“Ağır, ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semâya ağlayarak...”
Bu hafta da yazıma bir şiirin ilk üç dizesi ile başladım; Ahmet Haşim’in meşhur, Merdiven şiirinin ilk üç dizesi ile…
Merdiven şiirine tekrar döneceğim, ama önce biraz gündeme değineyim;
Biliyorsunuz, birkaç gün önce, Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan, televizyonlardan izleyenlerine seslenerek, Fransa’ya karşı, daha doğru bir ifadeyle yurdumuzda satılan Fransız ürünlerine karşı boykot ilan etti.
Tam olarak ne dedi? “Buradan milletime sesleniyorum. Sakın Fransız markalara asla iltifat etmeyin, bunları satın almayın”.
Almayalım, almamasına da…
Gelin, önce bu konuyu birkaç farklı noktadan ele alalım; önce bilinen Fransız markalarından örnekler ile devam edelim;
Michelin markasını duydunuz mu hiç? Otomobili, otobüsü, kamyonu ve benzer aracı olanlar iyi bileceklerdir; lastik markası ve Fransız malı… Özellikle araç sahiplerine soruyorum; siz hiç bu markayı satan ve takan bir lastikçide çalışan Fransız gördünüz mü? Ya da, şöyle düşünün; sanayi sitesinde bir lastikçi var ve içinde bu marka lastik de var. Ama dükkânın sahibi Fransız!
Ülkemizdeki araçların büyük bölümü Fransız markası, biliyorsunuz değil mi? Bizlerin ünlemesi ile yazıyorum; Reno, Pejo ve Sıtroen. Bu markalara binen de çoktur milletimizin içerisinden… Ne yapsınlar yani bunlar şimdi? Ya da bu markaların ülkemizdeki tamircileri, yedek parçacıları Fransız mı? Ya da dükkân sahipleri?
Devam edelim; hani bir marka var, timsah logolu… Laf aramızda, biraz da pahalı… Bildiniz; Lacoste! Siz herhangi bir Lacoste mağazasında Fransız çalışan gördünüz mü?
Son yıllarda binmeye iyice alıştığımız uçaklarımız var ya; işte bunların bir kısmı Airbus marka ve bu da Fransız markası… Binenler hatırlayacaklardır; koltuk arkalarındaki güvenlik kartlarında adlarını ve modellerini görmüşlerdir. Ne yani, koskoca hava yolu şirketleri -ki içlerinde devlet malı olan da var, Fransız uçaklarını ne yapsınlar?
İnanın, bu marka listesi uzar da gider ve yine inanın bu markaların yurdumuzdaki satıcıları da, çalışanları da, hepimizin eşi, dostu, komşusu, ağabeyi, akrabası… Yani Fransızlar değil, biz Türkler…
Merdiven şiirine geri dönelim; merdivenleri ağır ağır çıkıp, eteklerinde sarı olmasa da yavaş yavaş yapraklar biriktiren genç kardeşlerimiz var; futbol oynuyorlar ve başarı basamaklarını teker teker tırmanıp, Fransa’ya transfer olmuşlar. Yusuf Yazıcı, Burak Yılmaz ve Zeki Çelik; Fransa’nın Lille takımında, Metehan Güçlü; Paris Saint Germen’de, Umut Bozok; Nimes’te ve Cenk Özkaçar da Lyon takımında forma giyiyorlar. Ve oralarda forma giymeye hak kazanmak için ne zorlu yollardan geçtiler biliyor musunuz?
Bu boykot hadisesinden sonra acaba ruhsal durumları nasıldır? Korkmuşlar mıdır? Ya da…
Bir de 1960’lı yıllardan beri Avrupa’ya göçen yurttaşlarımız var ki; onların belli bir bölümü de Fransa’da hayatlarını devam ettiriyorlar. Hatta üçüncü kuşakları Türklük ile Fransızlık arasında gidip geliyor. Ve eminim ki, onlar da, elin memleketinde, altında kaldıkları baskıdan çok da hoşnut değillerdir.
Yanlış anlaşılmasın; boykot yapmayalım demiyorum; ama bir karar verirken, sonuçlarını kırk defa hesap etmek gerekmiyor mu?
Dipnot; “Keskin sirke, küpüne zarar” Atasözü.