Dün bir dostun,
WhatsApp aracılı ile gönderdiği,Çeşme Germiyan Köyü'nden Nuran Erden ile yapılan söyleşiyi seyredince;
salgın nedeniyle çakılıp kaldığımız Sydney'de,
yurt özlemi yeniden depreşiverdi ve üç yıl öncesine gidiverdim...
Biliyorsunuz,Nuran Erden
evlerin duvarına yaptığı resimlerle köyünü çiçek tarlasına çeviren,Türkiye ve dünyaya tanıtan ve kendi anlatımıyla "köylü,üniversite mezunu,
çoban ve çiftçi"bir kadınımız...
Anılara dalıverdim...
Eşim Nuran ve ben Çeşme'nin köylerini gezmeyi çok severiz ve mümkünse köy festivallerini kaçırmamaya çalışırız.
Germiyan Ekmek,
Alaçatı Ot,
Reisdere Uçurtma,
Ildırı Kültür Sanat,
Ovacık Tarım,
Dalyan Aşk Festivalleri...
Üç yıl önce,4.Germiyan Festivali'ni düzenleyen dostlar harika bir etkinliğe imza attılar:
MÜBADELE öncesi Reisdere köyünde yaşayan ve Sakız adasına göç etmek zorunda kalan Rumları (hala yaşayanları ya da akrabalarını) festivale davet ettiler.
Karşılıklı göç etmek zorunda kalmış iki yaka insanlarını buluşturdular...
Mübadele öncesi Germiyan bir Türkmen köyüydü ama hemen yanıbaşındaki Reisdere ve Ildırı da önemli sayıda Rum yaşıyordu...
Festivalin ilk günü,Ege Üniversitesi öğretim üyesi Yrd.Doçent Dr.Engin Önen (Germiyan Köyü'nde doğup büyümüş,festivalin düzenleyicilerinden) "Türkler ve Rumların Ortak Yaşadıkları Dönemin Kültürel İzleri" konulu bir sunum yaptı.
Bu birlikte yaşamdan, arazi, yer, giysi, mutfak ve ev eşyalarının isimlerine yansıyan kültürel izlerden örnekler verdi.
Ardından, çocukluğu Reisdere köyünde geçmiş,
Sakız'lı konuklardan Markos Yianiçakır,
mübadele dönemi anılarını anlattı...
Sonra da buzukisi ile, o dönemden aklında kalan Türkçe ve Rumca türküleri çalıp söyledi...
Konuklar da bizler de duygulandık...
Festivalin ikinci günü ise,
mübadele ile bu kez Sakız'dan göçmek zorunda kalmış bir aileden, fotoğraf sanatçısı ve yazar Cavit Kürnek,
anneannesi ve annesinden dinlediği o günlerin anılarını anlattı.
Sakızlı bir papazın yardımı ile edinilen bir sandala nasıl doluştuklarını,
Çeşme'ye yaklaştıklarında,
denizin konumunu bilemedikleri için sandalın nasıl bir sığlığa oturduğunu,
kurtulmak için yanlarına aldıkları eşyaların bir kısmını nasıl denize atmak zorunda kaldıklarını,
geldikten sonra uyum sağlamakta zorlananlar arasından birinin yaşadığı ruhsal rahatsızlığı...
Konuklar ve biz yine duygulandık...
Kendimden de bilirim,
zordur göçmen olmak...
Doğduğun,yaşadığın topraklardan kopmak...
Yaşam biter... Özlem hiç bitmez...
Kırgınlıklar,kırılmışlıklar içinin bir köşesine çöreklenip kurulmuşlardır.
Geçmiş zamanın peşinde sürüklenip durursun...
Mekanların içinde bir mekan,zamanların içinde bir zaman... aranıp durursun...
Gelin, yurt özlemimizi depreştiren bu yazıyı,
duygularımı yansıtan dizelerle noktalayalım:
"bir göçmen kuş gibi pırr
uçacağım uçmasına da
bir göçmen odası
sayılıyor artık
yerden göğe kadar
bu dünya
uçacak bir yer kalmadı
burada yurt tuttuğun
yitik zamandan başka...
...
sürgün onun içindedir
dünya onun dışındadır
camdan kalbine
baka baka kırılır
korkusu ortada kalır..."
(Haydar Ergülen)
Göç ve mülteci acılarının yaşanmayacağı günler dileğiyle sevgiler...
(Altta o günkü festivalden çektiğim fotoğraflar...
İlki, kök boya bir kilim,
ikincisi,söyleşilerin yapıldığı köy kahvesinin ocağında çalışan köylü kadınımız,
üçüncüsü-koltuğuna bayıldım-tarla ürünlerini satan köylü dedemiz,
ve son fotoğraf, bize yaşadığı mübadele anılarını anlatan ve buzukisi ile duygulandıran
Markos Yianiçakır...)