BEN DÜŞÜNDÜKÇE
Yazar Avram Ventura 125 sahife, 299 maddeden oluşan kitabının 1nci maddesinin ilk satırlarına “Ömer Hayyam’ın sevdiğim bir dizesidir. Ben düşündükçe var dünya, ben yok o da yok!” deyişi ile başlayınca kenarda ki boşluğa yazdığım not ise Descartes’in ünlü ’“Düşünüyorum öyleyse varım” sözü, Ne kadar da doğru sözler, düşünmek, düşündüğünü değerlendirmek, paylaşmak ve bunu hayatın bir parçası, yaşamın olmazsa olmazı olarak kabul etmek.
Ancak şunu da kabul etmek gerekir ki sadece düşünmek yetmez, o düşünceyi söze dönüştürmek veya yazıya hatta eyleme dönüştürmek te gerekir ki varlığımızın bir nedeni olarak düşünceler ortaya çıksın ve paylaşılsın. Peki, her düşünce için geçerli mi bu tez? Düşünüp de söyleyemediklerimiz, yazar da bundan muzdarip ve md. 28 de paylaşıyor bunu. “En çok, düşünüp söyleyemediklerim için yargılanmaktan korkuyorum.” “Sussam mı, yoksa söylesem mi”nin cevabını md 153 de paylaşıyor “Suskunlukla”
Ya, sorgulamak bunu yaşamın her noktasına koyabilmek md. 124 de cevaplıyor bunu yazar. “Soruyorsun, o halde varsın!” Yanıtı önemli değil.” Bugün en önemli bir konu değil mi sorgulamak, biat ilkesi ile değilde sebep, sonuç ilişkisi ile karar vermek.
Md. 231 de “Oyun sürüyor”u okuyunca 171 de ki “Ben kimim?” sorusundan giderek aklıma geliverdi “Ben Kimim, Biz Kimiz” sorusuna cevap aradığım “Kula Beyler Sülalesi” kitabıma alacağım bu bölümü.. ”Oyun sürüyor, tek perdelik. Perde sürekli iniyor, kalkıyor. Oyuncular yer değiştiriyor, oyundan çıkıyor, yeni kahramanlar oyuna katılıyor. Oyun mutlaka sürüyor.”
İşte bu satırlar kitabın tümünde perdelenen oyunda geçen sahneleri yazarın düşünceleri üzerinden aktarıyor ve bizlere ders verecek, üzerinde düşünmemizi sağlayacak ve olumlu yönlendirecek eylemlere yöneltiyor…
Kendinizi tanımak mı istiyorsunuz bu kitabı okuyun ve her satırında kendinizi sorgulayın ve düşünün Bir aynanın karşısında “ben kimim” sorusunu içtenlikle yanıtlayacak kadar yürekli miyiz?
Son söz md. 296 da İranlı düşünür ve şair Attar’dan “Elden gittikten sonra geri dönülmesi olanaksız dört şey; Ağızdan çıkan söz, yayından fırlamış ok, bedenden ayrılmış ruh ve boşuna harcanmış bir yaşam.”
Kitabın tanıtım açıklamasından;
İnsanı ve hayatı odak noktasına oturttuktan sonra, sorguladıkça düşüncelerimin ufkuna bir sınır koymanın olanağı yok. Aslında bu özgürlüğün tadını yazarak, paylaşarak çıkardığımı söyleyebilirim. Giderek bu dünyayı yalnızca bir yeryüzü ya da evrenin bir gezegeni olarak değil, hayatı kucaklayan bir kavram olarak görebiliyorum. Kuşkusuz yazarların kitaplarına, düşünürlerin görüşlerine, yaşadığım deneyimlere sığınarak… Dünya düşündükçe var!
Ben Düşündükçe/Avram Ventura/Favori Yayınları/ 2022
MAİ VE SİYAH
Halit Ziya Uşaklıgil (1867-1945) Eski tarzda Arapça ve Farsça öğrenim gören yazar babası Hacı Halil Efendi’nin elinden düşürmediği Hafız-ı Şirazî’nin Divan’ı ile Mevlânâ’nın Mesnevi’siyle yetişmiştir. İran, Fars ve Osmanlı kültürünün yanında tiyatroya olan merakı, Fransızca’ya olan hâkimiyeti ve aldığı eğitimle batı ve çağdaş edebiyata da yönelmiştir. Katıldığı Servet-i Fünûn topluluğunun en önemli yazarlarından olan Halit Ziya Uşaklıgil, roman türünün edebiyatımıza yerleşmesinde etkin bir rolü vardır.
Mai ve Siyah kitabı Osmanlı döneminde ilk olarak Servet-i Fünûn dergisinde 1894 yılında 45 sayı ve resimli olarak tefrika edilmiş; ardından resimli olarak ilk defa 1898 yılında Âlem Matbaası tarafından yayımlanmıştır. Latin harfleriyle ilk olarak 1938 yılında Hilmi Kitabevi tarafından basılan klasik eserlerden en önemlisidir.
Batılı anlamda Türk romanının başlangıcı sayılan ve Tanpınar’ın “Türkiye’de nesli adına konuşan ilk eser” diye tanımlanan eser dönemin basın, edebiyat ve şiir hayatına ilişkin gözlemlerde bulunurken roman kahramanı Ahmet Cemal’in gözünden beş yıllık bir zaman diliminde trajedik bir aşk hikâyesini aşırı duygusal ve romantik bir ortamda eski ve yeni kavramını esas alarak anlatmaktadır. Mai; Ahmet’in hayallerini temsil ederken siyah karanlığı temsil etmektedir.
Kitabın tanıtım bölümünden;
«Birden, bu siyah gecenin karşısında aklına bir başka gecenin hatırası geldi. Ta hulya hayatının başlangıcında, ümitlerinin incilası (parlaklığı) zamanında Tepebaşı Bahçesi’nde Haliç’e bakarak seyrettiği mai gece ile o baran-ı elması tahattur etti (o elmas yağmurunu hatırladı). Gözlerinin önünde o mai gece ile bu siyah gece tekabül etti (karşılık oldu): Mai ve siyah. Ahi Biçare hırpalanmış, ezilmiş hayat!.. Mai bir gece ile siyah bir gece arasında geçen şu nasipsiz, bahtsız ömür!… Bir baran-ı elmas (elmas yağmuru) altında inkişaf ederek (belirerek) şimdi bir baran-ı dürr-i siyahın (siyah inci yağmuru) altında gömülen o emel çiçekleri!…”
Bu kısa bölümde de görüldüğü gibi kitabın dili çok ağır, her ne kadar bu ağırlık parantez içinde Türkçeleştirilse de okumada hayli zorluk yaratıyor. Kitabı okuyacaklara tavsiyem satın almadan önce kitabı incelemeleri ve tam Türkçe metinle yazılmış olanı almaları…
Mai ve Siyah/Halit Ziya Uşaklıgil/Mavi Çatı yayınları/2019 02.09.2022