Ajans Bakırçay
2022-05-19 11:39:23

Galileo Galilei (1564-1642): Yıldırma “Mobbing” ve Üniversiteler

Prof. Dr. M. Şerefettin Canda

19 Mayıs 2022, 11:39

“Dünya dönüyor, sen ne dersen de”

Galileo Galilei Kimdir ?

Galileo Galilei, İtalya'nın Pisa kentinde, 15 Şubat 1564 günü, müzisyen Vincenzo Galilei’nin oğlu olarak dünyaya geldi.

Eğitimine önce tıp alanında başladı, 1583'den sonra matematik ve astronomi alanına yöneldi ve bilim tarihinde önemli bir yer edindi.

İtalya’nın yetiştirmiş olduğu fizikçi, matematikçi, gökbilimci ve filozof olup, engizisyon mahkemesinde yargılanması nedeniyle ünlendi.

Galileo Galilei, 1589'da Pisa Üniversitesi'nde matematik profesörü oldu. 1592'de Padua Üniversitesi'ne geçti ve 1610 yılına dek burada kaldı. Modern fizik ve teleskobik (1609) astronominin kurucusu olarak kabul edilir. Ayrıca, Galileo pusulayı ilkin piyasaya çıkardı, gök dürbünü ve mikroskobu da geliştirdi. 1609’da Galileo, Hollandalı gözlükçülerin etkisi ile ilk teleskobu yaptı ve gökyüzüne çevirdi. “The Starry Messenger” “Sidereus Nuncius” “Yıldızlardan Gelen Haber” kitabının önemi

Galileo Galilei 1610’da “The Starry Messenger” “Sidereus Nuncius” “Yıldızlardan Gelen Haber” kitabında, gözlemlerine dayalı bilgileri yayınladı.

Galileo’nun gözlemlerine göre; Ay düz değildi, dağları ve kraterleri vardı, küresel biçimdeydi. Venüs de, Ay gibi küreseldi, bu da Güneş çevresinde döndüğünün kanıtıydı. Ayrıca Jüpiter’in dört büyük uydusunu ilk olarak tanımladı, bunlar “Galileo Uyduları” adını aldı. Aristotales’in (Aristo, İÖ 384 – 7 Mart 322) Dünya merkezli evren kuramı

Galileo’nun bulguları, Aristotales’in (Aristo, İÖ 384 – 7 Mart 322) Dünya merkezli evren kuramını kabul etmiş olan, Roma’daki Vatikan Kilisesi ile çelişiyordu.

Kopernik (Copernicus 19 Şubat 1473 Torun/Polonya - 24 Mayıs 1543)’in Güneş merkezli evren kuramı

Galileo, Kopernik (Copernicus 19 Şubat 1473 Torun/Polonya - 24 Mayıs 1543 Frombork)’in Güneş merkezli kuramını destekledi ve kitaplarında bunu yazdı.

Kopernik, daha önce Nasreddin Tusi (18.2.1201 Tus, Güney Azerbaycan - 25.6.1274 Bağdat) tarafından ulaşılan bilgilerden yararlanmıştı (Meraga Rasathanesi, 1259 yılında Hülagû Han’ın Meraga'da kurduğu gözlem evi).

Galileo Galilei Engizisyon Mahkemesinde İki Kez Yargılandı (1614, 1633)

Galileo Galilei, “güneş merkezli evren kuramını” desteklemesi yüzünden, Vatikan’dan büyük tepki gördü,

1614 ve 1633 yıllarında olmak üzere, iki kez engizisyon mahkemesinde yargılandı.

1614'te ilk mahkemesinde, Galileo’nun görüşlerini yayması, öğretmesi ve kitapları yasaklandı. “Diyolog: İki Kainat Sistemi Üzerine Konuşmalar” “Dialogo sopra i due massimi sistemi del mondo”

Galileo Galilei 1632 yılında yazmış olduğu,

“Diyolog: İki Kainat Sistemi Üzerine Konuşmalar” “Dialogue Concerning the Two Chief World Systems”

Dialogo sopra i due massimi sistemi del mondo” (Resim 1) adlı kitabı nedeniyle, ikinci kez,

1633 yılında Engizisyon mahkemesinde yargılandı.

Bu kitapta, Kopernik ve Aristotales (Batlamyus) ile tarafsız üçüncü bir kişi olmak üzere toplam 3 kişinin diyalogları yazılmakta ve bilimsel gerçeklerle Kopernik modeli savunulmaktadır.

Resim 1. Galileo’nun engizisyonda yargılanıp mahkum edilmesine neden olan ve 1632 yılında yayınlanan kitabı:

“Diyolog : İki Kainat Sistemi Üzerine Konuşmalar” “Dialogue Concerning the Two Chief World Systems

Dialogo sopra i due massimi sistemi del mondo

Vatikan Engizisyon Mahkemesi (1633)

Vatikan Engizisyon Mahkemesi tarafından 1633 yılında Galileo Galilei tutuklandı, yargılandı, ölüme cezası verildi.

Buna karşın, çevresinin “baskısı” ile ‘-Dünya dönmüyor!’ diyerek “tövbekar” (!) olunca ”ölüm cezası” da “ev hapsine” dönüştü.

 Galileo Galilei’nin duruşma (mahkeme) çıkışında söylediği şu söz ünlüdür:

“- Her şeye karşın dünya yine de dönüyor”.

Sonuçta, Vatikan Kilisesi tarafından, 70 yaşında olmasına karşın;

 “ev hapsi” ile “yaşam boyu” insanlardan ”soyutlanma”, yani “yıldırma” ve ”yıldır-kaçır” “mobbing” ‘e uğradı ve kitabı da, dersleri de yasaklandı.

Galileo Galilei Tutukevinde (Hapiste) bulunduğu sırada;

1636 yılında görmesini yitirdi ve görmez (kör) oldu, 8 Ocak 1642’de, İtalya’da Floransa (Arcetri) ‘da, 77 yaşında vefat etti. Galileo’nun Unutulmaz İzleri

Özetle, Galileo Galilei, yaşadığı çağdaki “karanlığa karşı durmuş”, yargılanmış, hapsedilmiş, aydınlık (entelektüel) bir düşün, bilim ve teknoloji insanı olarak bilim tarihine geçmiştir.

Galileo Afarozu: Galileo Galileei için, Katolik Kilisesinin aforozu 1633 yılından 1992 yılına dek sürdü. Papa II. Johannes: 1992’de, ölümünün 350. Yıldönümünde, Papa II. Johannes tarafından itibarı “sözde” geri verildi. Galilei Lunar Crater: Galileo Galilei’nin adı Ay’da bir kratere verildi. Galileo Uzay Aracı: NASA tarafından, Jupiter ve uydularını araştırmak için uzaya gönderilen (18 Ekim 1989 - 22 Eylül 2003) araç (Galileo Uzay Aracı), onun adını taşıyor. Aeroporto Internazionale Galileo Galilei: Doğum yeri Pisa’nın Havaalanı Galileo Galilei adını taşıyor. Uluslararası Galileo Astronomi Yılı: Birleşmiş Milletler (BM) ve UNESCO 2009 yılını `Uluslararası Galileo Astronomi Yılı’ olarak kabul etti.

Galileo Galilei Avrupa’nın, Vatikan Kilisesi’nin ve Engizisyon Mahkemesi’nin etkisi altındaki baskılı bir döneminde çalışmalarını yapmasına karşını, bilimselliği savundu ve bu uğurda, yaşamını yitirdi.

***

Galileo, Hallaç-ı Mansur, İbni Rüşd (Averroes) Günümüzde de kimi insanlar, inandıkları ya da savundukları bir konuda Galileo gibi “-dünya dönüyor” dediği için, kimi “önyargılı” insanların, “çıkar kümelerinin” tepkilerini çekiyor, sıkıntılar yaşıyor ve değişik türde “yıldırma” ile karşılaşıyor. Bu da gösteriyor ki, “yıldırma” dünyanın “son 100 yıl içinde” öğrendiği bir “duygusal baskı-şiddet” olmasına karşın, tarihi çok daha eskilere gitmektedir. Örneğin tarihte en tanınmış örnekler arasında özellikle Galileo Galilei (1564-1642) yanı sıra, Hallaç-ı Mansur (858, Tur- Beyzâ, İran - 26 Mart 922, Bağdat) sayılabilir.

Hallaç-ı Mansur

Hallaç-ı Mansur (858, Fars Eyaleti, İran - 26 Mart 922, Bağdat), “En-el Hak” dediği için Abbasiler tarafından, aşağılandı, kötülük, işkence gördü ve Bağdat’da idâm edildi, yakılarak külleri Dicle Nehri’ne atıldı (26 Mart 922).

İbni Rüşd (Averroes)

Endülüs’ün yetiştirdiği büyük düşün adamı İbni Rüşd (Averroes) (Endülüs, Kurtuba 14 Nisan 1126 - 11 Aralık 1198 Marekeş, Fas) skolastik düşüncelere karşı, Rönesansın doğmasında etkili olan ve "Averroism" adı verilen “akılcılığı ve özgür düşünceyi” savunması nedeniyle, bir süre sürgüne uğramış, Marekeş’de, yalnız ve üzünç dolu bir yaşam sürmüştür.

Sonuç

Güncel olarak mobbing denilen “yıldırma, bezdirme” “yıldır-kaçır” teriminin kaynaklara girmesi ise çok yenidir, ilk olarak 1984 yılında Dr. Heinz Leymann tarafından tanımlanmıştır.

Bilgi, birikim, teknoloji ve kültüre dayalı “entellektüel" "intellectual" söylemler, yeni görüşler, özgün ve erdemli düşünceler, toplumsal gelişme ve ilerlemede önemli yer tutması yanı sıra, toplumun aydınlanması, bilimin, teknolojinin ve uygarlığın gelişmesi için gereklidir.

"Boş çuval ayakta durmaz"

Örneğin, halk arasında söylenen ve “temelsiz söylemleri” tanımlayan "Boş çuval ayakta durmaz" sözü ile savlanan da budur.

“Ortak çıkar - rant birlikteliği”

Zaman zaman, yenilikçi görüşler, alışılmamış söylemler, yürekli bir çıkış, yenilikçi (innovation) ve buluşçu (inveniton) görüşler çevrede kıskançlık ve olumsuz tepkilere yol alabilir.

Örneğin, “ortak çıkar birlikteliği” yapmış çeşitli “çıkar” ve “rant” kümelenmelerinin olduğu ortamlarda, “yıldırma” görülme olasılığı çok yüksektir.

Galileo’da olduğu gibi, o günün toplumu ve “engizisyon mahkemesi”; “-dünya dönüyor” dediği için, “yıldırma” yoluna gitmiş ve sonunda “hapis cezası” vererek, Galileo’nun sağlığının bozulmasına ve sonunda erken dönemde ölümüne yol açmışlardır.

Ayrıca, Galileo’nun daha başka konularda ve alanlarda insanlığa yapabileceği, olası buluşları ve katkıları yapmasını engellemişleridir.

"Tanıklık etmenin önemi”

"Yıldırma" konusunun bir başka boyutu da, direnen bir insanın yaşadığı çağa ve topluma "-tanıklık etmesi” nin önemidir.

“Edilginleşme” “Edilginleştirme”

Genelde insanlarda "yalnızlaşma", “aşağılanma”, “itibarsızlaştırma”, “saygınsızlaştırma”, “güçsüzleştirme” ve "tanıksız kalma" sonucu şu değişiklikler görülmektedir:

Direncin düşmesi, “edilginleşme”, “edilginleştirme”, hak ve hukuka güvenin sarsılması, “özlük haklarında” adaletsizliğe uğrama, "moral-motivasyon" yitirme, bunalıma düşme, psikolojik yardım alma, ruhsal ve çeşitli psiko-somatik sağlık sorunu yaşama.

“Aşırı uyum hastalığı”

Bir başka olumsuz etkileşim, çevredeki diğer insanlar üzerinde oluşur, örneğin birçok kimsede “aşırı uyum hastalığı” görülür.

“Demokrasi kültürünün gelişmesi önemli”

Bireysel erki olan, eğitimli, entelektüel ve nitelikli insanların çok güç koşullarda yetiştiği Türkiye gibi ülkelerde, özgün ve özellikli toplumsal değerlerimizin, “çıkarcı” küçük kümelerin içinde “yalnızlaşması” ve bu tür “saldırıya uğraması” gibi durumların, demokrasi kültürümüz geliştikçe azalacağını düşünüyorum.

Bu nedenle "demokrasi" tanımına dikkat etmemiz gerekiyor.

Örneğin bir kuruldaki "çoğunluk", her zaman, ne ölçüde "doğru" ya da "haklı" bir anlam taşır, bu durum çok görecedir.

Özellikle bilimsel olaylarda ve bilimsel ortamlarda ve kurullarda “karar mekanizması” nasıl çalışmalı ki sağlıklı olsun.

"Küçük kümeler-gruplar demokrasisi"

Kurumlarda, şirketlerde ve üniversitelerdeki "Küçük kümeler - gruplar demokrasisi" o nedenle çok yanıltıcı sonuçlar doğurabilir. Sonuç önceden belli olduğu için tartışma ortamını engeller.

Özellikle üniversitelerde ve benzer kurumlarda bu tür oluşumlar sıklıkla yaşanıyor.

Sürekli aynı kurullarda bulunan aynı kişiler, zaman içinde “birbiri ile etkileşerek”, benzer düşünmeye ve benzer “olumsuz” kararlar vermeye başlıyor.

Böyle bir ortamda, gerçekte “haklı” ya da “doğru” olan bir “aykırı düşünce” yer bulamıyor ya da “sessizleşiyor”.

Bu durumun, ülkenin çağdaş dünya uygarlığı içinde var olması, toplumsal ve kurumsal ilerlemesi, demokrasi kültürünün gelişmesi açısından görünen görünmeyen birçok olası sakıncaları bulunmaktadır.

O nedenle birçok ülkede, üniversite öğretim üyelerinin “mobilite” göstermesi gerekiyor.

Bu nedenledir ki, Galileo’lara, Hallaç-ı Mansur’lara ve İbni Rüşd (Averroes)‘lere toplumun ve insanlığın her zaman gereksinimi vardır.

“Entelektüel bilim insanları” desteklenmelidir

 Toplumumuzun güncel olarak, iyi yetişmiş, nitelikli ve özgün fikirli ve yürekli entelektüel insan gücüne, bilim insanlarına ve bunların korunmasına ve yaşatılmasına gereksinimi vardır.

Özellikle üniversitelerde daha iyi ve daha üretken çalışma koşulları sağlanması için şu durumlar dikkate alınmalıdır:

Çeşitli “sosyal klüpler ve örgütler”, “rant kümeleri”, “kadrolaşma kümeleri”, “kadro kapma yarışı” vb çıkar kümelerinin “dışlama”, “aşağılanma”, “alay konusu etme”, “kaçırma”, “moral-motivasyon bozma”, “yalnızlaştırma”, “tek düze olma” vb saldırı, “dolap çevirme” ve düzenlerine karşın önlem alınması, özellikle objektif “liyakat” ilkesine dayalı ve “çoğulcu düşüncenin” korunması konusunda yöneticilerin duyarlı olması çok gereklidir.

Günümüzde özellikle, Üniversitelerimizde değişik düzeylerde de olsa, yaygın bir durum olan "yıldırma" konusunu işlemek ve dile getirmek oldukça güçtür.

Eğer, üniversitelerimizin, dünya üniversiteleri içindeki, Türkiye kaynaklı bilimsel yayınlarının, uluslararası etkisine ve Türkiye kaynaklı Nobel ödülü alanlara bakarsak daha sağlıklı değerlendirmek olasıdır.

“Bizans hastalığı”, “Kutsal üniversite bürokrasisi”

Bizans’tan bu yana, ülkemizde “toplumun ve kurumların genlerine geçmiş olan” ve “Bizans hastalığı” diye bilinen “çıkarcılık” ve “entrikacılık” sonuçta, özellikle üniversitelerimizde “dokunulmaz” bir yapı kazanmış olan “kutsal üniversite bürokrasisi” yaratmıştır. Örneğin, bir üniversitenin rektörü değişir, fakat kökleşmiş (köhneleşmiş) “bürokrasi” dokunulmazlığı sürer.

Bunun için, toplumda, bürokraside ve üniversitelerde; yüreklice görüşlerini paylaşan, bilgili, kültürlü, adalet duygusu taşıyan “entelektüel” bilim insanlarına ve “liyakatli”, iyi eğitim görmüş kimselere, geleceğin Galileo’larına ya da Hallaç-ı Mansur’larına gereksinim vardır.

“Yöneticiler özeleştiri yapmalı”

Bu konuda yazılacak yazılar ve satırlar kimilerini "düşünmeye" sevk edebilir ve kendi kendine;

“- ben ne yapıyorum" demesini ve “özeleştirisini” yapmasını sağlayabilir ki, bu da toplumumuz için, büyük kazanç olur.

Son söz: İşte bunun tarih içinde en tanınmış en uç örnekleri;

- "dünya dönüyor" dediği için engizisyona gönderilen "Galileo Galilei",

- “en-el hak” dediği için idam edilen Hallaç-ı Mansur,

- Rönesansın doğuşunda etkili, “akılcı-özgür düşünceyi” "Averroism" savunan, “sürgüne” gönderilen, üzünç biçimde vefat eden İbn Rüşd (Averroes) gibi çağının entelektüelleri günümüzde de yaşmaktadır.

Bir başka deyişle, yaşadıkları tüm olumsuzluklara karşın, "Galileo Galilei", “Hallaç-ı Mansur” ve İbn Rüşd (Averroes) adlarının, insanlığın uygarlık tarihi içinde, güncel olarak da ışığı yanmakta ve herkes tarafından saygı görmektedir.

Örneğin,

Galileo Galilei’nin 1609-1610 yıllarında Ay’ın küresel biçimde olduğunu, yüzeyinin düz olmadığını tanımlamasından;

352 yıl sonra Yuri Gagarin (12 Nisan 1961) uzay aracı ile uzaya çıktı, dünya yörüngesinde tur attı, 363 yıl sonra da Neil Armstrong (20 Temmuz 1972) Ay'a ayak basan ilk insan oldu.

Gerçekte, günümüzdeki Avrupa Üniversite Reformu’nun da dikkatlerden kaçmaması gereken en önemli amacı;

Bilimsel alanda gelişme ve ilerleme sağlayabilmek için, Öncelikle “entelektüel gelişmeyi sağlamanın gerektiği”, buna göre eğitimde yenilikler yapılması anlayışına ulaşılmasıdır.

Türkiye’de de üniversite eğitiminin yeniden yapılandırılması çalışmalarının, gerekli düzenlemeler yapılarak, bu çerçevede devam etmesinin gerekmektedir..

Türkiye’de üniversitelerin daha ileriye gidebilmesi, bilimsel düşüncenin gelişmesi; “insan haklarına” saygılı, “liyakati” önceleyen, “ülkemizin ve insanlığın aydınlık yarınları” için koşan kurumlar olması, “kutsal üniversite bürokrasisi” ve “mobbing” ortamının giderilmesi, “entelektüel” bilim insanlarının varlığı ve “demokrasi kültürünün” gelişmesi, yöneticilerin de bu konularda bilgili ve yeterli oluşu ile koşutluk gösterdiği açıkça görülmektedir.

(serafettin.canda@deu.edu.tr)

Yorumlar (12)

Emin Karaca 3 Yıl Önce

Şerafettin Canda her makalesinde topluma ışık tutacak isimleri, değerli yorumlarını katarak, büyük emek harcayarak bizlere aktarıyor. Bu gibi yazılarının devamını ve başarılar dilerim.

Doç.Dr.Ragıp Kayar 3 Yıl Önce

Sayın prof.dr.Şerefettin Canda hocanın bu makalesi ,ülkemizdeki üniversitelerin neden birer meslek yuksek(?) Okuluna dönüştüğünü açıklayabilecek en önemli bazı etkenleri dile getirmektedir.Taciz ve baskı gören dahilere başka örnekler de verilebilir: Sokrates,Ibni Sina,Ignis Sammelweiss da bunlardan birkaçıdir.Her zaman çoğunluğu oluşturan "vasat"lar azinlıktaki dahileri, ACIZLER ITTIFAKI denen dayanışma dürtüsü ile etkisiz hale getirmektedir. Ne yazık ki mevcut bu durumu gidermek bu düzende mümkün değildir.Belki de yapılacak tek şey 1933 de Atatürkün yaptığı gibi bir Üniversite Reformu yaparak, ithal kaliteli beyinlerle liyakat ve rekabete dayali yeni bir üniversite kurmaktır.Diger üniversitelerin çoğunu kapatarak ya da Yüksek meslek okullarına dönüştürerek istenen hedeflere varılabilir.

Ayşen 3 Yıl Önce

Teşekkürler hocam

Doktor 3 Yıl Önce

Yine akıcı bir yazı...

Sakin Şehir 3 Yıl Önce

Çok doğru yazı

Kader 3 Yıl Önce

...

Yaşar Ergün 3 Yıl Önce

30 sene oldu üniversiteye gireli. merkezi sistem, yurtdışı doktora bursunu da içeren bir kadro ile girdim üniversiteye. otuz sene sonra şimdiki duruma bakınca "üniversiteden uzak bilime yakin" bit pozisyondayim. mobingin tillahi var ama şikayet edecek merci yok. var gibi görünenlerin de zulmün üstünü örtmek için var.

Bornovalı 3 Yıl Önce

Hocam yazınızı okudum, teşekkür ediyorum

Kahraman 3 Yıl Önce

Yüreğinize sağlık

Dr. Tanju Sürmeli 3 Yıl Önce

Öncelikle çok akıcı şekilde bilimin gelişmesinin önünün açılması için yazdığınız yazının net anlatımı açısından çok teşekkür ederim. Sizin de bildiğiniz gibi tüm çıplaklığı ile görülen o ki, 400-450 senedir bilim içinde olanlarda pek değişen bir sonuç yok. Benzer olayların tekrar tekrar olması “ tarih tekerrür” denmesini hatırlatsada sebebini tespit ettiğimizde tedavisi var mı? İnsanlığı, bilimi ve geleceği değiştirmek isteyenlerin önünde çözülemeyen olayın değişmesindeki engel aslında insanın kendi beyni. Genelde insanların böyle bir yazıdan sonra iradesini kullanıp ben ne yapıyorum yada mutlaka değişmem lazım demesi yeterli olmalı ancak bu yeterli olmuyor. İnsanlar dünyayı değiştirmeye çalışıyor ama kendini değiştiremiyor. Neden mi bu oluyor? Şöyle ki, Beynin çalışma sisteminde sorun var. Duygu, düşünce ve davranışların yüzde 90-99 oranında bilinçaltı sistemle çalışması, irade kısmının yüzde 1-10 oranında etkili olması ve bunların beyinde derin merkezlerde kayıtlanması otomatikten yapılan beynin çalışma sisteminde kişinin etkili olmasını azaltıyor. Ayna nöronlar otomatik öğrenme ve taklit için görev yapıyor. Kayıtlar beynin derin merkezlerine yapılıyor. Bu kayıtlar öğrenme teorilerine göre ilk 6 yaşta doğru yapılırsa sonra ki yaşamda olumlu yönde etkili oluyor. Beynin sistemsel çalışması sağlıklı olmalı, çevresel faktörlerden etkilenmesi az olmalı, kendi gücünü kullanmayı öğrenen ve kaosta insani özellikerini kaybetmeyen nesiller gerekli. Gelişmiş ülkelerde de benzer sorunlar var. Onlarda bu sorunu çözememiş. Zaman zaman hukuk bunu çözmüş.

Op.Dr.Mehmet Gökmen 3 Yıl Önce

Donanımı,ileri görüşleri ve bilgi birikimiyle yazıları oldukça faydalı.Tebrik ediyorum

Prof.Dr.İ.Hakkı Bahar 7 Ay Önce

Sağol sayın hocam.

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.