50’li yılların ortaları.
İlkokula Bolu-Mengen’de başladım. Artık merkez sınırları içinde kalmış bir köyde (Konak-Cazlar)
oturuyorduk.
Orman bölgesi olduğu için zaten köyler birbirine çok yakındı…
Bayramlarda anlaşan birkaç köy, kurayla bayram günlerini paylaşır ve bayramı birlikte kutlardı.
Bayramın kutlanacağı köyde köy muhtarı ve köylüler diğer köylerden gelen konuklarını karşılar; muhtar köydeki her haneye gelenleri paylaştırır,
konuklarını alan köylü de onlarla birlikte evine gelirdi.
Bu sırada evdekiler sofraları hazırlamış olurlar, hep beraber bayram yemeğine oturulurdu…
Yemek sonrası tüm köylüler konuklarıyla birlikte köy meydanında toplanır; davullar
zurnalar eşliğinde oyunlar oynanır, türküler çığırılır, sportif etkinlikler düzenlenirdi…
Tüm bayram günleri boyunca sırası gelen köy konuklarını karşılar, her bayram günü yemeklerle şölenlerle hep birlikte kutlanırdı…
Bayramlar, köyler ve köylüler arasındaki dayanışma duygusu ve bağların pekişmesinin de bir aracı olurdu…
Bayramlarda birlikte eğlenilir,
imece ile de ortaklaşa çalışılırdı…
Ne güzel…
Ardından büyük kente, İzmir’e göç…
Mezarlıkbaşı’nda iki katlı, on odalı bir Aile Evi’nde yaşam…
Her oda bir aileyi barındırıyor;
mutfak, tuvalet ortak kullanılıyor ama çoğu aile yemeğini de odasındaki gaz ocağında pişiriyor.
Yıkanma için hemen yanıbaşımızdaki tarihi Tevfik Paşa Hamamı’na gidiliyor…
Aile Evi’nde birkaç aile yahudi, birkaç aile hristiyan çoğunluk müslüman…
Daha önce de yazdım sanırım en güzeli de;
Ramazan’ı Kurban’ı; Paskalya’sı Noel’i,
Şabat’ı, Sukot’u Hamursuz’u…Aile Evi’nde bayramların birinin bitip diğerinin başlaması, hiç bitmemesi…
Her dinin bayramına diğer dinlerden oda komşuları da katılır; birlikte yenir, içilir,
eğlenilirdi…
Boyoz da, boyalı yumurta tokuşturma da, yumurta çikolata da o günlerdeki güzel anıların bize mirasları olarak kaldı…
Ne güzel…
Ardından, o zamanlar birkaç yüz hanenin oturduğu Kara Fatma Dağı’nda (şimdinin birkaç yüzbinlik Yeşilyurt’u) ilk evimiz…
Komşularımız olan Balkan-Kafkas göçmeni, Afro-Türk’ü,
Türkmen Tahtacı’sı, Kürt kökenlisi…
Hep beraber zorlukları dayanışarak aşma günleri…
Ve o zor günlerin en güzel anları; bayram kutlamaları…
Ev ziyaretleri…
Kurulan sofralar…
Kendini bu büyük ailenin bir parçası hissetme duygusu…
Ne güzel…
Ardından zorunlu acı göç…
Avustralya’da yaşam…
Bayramlar hafta sonuna denk gelmedi ise çalışmaya devam…
Buruk bayramlar…
Ağırlıklı olarak Türkiye’deki akraba ve dostlara kart gönderme (o da kalmadı),
telefonla bayram kutlamaları.
Derneklerin düzenledikleri kutlama geceleri, piknik ve festivallerde birlikteliğin mutluluğunu yaşama…
Bayramların insanlarda yarattığı bu birliktelik ve
dayanışma kültürünü hep önemsedim…
Çeşitli nedenlerle küçümseyen, yok sayan dostlarımı anlamakta da hep zorlandım…
Avustralya, son sayımların da gösterdiği gibi, herhangi bir dine inanmayanların neredeyse nüfusun yarısına yakınını oluşturduğu bir ülke…
Kiliseler cemaat eksikliğinden kapanıyor, satılıyor…
Ama ister Paskalya olsun, ister Noel olsun bayramlarda yine neredeyse tüm aileler bir araya gelip bayram sofrasında buluşuyor ve kutluyorlar…
Dini ya da ulusal bayramlar halkı birbiri ile kaynaştıran kültürel harç olma geleneğini sürdürüyorlar…
Farklı zamanlarda farklı yerlerde yaşadığım bayramlardan bir potpuri…
Bayramınızı kutluyor;
sağlık, huzur ve mutluluklar
diliyorum…