Yerleşik yaşama geçiş, insanların hayvancılıktan tarıma yönelmesiyle birlikte başlar. Yerleşik yaşama geçerek tarıma yönelen topluluklar için bu nedenle yerleşilen bölgelerin yeşil ve sulak alan olması bu seçimde öncelikli tercih oldu. Yüzyıllar öncesinde atalarımızın bu topraklara gelip yerleşmesindeki sır da, toprağın bereketidir. Tüm Türkiye’nin en verimli topraklarını barındıran Ege Bölgesi, ama özelikle de Gediz Havzası, dünyanın da 1. sınıf tarım arazileri arasındadır. Gediz havzası, dünyanın 7 tarım cennetinden biri olarak bilinir. Bu bölge toprağının bereketi, bire bin veren cömertliği ile üreticinin her zaman yüzünü güldürmüş, verimliliği ile de çağları doyurmuştur. Yani atalarımızın yüzyıllar öncesi bu topraklara yerleşmesinin temel nedeni Gediz Nehri ve suladığı toprağın bereketidir.
Yalnızca tarımda değil, sanayide de bir hammadde olarak kullanılan, çok yönlü bereketi olan bir hazine gibidir bu yöre toprağı. Bölgemizin toprağının bereketi anlatmakla bitirilemez. Ama bu bereketin sırrını merak edip araştırdığımızda, alacağımız yanıt: GEDİZ NEHRİ’dir. Bol ve bereketli suyuyla tüm Ege’nin en önemli hayat kaynağı olarak çağlardır toprakları besleyen, bulunduğu havzayı sadece ülkemizin değil, dünyanın en verimli toprakları ve 1. sınıf tarım arazileri arasına sokan Gediz Nehri…
Bu nehrin çağlardır sulayarak, adeta yeşili cömertçe sunarak yeşillendirdiği Gediz Havzası da, verimi ve bereketi ile dünyada isim yapan bir yer haline gelmiştir. Gediz Havzası, ortalama 1 milyon 800 bin hektarlık alanıyla yalnız Ege Bölgesi’nin değil, Türkiye’nin ekonomisi açısından da çok önemli bir bölge. Ekonomik değer, tarım ürünlerinin yanı sıra, havzada bulunan irili ufaklı sanayi kuruluşlarından da sağlanıyor. Ama tarım ürünlerinin ekonomideki ağırlığı, ihracat boyutu da göz önüne alındığında, hiç de azımsanmayacak ölçü ve düzeyde. Gediz Havzası’nın toprağının birinci kalite tarım toprağı olduğu düşünülürse, bölgenin önemi Ege ve Türkiye ekonomisi bakımından bir kez daha ortaya çıkıyor. Bu özellikleriyle dünyada da az bulunur kalitede bir tarım bölgesidir.
Toprak da canlıdır
Toprağın verimi ve bereketini gösteren en önemli özelliği içinde taşıdığı minerallerdir ki, bunları da yetiştirdiği bitki veya ürüne can veren vitaminler olarak tanımlayabiliyoruz. Dolayısıyla tüm canlılara hayat sunan, can veren toprağın da canlı olduğunu bir de bu açıdan söyleyebiliriz. Toprak da nefes alıyor. Canlı olduğuna göre, toprağın da nabzı atıyor. Bir canlının nabzı nasıl ölçülür? Elbette ki hayat damarına bakarak, dokunarak anlaşılır. Önceki yazılarda, toprağın hayat damarının kendisini sulayıp besleyen nehirler ve dereler olduğunu vurgulamıştım. Gediz Havzası’nın hayat damarı da bu havzaya adını veren, tarih boyunca besleyip sulayan Gediz Nehri’dir. Bugün ise can çekişmekte olan ve simsiyah akmaya başlayan Gediz Nehri. Öyleyse bu toprağın nabzının artık nasıl atmaya başladığını da önce buradan anlamak gerek…
Peki ama şu Gediz nasıl bir nehirdir ki, suladığı toprakları dünyanın en cennet 7 tarım harikası arasına sokmuş? Bu toprakları nasıl bir sevda ve aşkla beslemiş ki, adını verdiği Gediz Havzası’nı dünyanın en cennet toprakları arasında bile öncelikli bir yere taşımış? Bu nehrin suyunda ne var ki tarih boyunca suladığı Manisa Ovası’nı “dünyanın gözbebeği” yapacak şekilde en bereketli topraklar haline getirebilmiş?
Bu nehir, mitolojik çağlardan beri bölgemizin en önemli hayat kaynağı olarak, buradaki yaşamın bir sembolü, önemli bir akarsu olarak bugüne dek varlığını sürdürdü. Gediz Nehri’nin mitolojik çağlardaki adının “azgın, öfkeli, taşkın” gibi o dönemki pek çok anlamlarını çağrıştıran Memaniomenos veya Mainonemos olduğunu bilmek, bu nehri anlamaya yeterli. Şairlerin babası Homeros’un ünlü eseri İliada Destanı’nda “Maionia” diye anılan Gediz Nehri’nin buradaki anlamı ise “Kutsal Ma Nehri” veya “Kutlu Akarsu”dur. Halikarnas Balıkçısı’na göre, ondan önceki ismi Paktalos olan Gediz Nehri için pek çok öykü ve hikâyeler de anlatılır. Belkıs’ın Gerdanlığı Efsanesi’nde olduğu gibi de efsanelere bile konu oldu.
Yunanlıların geçmişteki tarihte Ermos adını verdikleri bu nehire, Romalılar latin yazımına uydurarak Hermos demişlerdir. Perslerin Serabad dediği, o zamanki halk dilinde ise Sarabad’a dönüşen bu nehir, günümüzde ise çıktığı yere göre Gediz olarak adlandırılmış. Zaman zaman taşması nedeniyle “Cadı Gediz” adı da takılan bu nehire, yöremizde ise bu nedenden dolayı çamurlu suyu ve toprağı dolayısıyla köylüler tarafından “Sarıkız” da denmiş.
Peki bugün Gediz Nehri ne halde? Gediz Nehri günümüzde can çekişiyor artık! Bir türlü çevreci bir toplum olamayışımız, çevre konusunda cahil ve duyarsız oluşumuz ve de korkunç bir şekildeki çarpık sanayileşme anlayışımız yüzünden. Bu nedenle de gelecek yazıların konusu Gediz Nehri’ni bugün can çekişir hale getiren nedenler ve etkenler olacak.