Türkiye, toplumcu belediyecilik uygulamalarına pek az tanık oldu. Ama hepsi de derin izler bıraktı, çarpıcı etkiler yarattı. İzmit’te Erol Köse, Ankara’da Vedat Dalokay, sonra Ali Dinçer, İstanbul’da Ahmet İsvan deneyimleri… Ordu Fatsa’da Terzi Fikri (Sönmez)… Ve en etkin, somut başarılarıyla İzmir Dikili’de Osman Özgüven bunun öncüleri ve rol modelleriydi. İlerleyen dönemde, Ankara’da Murat Karayalçın, Eskişehir’de Yılmaz Büyükerşen, Seferihisar örneğiyle Tunç Soyer, Ovacık örneğiyle Fatih Maçoğlu o damarın iz sürücüleri oldular.
Devlete hükmedenler her seferinde boğmaya çalışsa da halkçı belediyeciliği, sol ideolojiden gelen bu nitelikli başkanlar inatla sürdürdüler mücadeleyi. Bu zincirin arasına son olarak Fındıklı Belediye Başkanı Ercüment Çervatoğlu katıldı. Üstelik, yepyeni yöntemler de geliştirerek…
1968 doğumlu Çervatoğlu, devrimci gençlik geleneğinden gelen sosyalist kökenli bir Cumhuriyet Halk Partisi üyesi. Makine mühendisi. Meslek odasındaki örgütlü mücadelede önemli işlevler gördü.
Rize’nin Fındıklı İlçesinde 1989’da Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) üyesi Hayati Aykut bir dönem başkanlık yaptıktan sonra iki dönem ANAP, üç dönem de AKP yönetime gelmişti. 30 yıl aradan sonra sandıktan solcu bir belediye başkanı çıktı. CHP Adayı Ercüment Şahin Çervatoğlu yüzde 59,5 oy oranıyla seçimi kazandı. Bugün, sağın kalesi olarak nitelenen Rize’de tek solcu belediye başkanı.
Fındıklı’da incelemelerde bulunurken önce seçimi nasıl kazandıklarını sordum, anlattı:
“İyi örgütlendik. Meclis üyesi adaylarımızdan 15’i gençlerden ve kadınlardan oluştu. Seçim broşürlerinde başkan adayı olarak benim fotoğrafım daha büyük yer almadı, hepimiz eşitler düzleminde yer aldık. Herkes Ercüment Çervatoğlu için değil, Fındıklı için ben adayım, biz adayız duygusuyla çalıştı. Kolektif akılla hareket ettik. Araç kiralayıp yüksek sesle yayınlar veya büyük büyük afiş çalışmaları yapmadık. Klasik yöntemlerin yanı sıra insanlara dokunduk, samimi temaslar kurduk. Sokak iktidarı getirir.”
Hüseyin Demirdal’dan da duymuştum; “Sokağa hakim olan sandığa da hakim olur.”
Yönetim anlayışını anlatmadan önce günümüzün CHP’li belediye başkanlarına dair bir özeleştiri yaptı Çervatoğlu:
“Ne yazık ki mevcut ceberut iktidara biz de benzedik. Tek adam rejimine karşıyken tek adamlığı içselleştirmiş gibi duruyoruz. Halktan bir miktar kendimizi kopartıyoruz. Halbuki vatandaş başkanla görüşmeye gelirken zaten çekinerek geliyor. Önce kapıda bir dirençle karşılaşıyor, sonra zabıtaya söylüyor, sonra sekretere, sonra özel kaleme... Vatandaşın başkanlık makamına erişimi zorlaştırılıyor. Piramidin tepesine beni çıkaran yurttaş bana ulaşamaz hale geliyor.”
Bir yerel yönetim metodolojisi geliştirdi. Sistemi piramit örneğiyle tarifledi:
“O üçgeni düşünün, genellikle nasıldır? En altta halk, en üstte başkan yer almaktadır. Biz piramidi tersine çevirdik. Bizim sistemimizde, piramidin en altında başkan yer alıyor. Onun üstünde belediye birimleri, onun üstünde belediye meclisi, onun üstünde mahalle ve halk meclisleri, en üstte halkın bütünü. Böylece en altta başkan, en tepede halk yer almış oldu. Olması gerektiği gibi… Ve belediye başkanı bütün Fındıklı’nın sorunlarını taşıyabilecekse yani o piramidi omuzlayabilecekse aday olsun dedik.”
Göreve geldiğinde ilk icraatı bu oldu. Kadın meclisi, gençlik meclisi, çocuk meclisi, engelli meclisi, esnaf meclisi kurdu. En tepede halk meclisi. Bunun amacını şöyle açıkladı:
“Ben majör hatalar yaptığım zaman geri çağırma mekanizması olabilmeli, halk yanlış bulduğu kararlardan döndürebilmeli. Bunu siyasal açıdan söylemiyorum, bilim ve teknik açısından. Hem bunun için, hem de kolektif aklı devrede tutmak, birlikte fikir üretip kararlar almak için hayata geçirdik.”
Halk meclisinde sıradan yurttaş ne kadar söz hakkına sahipse belediye başkanı Ercüment Çervatoğlu da o kadar söz hakkına sahip. Bu her alanda böyle. Örneğin, gün geçtikçe ün kazanan nitelikli festivalin içeriğini komite belirliyor. Neler yapılacağına, kimlerin davet edileceğine karar veren festival komitesi belediye başkanının her önerisini kabul etmiyor. Komite Çervatoğlu’na genellikle güvenlik ve kaynak bulma görevini veriyor.
Devlete hükmedenlerin ve rant odaklarının refleksi pek değişmiyor, maalesef başarı cezasız kalmıyor. Nitekim, halkçı uygulamalardan rahatsız olan odaklar halk meclisini ortadan kaldırmak istediler. Çervatoğlu hakkında açılan soruşturmalara bu da dahil edildi, paralel devlet, hatta belediyeye kayyum atanacağı söylentisi bile yayıldı. Ancak binlerce yurttaş belediye önünde toplanarak gücünü gösterdi ve halkçı başkanına sahip çıktı. Çare -pek yeterli bir yapı olmasa da- halk meclisinin yasada var olan kent konseyine dahil edilmesiyle bulundu.
“İşin özü şu: Sözün, kararın, yetkinin halkta olabilmesi için, halkın olanı halka verebilmek için bu yönetim anlayışı ve mekanizmalarla doğru hizmet vermiş oluyoruz.”
Katılımcı, doğrudan demokrasiyi hayata geçirebilmek için attığı adımlar bununla sınırlı kalmadı. Yasal olarak var olan belediye müdürlüklerinin yanı sıra danışma birimleri oluşturdu. Herkesin katılımına açık bu birimlerde uzmanlar yer alıyor. Her cuma günü bir araya gelerek, vatandaşın taleplerini değerlendiriyor, hangisinin efektif olup olmadığını, hangilerinin nasıl gerçekleştirilebileceğini değerlendiriyorlar. Sorunlara çözüm buluyor, fikirler geliştiriyor, tavsiye olarak rapor ediyorlar.
AKP’li yıllardan beri, demokrasi yanlısı CHP seçmeni mührünü direkt altı ok üstüne bastığı için, tanınmadan seçilmiş olan belediye başkanları da kendilerini halka tanıtma çırpınışlarına girerek sokakları, meydanları posterleriyle donatırken, o bunun asla yapmıyor. Belediye binasındaki odalara ve sosyal tesislere kendi fotoğrafını çerçevelettirip astıran, böylece kendilerini halka saydırabileceği gibi beyhude bir umuda kapılan mini dikta heveslisi başganlara hiç mi hiç benzemiyor. Sahiden seviliyor. İçten bir saygı görüyor.
Popülist ve şovenist değil. Egosu patlak bir narsist değil. Kibirli değil. Kompleksli değil. Üstenci bakışa sahip değil. Şımarık ve küstah değil.
Onu Fındıklı sokaklarında şort, tişört, terlikle gezerken görünce ve vatandaşlarla mütevazı diyaloglarını duyunca şaşırdım doğrusu. Diyor ki; “Genellikle böyleyim. Yeri gelince takım elbise giyerek kravat takmayı da severim ama nedense halkımızda takım - kravat bir mesafe algısı oluşturmuş. Benim yurttaşlarımla aramda hiçbir mesafe olmamalı.”
Bu karakterine uygun tutarlılıkla yaptığı ilk işlerden biri belediye başkanlığının makam kapısını sökmek oldu. İhtişamlı makam masasını kaldırdı, görkemli makam koltuğunu yardımseverler derneğine bağışladı. Yurttaş artık kolaylıkla başkanlığa geldiğinde ona tepeden bakan bir makamda değil, karşılıklı olarak eşit sandalyelerde oturarak konuşuyor. Cep telefonu numarası herkeste var, yurttaş isterse başkanı direkt arayabiliyor veya mesajını iletebiliyor. Makam aracı kullanmıyor. Genellikle sokaklarda yurttaşlara dokuna dokuna yürümeyi veya bisiklet kullanmayı tercih ediyor. Koruması falan yok. “Beni halktan kim koruyacak? Belediye başkanı halktan korunma ihtiyacı duyuyorsa uygulamada sorun var demektir” diyor ve ekliyor:
“İnsanlarda mesafe mekanizmasını oluşturan temel sebep makam. Bizim kapalı kapılar arkasında konuşacak hiçbir şeyimiz yok. Bu ülkede makam olacaksa bir tek kurucu önderimizin makamı olmalı, geri kalan her makamı darmadağın etmeli. Çünkü kurucu önderimiz varlık nedenimiz ve o gönül makamında yer alıyor.”
Mustafa Kemal’e saygı duyuyor. Bir ortaokul öğrencisinin “Fındıklı’da Atatürk adını taşıyan hiçbir yer yok” söylemi ve tavsiyesini meclislerin gündemine taşıdı. Bir soruşturma da Atatürk Parkı adının verilmesi nedeniyle açıldı. Geri adım atmadı. Önceki yönetimin parkın içinde millet kıraathanesi amacıyla tasarladığı yeri ise kültür - sanat evine dönüştürdü ve kuzeyin yiğit delikanlısı Kazım Koyuncu’nun ismini verdi.
Şeffaflık ilkesini uyguluyor. Herkesin katılımına açık olan belediye meclisi toplantıları internet sitesinden canlı yayınlanıyor. Belediye bütçesi her ay tüm detaylarıyla yayınlıyor, gelen parayla çıkan para halka anlatılıyor. Vatandaş isterse başkana, isterse belediye muhasebesine giderek kuruşu kuruşuna hesap sorabilme hak ve imkanını kullanabiliyor.
Çervatoğlu makamdan güç alma peşinde olmadı, makama güç veren başkan oldu. Ahlaki değerlere bağlı kaldı. Başkan seçilince makine mühendisi olarak sürdürdüğü bütün ticari faaliyetlerini sonlandırdı, inşaat şirketi ortaklığından da ayrıldı. Bazı şark kurnazları gibi “Profesyonellere devrettim” demedi, kendisine gizli ortaklar aramadı, alengirli şekillerle belediyeden rant sağlama ucuzluğuna düşmedi, başkalarının rant kapılarında kul köle olmadı.
“Fındıklı halkı bana ticaret yapmam için değil, belediyede hizmet etmem için oy verdi. Etik kuralların gereği budur. Siyaset veya makamlar zenginleşme aracı olarak kullanılmamalıdır.”
İsteseydi, müteahhitler Çervatoğlu’nun şirketi önünde kuyruğa girer, o da durduk yerde servet kazanırdı. Günümüzde bunu yapanlar tarih nezdinde ve toplum vicdanında utanca mahkum olacağını hesaba katmazken, Çervatoğlu’nun dayandığı kültürel gelenek Uğur Mumcu’nun seslenişini getirdi aklıma:
“Mimardık, mühendistik, doktorduk, avukattık. Yazlık, kışlık katlarımız, arabamız olurdu. Yüreğimiz işçiyle birlikte attı, köylüyle birlikte attı. Yaşamımızın en güzel yıllarını, birer taze çiçek gibi verdik topluma. Bizleri yok etmek istediler hep.”
Mottosu, “İnsana değil, insanlığa hizmet.” Bunu, “Kişiye özel, ayrıcalıklı yaklaşım değil, toplumun bütününü kucaklayan eşitlikçi ve adaletli hizmet anlayışı” diye açıklayarak sözlerini şöyle sürdürüyor:
“Eğer kişiye özel hizmet ederseniz ya bir diktatör çıkar, ya bir başkan çıkar, ya bir başka şey çıkar. Bizim hedefimiz insana değil insanlığa hizmet etmek. Yani şahıslara özel değil, Fındıklı halkının tamamına.”
Gençlere değer veriyor. Gençler aklına sadece pankart hazırlamak gibi angarya işlerde gelmiyor, saygıyla dinliyor, fikirlerini alıyor, beklentilerini karşılamaya çalışıyor.
Seçim sürecinde sergilediği eşitlikçi tutumunu belediyede de sergiliyor. Belediye personeline, aşkın ve direnişin şairi Nazım Hikmet’in felsefesiyle bakıyor, “İş kardeşleri” olarak görüyor. Oluşturduğu düşünce ve ifade özgürlüğü ikliminde, çalışma arkadaşları onu eleştiri sınırları dahilinde tenkit edebiliyor, o ise hiçbirini bozum etmiyor. Bazen hararetli tartışmalara giriyor. “Hatalarımızla insanız. Yanlışları düzeltme erdemi gösterebilmeli, eleştirileri elimizden geldiğince hoşgörü ve tahammülle karşılamalıyız” diyor.
Bazı personelin başkanla senli – benli konuşması dikkatimi çekti, gördüm ki hiç sorun etmiyor. Zira, temelde içten bir saygı, iyi niyet ve samimiyet var.
“Ben eşimden ve çocuğumdan daha çok onlarla zaman geçiriyorum. Mesai arkadaşlığı, paylaşmayı ve iyi ilişkileri gerektiriyor. Belediye personeline söylediğim şu: Birbirinizi sevmek zorunda değilsiniz ama saymak zorundasınız. Severseniz de kaymaklı tatlı olur. Bana gelince… Ben otobüsün şoförüyüm. İstediğim gibi süremem. Otobüs şoförü olmak araçtaki herkese tahakküm kurmak anlamına gelmiyor. Orada birlikte yol aldığım insanlar var. Kullanım şekline ve rotaya birlikte karar vermemiz gerekiyor. Fazla yük verirsen otobüs arıza yapar, gitmez. Az yük verirsen israf olur. En doğrusu ortak kararla ilerlemek.”
Bu konuda Ahmet Piriştina’nın, “Belediye başkanı orkestra şefi gibidir” tanımlamasını doğru buluyor, “Benim başlıca görevim orkestranın ahenkli çalışmasını sağlamak” diyor.
Ekolojik sistemi, hayvan haklarını, insan haklarını savunuyor.
Emek pek yüce değerdir sözü bir slogandan ibaret değil onun için. Emekçilere hakkını teslim ediyor. Eşit işe eşit ücret politikası güdüyor. Göreve geldiğinde belediye personeli için sadece iki dini bayramda ikramiye verilirdi. Çervatoğlu yılbaşı, 1 Mayıs İşçi bayramı, 19 Mayıs Atatürk’ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı, 30 Ağustos Zafer bayramı ve 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nda da prim ve ikramiye vermeye başladı. Personeli enflasyona ezdirmemek için, sendikanın talep ettiğinden daha fazla zam yaptı. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nü kadın personele tatil ilan etti. Kadınlar tatil yaptığında belediye kafeteryasında garson olarak kendisi çalışıyor.
Belediye ihtiyaçlarının alımını Fındıklı esnafından karşılıyor. “Bu mikro-milliyetçi bir yaklaşım değil mi” sorusuna karşın o ağır ekonomik koşullarda dayanışma ruhunun çok daha fazla önem taşıdığına inanıyor. Ayrıca alımları holdingler ve karteller yerine daha çok kişiye, küçük ve orta ölçekli işletmelere yaymanın iyi olduğunu düşünüyor. “Fındıklı esnaflarıyla aramızda belediye zarar etmeyecek şekilde güzel bir ilişki kuruldu” diyor. 100’den fazla meslek kolunu olumsuz etkileyen hipermarketler, zincir marketler, büyük sermaye gücü karşısında küçük esnaf ezilirken, Fındıklı halkını memnun eden bir yaklaşım bu. Bence buna pozitif ayrımcılık da diyebiliriz.
Belediye malları ve gayrimenkullerini satışa çıkarmıyor. “Ben Fındıklı halkının malını nasıl ihaleye çıkarırım? Satarsam halkın ve gelecek kuşakların yüzüne nasıl bakarım” diyor. Har vurup harman savurmuyor.
Tasarruf politikaları uyguluyor. Ama yine de kaynak lazım. İşte bu noktada yaratıcı, üretken zeka devreye giriyor. Belediye öz gücüne yönelerek üretiyor. Bu bağlamda tarım kooperatifi, kadınlar için yine kooperatif modeliyle emek evi kurdu, beton santrali, kırma eleme tesisi, kilit parke üretim tesisi, ahşap atölyesi, geri dönüşüm merkezi yaptı.
11 bin nüfuslu Fındıklı’nın bütçesi zaten sınırlı, hal böyle olunca, belediye işleri için ihalelere çıkıp elde avuçta olanı taşeron şirketlere dağıtmıyor. Yol mu yapılacak? Belediye personeliyle… Kaldırım mı onarılacak? Belediye personeliyle… Üstelik o da emekçilerin işinin ucundan tutuyor, çalışmalara bizzat katılıyor, tarlada hasada da gidiyor, park yapımında harç da karıyor.
Hiçbir çalışmayı ihale etmediği için Fındıklı’nın parası Fındıklı’da kalırken, hem kaynaklar daha çok icraat olanağı getiriyor, hem de istihdam artışı.
Yeri geliyor, belediye personeli sayısı o iş için yetersiz kalıyor. Hatta bazen para da yetmiyor. İş gücü ve kaynak gereksinimi doğduğu noktada Fındıklı’ya özgü meci devreye giriyor. Bir manifestoya dönüşen meci.
Biz Ege’de buna imece diyoruz. Fındıklı’daki fark ise belediye başkanının bunu örgütlemesi, kurumsallaştırması ve en verimli organizasyonu sağlaması.
Şöyle tanımlıyor:
“Meci, kimseyi ötekileştirmeden, kimsenin hakkına göz dikmeden, halkın olanı halkla birlikte üretebilmenin, zorlukları, engelleri birlikte aşabilmenin felsefesi, vatandaşların birbiriyle dayanışmasıdır. Anadolu’nun bütün coğrafyasında bu var. Bizim yaptığımız bunu toplumsallaştırmak.”
Örneğin; belediyenin bir çalışmasında insan kaynağı yetersiz kalırsa çağrı yapıyor, gönüllü olarak o işte çalışmaya gelenler oluyor. Mesela; hayvan dostlarımız için sokak hayvanları rehabilitasyon merkezi yapmaları gerekiyordu, para lazım, o esnada yine meci devreye girdi:
“Bir insanımız çay tarlasını bağışladı. Halkımıza çağrı yaptık; kimisi çay yapraklarını toplama işine geldi, kimisi aletleri temin etti, kimisi yemek getirdi, kimisi arabasıyla taşımacılık yaptı. Elde edilen gelir ve emekle rehabilitasyon merkezini inşa ettik.”
Örneğin; sosyal tesis yoktu Fındıklı’da. Artık var. Yeni yaşam alanları oluştururken, deniz kenarına nitelikli bir kafe - restoran yaptılar. Yine meci yöntemiyle… Tesise, ortak değerimiz olan kültür adamı, güzel kalpli bilge insan, Fındıklılı Aydın Boysan’ın adını verdiler.
Toplumsal dayanışmayı kamucu bakış açısıyla uygulayan Çervatoğlu ve yoldaşları meci sistemini bir manifestoya çevirdi.
Fındıklı karanlıkta parıldıyor.
Cumhuriyet Halk Partisi’nde değişim taleplerinin yükseldiği şu günlerde -ki bu reform tartışmaları nitelikli ve sağlıklı şekilde sürdürülerek ideolojik ve politik olmalı, ilke ve program düzleminde ilerlemelidir- toplumcu yerel yönetim anlayışının göz ardı edilmemesi ve artık genel merkez tarafından kurumsallaştırılarak tüm yurtta yaygınlaştırılması gerektiğine inanıyorum.