Ajans Bakırçay
2021-09-18 10:42:15

Kulluk ya da Yurttaşlık

Muammer Toprakçı

18 Eylül 2021, 10:42

Avustralya'nın ilk kadın başbakanı Julia Gillard, 2010 yılında göreve başlarken İncil üzerine el basarak yemin etmeyi reddetmişti.
Sorulduğunda da, tüm inançlara saygılı olduğunu ancak bunların kesinlikle kendi inançları olmadığını belirterek:

"Bu sadece isteğe bağlı uygulanan dini bir tören. Önemli olan devletin tüm inançlara eşit mesafede durmasıdır.
Ateist olmak benim bireysel tercihim ve bu kesinlikle devlet politikalarını etkilemeyecek."
demişti.

'Oy kaybedersiniz...'
denince de yanıtı:
"Olabilir, ama önemli olan ve halkın benden beklediği, dürüst olmam ve görevimi yasaların bana verdiği yetki sınırları içinde layığınca yerine getirmemdir." olmuştu.

Böyle davrandığı için de görev süresi boyunca tüm halkın saygısını kazanmıştı...

Niçin anımsadım?

Nedeni, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın uygulamaları ve Ali Erbaş'ın açıklamaları...

Ne diyor Diyanet'in görevi için Anayasa?
"Laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşüncelerin dışında kalarak ve milletçe dayanışma ve bütünleşmeyi amaç edinerek, özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirir..."

Diyanet İşleri Başkanı ise:
"İnanç sokakta olmasın, insanın içinde olsun, insanla Allah arasında olsun,
evine, ticaretine,
siyasetine,
adaletine, yargısına karışmasın... inançtan ayıklansın istiyorlar oraları adeta..."
diyerek kendisine Anayasa dışında bir görev alanı çerçevesi çiziyor...

Ona göre İslam hayatın her alanına müdahele eder ve etmelidir...

Diyanet İşleri Başkanı'nın uygulama ve açıklamalarını,
Cumhurbaşkanı'na rağmen yaptığı söylenebilir mi?

Yanıtı belli...

Daha birkaç gün önce görev süresi uzatıldı...
Diyanet İşleri Başkanlığı'nın protokoldeki yeri de,
52.sıradan 40 sıra yükseltilerek 12.sıraya çıkarıldı...

Kaldı ki, sayın Erdoğan'ın şu sözleri hala hafızalarda...

"Din, kişinin hayatına nüfuz etmezse, kişi zamanla yapıp ettiklerini dinleştirme yanlışına düşer. Bunun için İslam bize göre değil, biz İslam'a göre hareket edeceğiz.
Nefsimize ağır gelse de hayatımızın merkezine dönemin koşullarını değil,
dinimizin hükümlerini yerleştireceğiz..."
(AA-28/11/2019)

Soru şu:
"Ne oluyor? Şeyhülislamlık geri mi geliyor?..
Laiklik ilkesi kaldırılıyor mu?..
Şeriat'a mı geçiyoruz?..

Eğer bu sorularla kastedilen, Anayasanın değiştirilerek, "Türkiye şeriat ile yönetilen bir devlettir..." ibaresinin konması ise bunun kolay olmadığını düşünenlerdenim.

Anayasanın 'değiştirilemez,
değiştirilmesi teklif dahi edilemez' maddelerinin değiştirilmesinin zorluğu bir yana...
Kurtuluşunun ardından, kuruluş ilkeleriyle Cumhuriyetin, tüm saldırılara karşın direnişinin...
Türkiye'nin kuruluşundan bugüne geçirdiği evrimin,
sosyolojisinin...
Türkiye'de kapitalizmin geldiği sürecin ve Türkiye kapitalizminin dünya sermaye düzeni ile geçirdiği entegrasyon sürecinin bunu olanaklı kılmadığı da düşünülebilir...

Peki, olan nedir?

Kanımca, şeriatın adı konularak,anayasal bir uygulama olarak gelmesi değil;
dinci uygulamaların,
günlük yaşamın içine emdirilerek yerleştirilmesidir...

Yani, toplumun, "siyasal dincilik' temelinde adım adım dönüştürülmesidir.

Yani, şeriat'ı, "hayatın düzenlenmesine yol göstermek" olarak anlıyorsanız; işte bunun, yaşamın her alanındaki 
uygulamalarla yapılmaya çalışılmasıdır...

Yani, toplumsal yapının, hukuk ve ahlak kurallarının günlük yaşam içinde,
dinsel normlara göre adım adım şekillendirilmesidir...
(Gelecek yazıda bu uygulamaların-hiç değilse kendi alanım olan eğitimdeki-örneklerine bakalım.)

Ayrışmanın temel nedeni şu sorularda:

Cahil bırakılmış,
cemaatler topluluğu mu?...
Aydınlanmış vatandaşlık mı?..

Tevekkülle biat eden mi?..
Hakkını, hukukunu arayan mı?..

Yani?
Kulluk mu?
Yurttaşlık mı?

Türkiye bu soruya yanıt verecek...

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.