Ankara kar altındaydı...
Ayaza teslimdi başkent...
Aylardan Ocak'tı...
Günlerden Pazar...
Bir ara sokakta patlayan bir bomba, ülkenin bağrını yaktı, bir ateş gibi.
Kan düştü kara..
Parçalanmış bir ceset duruyordu ortada...
Gözler, kırılmış bir gözlükten son defa baktı dünyaya o gün... Tıpkı ışığın kırılması gibi..
Ve sonra... Bir türkü olup dolandı dillerde:
"Uğurlar olsun!"
Yürekler öfkeli ve dimdik, kalemler ayakta.
Oysa daha söylenmemiş ne sözler vardı, hayata ve geleceğe dair.
Ne şiirler vardı yazılacak, insana, sevdaya ve yarınlara armağan.
Ve hala yazılmamış ne mektuplar, umudun adresine postalanacak...
Ama... Senaryolaştırılmış yaşamlarda rol biçilmişti bir kez karanlığın cellatlarına!
Ve bir pazar sabahı kalleşçe geldi ölüm!
Kırmızı-beyaz bir oyun bu!
Kan düştü bir kez kara...
Ve kişiliksiz yapıların sergilendiği sokaklarda geldi kalleş ölüm!
Ama söylenecek sözü vardı elbet, dimdik ayağa kalkan yüreklerin:
— Bir yanımız var ki; öldüremezsiniz!
Kalpaksız Kuvvayı Milliyeci'ydi O!
Can değildi sadece, aydınlıktı asıl yok edilmek istenen.
Ve dillerde susmayan bir ezgi oldu acısı...
27 yıl önce susturulmak istenen bir yürek, milyonlarca olup çarpıyor şimdi.
Kırılan kalemi, şimdi onbinlerce kalem.
Ve milyonlar söylüyor şarkısını:
"Ankara'nın taşına bak,
Gözlerinim yaşına bak..."
Toprağa gömülen her aydınla birlikte, bir adım daha karanlığa gömüldü Türkiye!
İşte geldi karanlık, gecenin sembolü ampulün iktidarı ile.
Ama sessizlik! O karanlıktan da beter!
Sessizlik, ne kadar da sadık bir hizmetçisi ve işbirlikçisi karanlığın?
Ve ne kadar da yüreği duraklatan bir yara?
Ne kadar karanlık bir acizlik?
Oysa, daha söylenmemiş ne sözcükler var, karanlığı yargılayacak.
O sözcükler ki, demirbaşlarımız!
O sözcükler ki, kılıçtan bile keskin!
Geleceği aydınlatacak bir umut operasyonu o sözcükler, yüreklerden fırlayınca bir ok gibi...
Zaman şimdi geceye teslim. Ampulün iktidar vakti...
Gündüzler bile ne kadar karanlık?
Bir mum ışığına hasret günlerimiz...
Neyse ki, şiirler var nöbetçi!
Umudun dimdik askerleri...