da orada dünyayı seyretmişsin gibi. Ama, yar-ı vefakarın Naci Sadullah (Danış) haklıydı; sen, “Rus veya Amerikan casusları tarafından kaçırılacak derecede atom bilgisine sahiptin.” Zaten bu nedenle -kimliği senden gizlenen- Atom bombası Von Braun ile Miletos'ta rahat bir diyaloğa girmiştin.
X- Balıkçı; en azından benim kadar seni kim yaşıyor, yaşatıyor biliyor musun?
Kendin sağ iken de söylediğim gibi, Mavi Sürgün'de “Sarı Kızım” dediğin İsmet Abla ile çoktan “Dalya” diyen, İzmir'in ilk kadın ortopedisti Ayşe Mayda.
X-Balıkçı; bir kez benimle, bir kez İsmet Abla ile gidip seçtiğim mezar yerinin adı şimdilerde “Gönül Tepesi”.
Vallahi kesin bilmiyorum ama, bu adı Bodrum halkı (anonim) koydu gibi geliyor bana; sana yakışan bir isim.
İnkar etmeyeyim, önceki Bodrum Belediye Başkanı Ahmet Aras, işi biraz daha ciddiye alıyor.
X- Balıkçı; ben Uluslararası Yayın Semineri için ABD'de iken, Bülent Ecevit'e yazdığın mektubu görmedim.
Rahşan Ecevit saklıyordur. O mektupta, “Persob”un “maske”den geldiğini; çoğu insanın, soğan gibi maske üstüne maske takındığını yazdığını söylemiştin.
Şunu da yazdığını eklemiştin:
“Hayat, ölümden geniştir. Çünkü ölüm yaşama sığar, yaşam ölüme sığmaz!”
Bir de şu alttan sözün var senin:
“Ölsem ölüm de bana galebe çalmış olmayacak; çünkü Şadan var.”
Bu iki sözünde de haklı çıktın Balıkçı:
Bu dünyaya son “merhaba”nı saldıktan sonra yarın yüz yıl geçtiği halde hala ölüme sığmadın ve hala ölüm seni yenmiş sayılmaz.
İnsan ne zaman ölmüş sayılır ne zaman?
Son kez anıldığı zaman!”
İyi anılarak yaşa Halikarnas Balıkçısı, bizim Balıkçımız...
Merhaba!...