Ajans Bakırçay
2023-03-17 20:44:35

Emek, Demokrasi, Barışa Adanmış Bir Ömür: Komünist Osman

Gökmen Ulu

17 Mart 2023, 20:44

Tarım işçisi Cemile Hanım ve posta memuru Seyfettin beyin üçüncü oğluydu Osman Özgüven. İkinci Dünya Savaşı'nın ortasında, ekonomik buhranın derinleştiği 1944 yılında, İzmir’in Dikili kasabasında geldi dünyaya. Osman 4 yaşındayken, babası verem hastalığına yakalanarak hayatını kaybetti. Emekçi annesi hem çalıştı hem okuttu çocuklarını.

Cemile hanımın evlatlarına bırakabileceği tek miras, iyi ahlakın yanı sıra okul eğitimiydi. O zaman Dikili’de ortaokul ve lise yoktu. Osman Dikili Atatürk İlkokulu’nu tamamladıktan sonra İzmir’e taşındılar. Önce yoksul mahallesi Tepecik’te bir akrabalarının yanında tek göz odaya yerleştiler, sonra Yeşildere’de kendi gecekondularını yaptılar. Anne Cemile Özgüven tütün fabrikasında işçi olarak çalışırken, Osman da küçük yaşlardan itibaren kardeşleriyle birlikte hem çalışıyor hem okuyordu. Kahvehanede garsonluk, ayakkabı boyacılığı, sokaklarda elma şekeri, seyyar su satıcılığı yapıyordu. Kader, bu deneyimlerle onu bambaşka bir hayata hazırlıyordu. Nice insanın yaşamına etkili dokunuşlar yapabileceği sıra dışı bir serüvene…

İzmir Namık Kemal Lisesi’nden sonra Ege Üniversitesi’nden inşaat mühendisliği diplomasıyla mezun oldu. Bu esnada devrimci gençlik hareketlerine katıldı. "Onunla kardeş olmasaydım yine yoldaş olurdum" diyen onurdaşı Sedat, Türkiye Komünist Partisi’ne, Osman ise Cumhuriyet Halk Partisi’ne üye oldu. Hayata soldan bakıyorlar, dünyanın daha güzel bir yer olması için kitlesel çabalara ortak oluyorlardı.

Memleketi Dikili’ye yerleşen Osman Özgüven, bir yandan inşaat malzemeleri dükkanı açmış diğer yandan mühendislik yapıyordu. Ayşe’yle evlendi. Zamanla dört oğlu olacaktı.

12 Eylül 1980 tarihinde, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Kenan Evren liderliğindeki Türk Silahlı Kuvvetleri yönetimi, ABD destekli darbeyle ülke yönetimine el koydu. Askeri darbeyle birlikte yıllar sürecek baskı ve zulüm dönemi başladı.

Gaddar darbecilerin, solun üstünden silindir gibi geçtiği bu kara dönemde, hiç beklenmedik bir anda ve hiç umulmadık bir yerde umut güneşi doğdu. O ışığın kaynağı Dikili’ydi. Bu küçük şirin Ege kasabasında yakılan çoban ateşi yurdun dört bir yanına yayılarak devasa bir aleve dönüşecekti.

Tutuklamalar, yargılamalar, işkenceler, idamlar, yasaklar ve sıkıyönetimle oluşturulan korku imparatorluğunun hüküm sürdüğü yıllardı. Yeni kurulan siyasi partilerin katıldığı 1983 genel seçiminde ABD destekli Anavatan Partisi tek başına iktidara gelmiş, zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapan yolsuzluk sarmalındaki neo-liberal ekonomik düzen ülkeye hakim olmuştu. Sahte Atatürkçüler, Batı Emperyalizminin pek sevdiği siyasal İslamcıları iktidarına yo açacak taşları döşüyordu.

1984 yılında yerel seçim sandıkları kuruldu. Sosyal Demokrat Parti SODEP’in Dikili Belediye Başkan Adayı Osman Özgüven’di. Georgi Dimitrov’un hikayesinde olduğu gibi, yaşadığı toplumda “Faşizme karşı birleşik cephe” oluşturmuştu. Böylelikle örgütlenip, seçimi 1.496 oy alarak kazandı. Halkçı Parti Adayı Yüksel Uçar 809 oyda kalırken, ANAP dördüncü olabildi. Özgüven, 8.200 nüfuslu ilçenin tarihinde ilk solcu belediye başkanı oldu.

12 Eylül militarizminin dayatmalarını kırmak, ülkenin üstündeki kara bulutları dağıtarak göğün masmavi kalmasını sağlamak için, "Benim etim, budum ne" demeden, bir şeyler yapması gerektiğine inanıyordu. Demokrasinin boğazını sıkarak Cumhuriyet’in kazanımlarını sinsi ve sarsıcı şekilde yok etmeye girişen baskı rejiminin ördüğü korku duvarlarının nasıl yıkılacağını düşünüyordu. Kimilerine göre, çıldırmış olmalıydı. Lakin, dizginlenemez bir yılkı atı gibiydi.

Dikili’yi çölde bir vahaya dönüştürecekti. Bir demokrasi ve özgürlük vahasına…

Haddini aşarak, çareyi bulmuştu. Kasabada şenlikler düzenleyerek bir gedik açtı. Nitelikli kültür ve sanat etkinlikleriyle bezediği Dikili Festivali’nin içine forum ve paneller yerleştirdi. İlkti. Bu formatın dünyada örneği yoktu. Olağanüstü sinerji oluşturacak, çok işe yarayacaktı.

Yasaklı sanatçılar, siyasi yasaklılar ve daha nice aydın akın akın geldiler Dikili’ye. Öğrenciler, sendikacılar, gazeteciler, yazarlar, sivil toplum kuruluşu temsilcileri… İlhan Selçuk, Aziz Nesin, Uğur Mumcu, Ali Sirmen, Tarık Akan, Mahmut Dikerdem, Erdal İnönü, Bülent Tanık, Yaşar Seyman, Jülide Gülizar, Duygu Asena, Genco Erkal, Ferhan Şensoy…

Hepsi, ateşe uçan kelebekler gibiydiler…

Ümitleri yeşermişti. Güneş toplamayı düşlüyorlardı…

Hiçbiri farkında değildi ama bu tablo, Dikili’nin tarihsel ruhuna pek yakışıyordu. Çünkü, coğrafyanın ilk yerleşimcileri olan Luviler binlerce yıl önce buraya Dikelei adını vermişti. Zamanla Dikili adıyla Türkçeleşen Dikelei, “Güneş Kenti” demekti. Yanı başındaki (Bugünkü Cumhuriyet Mahallesi) antik şehir Malena’nın anlamı ise “Aşkın kenti.”

Güneşin ve aşkın kenti Dikili’deki efsaneye dönüşecek festivalin açılış töreninde, Osman Özgüven’in pos bıyıklarının altındaki dudaklarından kararlı cümleler çınlıyordu:

“Yok edilmeye çalışılan özgürlükler ancak demokrasi için, barış için savaşım verilerek kurtulur. Demokrasiyi kurmak ve yaşatmak, önce onun koşullarını yaratmakla mümkündür. Karşılaşacağımız engeller olacaktır. Ama bu engelleri de mutlak surette aşacağız. Tüm baskı ve sömürüye karşı örgütlenerek, mücadelemizi özveri, dayanışma ve cesaretle sürdürmeliyiz.”

Osman Özgüven, hakkında açılan kovuşturmalara aldırmadan, katılımcılar da yasakları, polis kameralarını, kimlik kontrollerini, fişlenmeleri umursamadan Çamlaraltı Kahvehanesi’nde düzenlenen panellerde beyin fırtınaları estiriyordu. Akşamları kumsalda yakılan ateşlerin etrafında öbek öbek toplananlar, gitarların fon müziği eşliğinde aydınlığa çıkış yollarını arıyorlardı. Cesaret de bulaşıcıydı. Minicik bir Ege kasabasında koca yürekli insanların estirdiği demokrasi rüzgarları ülkeyi sarıyordu. Üstelik, İlhan Selçuk’un belirttiği gibi, “Bütün bunları karamsarlıkla değil, şenlikle yapıyorlardı.” En güçlü silahları moraldi.

Solun üzerindeki ölü toprağı işte böyle atıldı. Sol ağırlıklı olmasına rağmen, hür ve demokratik platformda buluşan demokrasi yanlısı bütün renkler orada el ele tutuşarak, tekrar örgütlenerek, kötülüğe karşı iyilikle verdikleri mücadeleyi yeniden yükseltmişti. Bu dip dalga pek yakında yüzeye çıkacak, önlenemez bir tsunamiye dönüşecekti.

***

Birçok Egeli gibi, karşı kıyıya, Yunanistan’ın Lesvos Adası’ndaki Midilli kentinin yanıp sönen ışık pırıltılarına dalar giderdi bakışları Osman’ın. Ruhunda, radyodan süzülen Yunan şarkılarının ritimleri, aklındaysa şair Ataol Behramoğlu’nun dizeleriyle…

Ne anlatır Yunan şarkıları

Bir gün birleşeceğini mi bütün şarkıların

Ne anlatır Yunan şarkıları

Bu kadar uzak

Ve bu kadar yakın

Osman Özgüven’in duygu ve düşünceleri de merakın çok ötesindeydi. Pamuk kalbi, pır pır uçuşan barış güvercinleriyle doluydu. Aynı denizin iki kıyısında, aynı güneşin altında yaşayan insanların ayrılığı sona ermeliydi.

Ege’nin iki yakasını bir araya getirmek hiç kolay değildi. 1922’de Türkler’in işgalden kurtuluşu, Yunanlar’ın “Küçük Asya Felaketi”nden sonraki acıların ardından, savaşan iki ülkenin liderleri Mustafa Kemal Atatürk ve Eleftherios Venizelos barışabilmişti halbuki. Bu mezalimden 17 yıl sonra İkinci Dünya Savaşı’nda Nazi işgaline uğrayan Yunanlar, Türkiye’nin Ege kıyılarına sığındıklarında kucaklanabilmişti oysa.

Fakat Kıbrıs olayları ve Türkiye’nin utanç defterine yazılan 6 – 7 Eylül 1955 trajedisi her şeyi yine mahvetmişti. Soğuk Savaş’la birlikte Ege’ye çöken ABD Emperyalizmi ve iki ülkenin faşizan akımları düşmanlaştırmayı gün be gün körüklemişti. Ege Denizi’ne akıtılan milliyetçilik zehirleri ve nefret söylemleri halkların iletişimini tamamen kesmişti. Durum on yıllardır böyleydi.

Osman sıçradı yerinden, karşı komşuya dostluk elini uzatıverdi.

Ne cesaretti...

Lesvos Adası’nın Midilli Belediye Başkanı Stratis Pallis ve yoldaşları geri çevirmedi o dostluk elini, bilakis sımsıkı kavradı, bir daha hiç bırakmamacasına… Kapitalist şeytanların, silah tüccarlarının ve her iki taraftaki fanatiklerin “Hain” yaftalamalarına aldırış etmeden, kararlılıkla yürüdüler barış yolunda. Şarkılarla, halaylarla, çiçeklerle kucaklaştılar… “Önyargıları kırmak atomu parçalamaktan zordur” diyen Albert Einstein’ı mahcup ettiler adeta. Öylesine hasret yüklü, öylesine güçlü bir barış damlasıydı ki bu, dalga dalga yayıldı. Baskı ve engelleme çabalarına rağmen, insanların yüreğine oturan ağır kin yükü atıldı ve orada açılan dostluk kapısından niceleri girdi.

Barış aktivisti Osman Özgüven, iyi kalplerin birleştiği nokta Dikili’yi sadece Yunanlar’ın değil, ülkesinin ve dünyanın dört bir yanındaki barışseverlerin de buluşma merkezi haline getirdi. Ezilen halkların haklı mücadelesini açıkça destekliyor, daima halkların kardeşliğini savunuyordu.

Aşkın ve direnişin şairi Nazım Hikmet’in ölümsüz dizelerini her daim kalbinde taşıyordu:

Yaşamak

Bir ağaç gibi tek ve hür

Ve bir orman gibi kardeşçesine

Bu hasret bizim

Elbette yalnızca dünyada değil, yurdunda da barışa katkı sağlamak için çırpınıyordu. Örneğin, herkesi Kürt sorunu gerçeğiyle yüzleştiriyor, empati kurmaya çalıştırıyor, çözüm arayışlarına katılıyordu. Üyesi olduğu parti Sosyal Demokrat Halkçı Parti adını almış, bu arada Kürt sorununun çözümüne ilişkin ülke tarihinin ilk raporunu hazırlamıştı. Güneydoğu Anadolu’daki araştırma gezisiyle oluşturulan raporda katkısı bulunan bir avuç cesur yürek arasında Osman da vardı.

Engin hoşgörüsüyle birarada yaşama kültürünü geliştirmeye çalışıyordu. İnsan hakları savunucusu olarak, hayatı boyunca zihinlere şu ifadelerini nakşetti:

“Savaşın kazananı, barışın kaybedeni yoktur.”

“Keşke sınırları olmayan bir dünyada barış ve eşitlik içinde yaşayabilsek” diyordu. John Lennon’un eseri “İmagine” onun en sevdiği şarkıydı:

Cennetin olmadığını hayal et

Eğer denersen bu kolay

Altımızda cehennem yok

Üstümüzdeyse sadece gökyüzü var

Hayal et bütün insanların

Bu gün için yaşadığını

Hiç ülke olmadığını hayal et

Bunu yapmak zor değil

Öldürecek ve uğruna ölünecek bir şey yok

Ve din de yok

Hayal et bütün insanların

Tüm dünyayı paylaştığını

Benim bir hayalci olduğumu söyleyebilirsin

Ama tek ben değilim

Umarım bir gün sen de bize katılırsın

Ve dünya yekvücut olarak yaşar

***

Sol yanında kalın bir cüzdan değil, cesur ve temiz bir yürek taşımayı yeğlemişti Osman. Belediye başkanı olur olmaz, etik değerler bağlamında ticari faaliyetlerini tamamen sonlandırdı. Bundan böyle tek gelir kaynağı maaşı olacak ve hayatı boyunca hiçbir mal varlığı olmayacaktı.

Rant kapılarında kul, köle olmadı. Asla kir tutmadı, tertemiz kaldı.

Yönettiği ilçeye mafyaları, vahşi kapitalistleri sokmadı. Her yönüyle toplumsal huzuru korudu.

Bir tevazu abidesiydi. Makam aracı, Mobylette bir motosikletten ibaretti. Emsali görülmemişti. Ankara’ya trenle gider gelirdi. Protokolde değil, halkın arasında otururdu. Ego ve kibirden tamamen yoksundu. Hayatı boyunca bir kez bile böbürlenmedi. Bir kez bile… Bu özellikleri içtenlikle taşıyordu. O en başta samimiyet demekti.

Torpil ve kayırmacılık yapmadı, hiçbir akrabasını, hatta komşusunu bile işe almadı.

Adaletliydi. Kimseyi ötekileştirmiyor, herkesi kucaklıyordu. Hiçbir zaman kimlik siyaseti yapmadı.

Sokaklarda ayakkabı eskitiyor, halka dokunuyordu. Katılımcı demokrasiye yürekten inanıyor, toplumu yönetim kararlarına dahil ediyor, gerektiğinde meydana sandıklar kurarak mini referandumlar yapıyor, ortak akla dayanıyordu. Fikir namusunu koruyor ama farklı görüşlere değer veriyordu. Dinlemesini biliyordu. Siyasi parti ilçe başkanlarıyla birlikte halkın huzurunda açık oturumlar düzenlemekten çekinmiyor, eleştirilerden besleniyordu. 

Göreve başlar başlamaz, foseptiklerin yollara aktığı ilçeye kanalizasyonu getirdi. Su yetersizdi, su getirdi. Yolları, parkları, çevre düzenlemeleriyle Dikili’nin çehresini değiştirdi. Fakat ona göre bunlar her belediyenin yapması gereken rutin işlerdi. Belediye demek, yerel iktidar demekti.

Belediyecilikte devrim yapacaktı…

Osman Özgüven’in Dikili Belediyesi, 1989’da başlayan yerel yönetim baharının işaret fişeğiydi. Sol silkinip toparlanmış, atağa kalkmış, Sosyal Demokrat Halkçı Parti yurt genelinde büyük bir yerel seçim zaferine ulaşmıştı. Zaferin ardından Dikili’ye gelen SHP Genel Başkanı Erdal İnönü, halka hitaben yaptığı konuşmada, kasabanın belediye başkanına şu cümlelerle teslim edecekti hakkını:

“Son yerel seçimde birinci parti olduk. Sizin sayenizde. Dikili burada en büyük katkıyı yaptı.”

Dikili kelimenin tam anlamıyla bir model olmuştu. Küçücük bir çoban ateşinin, nasıl devasa bir aleve dönüştüğünün çarpıcı örneğiydi. Bu diyalektik büyüme meyvelerini vermiş, yerelden genele, oradan iktidara taşıyan itici faktör olmuştu. SHP pek yakında hükümet ortağı da olacaktı.

İşçi, emekçi dostuydu. İlk icraatlarından biri, belediye personelinin maaş ve sendikal haklarını Türkiye seviyesinin tepesine çıkarmak oldu. Zamanla 1 Mayıs İşçi Bayramı’nı, 15 – 16 Haziran Büyük İşçi Direnişi’nin yıldönümünü, 8 Mart Dünya Kadınlar Günü’nü belediye personeline tatil ilan edecek, bu yüzden defalarca yargılanacaktı.

“Emekten, demokrasiden, özgürlükten, eşitlikten, barıştan yana olan bir insan yaşamın korunmasından yana da olur.” (Arif Ali Cangı – Çevre Avukatı)

Osman Özgüven bu tarife uygun bir insandı. Ekolojik, hukuksal ve toplumsal yıkımın karşısında duran bir yaşam hakkı savunucusuydu. Türkiye çevre hareketinin miladı olan, 1989 yılındaki Aliağa Termik Santrali projesine karşı oluşturulan el ele insan zincirinin önderlerindendi. Hukuki mücadelelerin yanı sıra demokratik direniş eylemlerine dair geliştirdiği yöntemlerle de öğretici oldu. Nerede bir doğa katliamı varsa soluğu orada aldı. Adını, ekoloji mücadelesinin de öncüleri arasına yazdırdı.

“Nerede bir can ölse oralı olur yüreğim. Olmalı zaten. Olmazsa insan olmaz yüreğim.” (Ahmed Arif)

Dünyanın birçok ülkesindeki savaşlar, açlık ve sefaletler, umuda yolculuğa çıkanların köprüsü haline getirmişti Anadolu’yu. Gelin görün ki, Ege acılar denizine dönüşmüş, nice sığınmacı ve mülteciyi yutar hale gelmişti. Osman Özgüven, her seferinde soluğu, kurtarılıp kıyıya getirilen mültecilerin yanında alır, onları sevgiyle kucaklar, insani yardımlarda bulunurdu. Dahası, kalıcı çözümler için uluslararası sivil toplum kuruluşlarıyla beraber hal çare arardı. Göçmenlerin oluşturduğu kozmopolit bir toplumda göçmen karşıtlarını anlamakta zorlanıyordu.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın

Yok edin insanın insana kulluğunu

Bu davet bizim

(Nazım Hikmet)

Bu dizeleri kaleme alan Koca Şair’in fikir akrabasıydı Osman Özgüven.

Yoksulların yanı başındaki iyilik meleğiydi. Fakir insanlar için sosyal yardımlar düzenledi. Çalışma arkadaşlarına, “İnsan haysiyeti kutsaldır, kırılmasın. Erzak paketlerini, ihtiyaç sahiplerinin onurunu zedelemeden, kimse görmeden kapılarına bırakın” diye tembihleyerek.

Sadece balık vermedi, çalışabilecek olanlara balık tutma imkanları da sağladı. Meslek edindirme kursları açtı. Eğitime her alanda destek verdi. Kadınlara, engellilere pozitif ayrımcılık yaptı. Onun döneminde Dikili’de çocuk olanların hepsi, Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Beyannamesi’ni öğrenmişti.

Ülkenin ilk halk ekmek fabrikasını açtı. Halkın temel besin maddesi ekmeğin en ucuz şekilde temin edilmesini sağladı.

Barınma hakkı adına kooperatif modeliyle insanların ev sahibi olabilmesine olanak tanıdı. Barışkent’i kurdu.

Jeotermal kaynağı, hem temiz ve sürdürülebilir enerji kullanımı hem de ısınma ve sıcak su temini için evlere taşıdı. Ülkenin en ucuz enerji kaynağıydı. Jeotermal seracılık yöntemiyle tarımsal üretimin Türkiye’deki fikir babası da oydu.

Sanata erişemeyen arka mahallelerin insanlarını sahneye aldı. Bütün kültür ve sanat aktiviteleri ücretsiz gerçekleştirildi.

Halka ait halk plajını ücretlendirmek aklının ucundan bile geçmedi.

Dikili’de hastane yoktu, insanlar perişan oluyordu. Ağır hastaları Bergama ve İzmir’deki hastanelere taşımak, ölümün eşiğine gelenleri yaşama yetiştirebilmek için ambulans aldı.

Dikili’de donanımlı bir sağlık merkezi kurdu. Sağlık hizmetlerini bedava yaptı.

Şehir içi ulaşımını ücretsiz yaptı.

10 tona kadar kullanılan suyu ücretsiz yaptı.

Artık çok oluyordu! Ağır ceza mahkemesinde yargılandı, “Belediyeyi zarara uğratmak ve görevi kötüye kullanmakla” suçlandı. Gönülleri fetheden savunmasında kararlılıkla haykırdı:

“Kapkara puntolarla yazın: Vatan hainliğine devam ediyorum hala. Bu suçsa ben bu suçu işlemeyi sürdüreceğim. Belediyeler ticarethane değildir. Su, temel yaşam hakkıdır, parayla satılamaz.”

Toplumcu belediyeciliğin manifestosunu oluşturdu. Bu örneklerin çok daha fazlasını içeren sosyal belediyecilik uygulamalarıyla adını dünya yerel yönetim tarihine yazdırdı…

Ferhan Şensoy onun için, “Heykeli dikilecek adam” dedi. Zülfü Livaneli, “Adı yüzyıllarca yaşayacak” dedi. Genco Erkal şöyle nitelendirdi:

Bir kişinin vizyonuyla nasıl değişebiliyor bir ilçenin ve bir bölgenin yaşamı, nasıl ışıkla birdenbire bir yere sıçrıyor… Bu unutulmaz ve bulunmaz, ender rastlanan bir şey. Ben ona mucize diyorum gerçekten ve bunu Osman Başkan yarattı. Onun yaratıcı gücü olmasaydı böyle bir mucize gerçekleşmezdi.

Halkı ona “Komünist Osman” dedi. Eleştirel bakanlar da “Sen anarşik, gomünist misin” diye çıkışıyordu. O ise “Bundan mutlu olurum. Keşke olabilsem” diye yanıt verdi.

12 Eylül’ün ürünü dinci faşizan tek adam rejimine karşı da büyük bir cesaretle mücadele etti. Gözünü budaktan sözünü dudaktan esirgemeden…

Tüm bu iyilikleri ve mücadelesi cezasız kalmayacak; nankörlükler, baskılar, tehditler, saldırılar, kumpaslar, iftiralar, yargılamalar, haksız hapis cezalarıyla karşılaşacak, ama asla boyun eğmeyecekti.

1984 – 1994 ve 2004 – 2013 yılları arasında dört dönem belediye başkanlığı yapan Osman Özgüven, 2014 yerel seçimine bir yıl kala İçişleri Bakanlığı tarafından hukuksuzca görevden alındı. Partisinin genel merkezi onu tekrar aday göstermedi. Olgunlukla karşıladı. Partisinin aleyhine hiç konuşmadı.

Yılların birikimi sonucu, 2018 senesinde kısmi felç geçirdi.

Her şeye rağmen muzipliğinden, hayata güzel bakmaktan, hayallerinden vazgeçmedi. Yaşamı boyunca inandığı bütün değerleri bir sevinç yumağı halinde bölgesine, ülkesine ve dünyaya savurmak isteyen Osman Özgüven şimdi 80 yaşında. Ağır aksak adımlarıyla demokratik eylemlere katılmaya ve mütevazı yaşamında emek, adalet, eşitlik, özgürlük, barış ve demokrasi mücadelesine devam ediyor, hala… Fikir yoldaşı Nazım’ın dizelerine mutlak bir inançla sarılarak…

Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak

Unutma; aynı gökyüzü altında bir direniştir yaşamak…

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.