Biri eski diğeri yeni iki anı…
1997.
Nuran ile birlikte, Hindistan’da Karnataka eyaletinin başkenti Bangalore’deyiz.
Genç bir kadın yönetmen Kirtana Kumar’ın, çekimleri iki yıldan fazla süren “Guhya” belgeselinin, yönetmenin bir dantel oya gibi işlenmiş görkemli ahşap kapısından içeri girdiğimiz evindeki ilk gösterimine davetliyiz.
(Kapı ve evdeki ahşap işlemeciliğe hayranlığımızı söylediğimizde, Kirtana Kumar büyük bir incelikle, daha iyisini görmemiz için, gönlünün yıkılmasına razı olmadığı tarihi ahşap bir fabrikayı satın alıp,
numaralayarak tek tek sökümlerini yaptırıp, deniz kıyısında aynısını kurdurduğu ve yazlık olarak kullandığı evine de davet etti.)
Tiyatro ve sinema oyunculuğundan yönetmenliğe geçen Kirtana Kumar yaşamını, başta ‘Sati’ geleneği olmak üzere,
kadınlara yönelik cinsel,
ve her türlü şiddetin son bulmasına adayan ve bu doğrultuda kurduğu vakfında başkanlığını yapan bir kadın.
(Film, Hindistan’da uzun belgesel kategorisinde ve
Portekiz’de ‘Kadın Öyküleri dalında birincilik; Roma,
Kathmandu ve Mumbai film festivallerinde de çeşitli ödüller aldı.)
Nedir Sati?
Kanunen yasaklanmasına karşın, dul kadınların ölen kocalarıyla birlikte yakıldıkları, hala sürdürülen bir gelenek…
Dul kalan kadın artık kötülüğün,günahkarlığın sembolüdür!..
Çünkü dul kalması, eski yaşamındaki günahlarından dolayı ona verilen cezadır!
Bu cezadan kurtulması ve gelecekte ruhunun daha iyi bir yaşama kavuşması ve kutsiyet kazanması için bedenini ölen kocasıyla birlikte ateşe atması gerekir!..
İkinci anı geçen yıldan…
Akbelen’deki orman katliamına engel olmak için katıldığımız ve polislerin sıktığı biber gazı nedeniyle Nuran’ın neredeyse ölümden döndüğü protesto eylemine giderken, otobüste tanıştık kadınlardan kurulu ‘Ağaçlara Şarkı Söyleyen’ Grup Dost Yürek ve grubun kurucusu Aysun Timurcan ile…
Yol boyu birlikte söylemiştik yazıp bestelediği şarkıyı:
“Ağacımı kesme
Zeytinime dokunma
Kaç yıllık ömrün var
Bizi yok sayma…”
Aysun,yıllar önce de bir şarkıyı yazıp bestelemiş, ‘Grup Kızılırmak’ seslendirmişti:
Aze…
“Aze bizim Aze dağların kızı
Aze…
Yüreği yiğit Aze, gözleri güleç
Aze…”
Aysun Timurcan bu şarkıyı yazının başlığındaki Phoolan Devi için yazıp bestelemişti.
Kimdi Phoolan Devi?
Hindistan’ın ücra bir köşesinde, en düşük kasttan beş çocuklu fakir bir ailenin kızı olarak 1963’de doğdu.
İleriki yıllarda:
“Doğduğumda bir köpekten daha değersizdim.Tanıklığım, benimki gibi bir yaşamın bir daha asla yinelenmemesi için yeryüzündeki tüm yoksullara ve ezilmişlere uzanan bir el olsun…” diyecekti.
İlkbaharda doğduğu için ailesi adını Phoolan (Çiçek) koydu.
Hindistan’da hem en alt kasttan olmak hem de kız olarak doğmak!..
Daha doğuşta o çiçeğin solması demekti…
Ama o doğuştan isyankardı.
Daha küçücük bir çocukken,
babasının geçim kaynağı maun ağacı ve tarlayı ellerinden alan amcasına karşı, ağacın altında günlerce süren oturma eylemi başlatarak direnir…
Okula gidemedi.
11 yaşındayken, 35 yaşındaki bir adama ikinci eş olarak verildi.
Kocasının(!) yıllarca tecavüzüne uğradı, direndikçe öldürülesiye dayak yedi.
Her baba evine kaçışında zorla geri getirildi.
Sonunda kaçarak baba evi yerine dağdaki bir çeteye sığındı.
Çete reisinin tecavüzüne uğrayacağı sırada, kendisini kurtarmak için çete reisini öldüren ve yeni reis olan Vikram ile evlendi.
Çetedeki tek kadındı.
Yıllarca kendisine şiddet uygulayan eski kocasının köyünü bastı; dövdü,bıçakladı ve üzerine bir not bıraktı:
“İbret olsun!
Bundan böyle, çocuklarla evlenip onlara tecavüz edenlerin sonu artık ölümdür!..”
Diğer bir çetenin, kocasını öldürerek kendisini esir alıp günlerce tecavüz etmelerini unutmadı, fırsatını bulunca kaçtı…
Ve kendi çetesini kurdu.
Başına kırmızı bir bandaj taktı.
Kırmızı bandaj artık onun simgesiydi…
İyi silah kullanıyordu.
Kendisini kaçıranları bir köyde kıstırdı ve tüm tecavüzcüleri
öldürdü…
Yüksek kasttan zenginlerin,
köy ağalarının evlerini bastı.
Mallarına el koydu, fakirlere dağıttı…
Artık bir efsaneydi!..
Ünü Hindistan sınırlarını aşmış, tüm dünyayı sarmıştı…
Her bir köye girişinde megafonla halka sesleniyordu:
“Yoksullar, Kadınlar, Çocuklar…
Korkmayın!
Benim sizinle bir hesabım yok. Sizlerin hakkına el koyan zenginler korksun benden…
Kadınlara, kızlara tecavüz edenler korksun…
Benim hesabım onlarla…”
Asker, polis peşine düştü.
O dağların kızıydı.
Haydutlar kraliçesiydi…
Yakalanmadı…
Sonunda Başbakan İndra Ghandi ile anlaşarak, 1983 yılında şartlı teslim oldu:
Kendisi ve çete üyeleri idam edilmeyeceklerdi.
Teslim olacağı alana Mahatma Ghandi’nin ve Hintli tanrıça Durba’nın posterleri asılacaktı…
Şartları kabul edildi.
Onbinlerce insanın katıldığı törende silahını bıraktı, teslim oldu.
11 yıl hapiste kaldı. Okuma yazmayı hapiste öğrendi.
Çıktığında, Sosyalist Parti’den milletvekili adayı oldu.
Seçim meydanlarında halka seslendi:
“Ben haydut değilim…
Sadece, çocuklara tecavüz edenlere, halkın emeğini çalıp zengin olanlara hesap sordum. Kadınların, yoksulların hakkını savundum.
İyi biri olduğumu iddia etmiyorum ama suçlu değilim…”
Milletvekili oldu.
Artık mecliste çocuk, kadın ve ezilmişlerin sesiydi…
Onların hakları için mücadele etti…
Etmesine etti ama üst kasttakiler, egemenler çok rahatsız oldular…
Çıkarlarının, sistemin ve
geleneklerin devamı için Phoolan Devi’nin ortadan kaldırılması gerekmekteydi!..
Suikast örgütlendi.
Phoolan Devi evinin önünde kurşun yağmuruna tutuldu.
Son sözleri:
“Bana baş eğdirtemeyeceksiniz.
Kadın ve yoksul düşmanı katillerin önünde diz çökmeyeceğim…” oldu…
Adına kitaplar yazıldı.
Kendisi hayattayken, 1994 yılında Shektar Kapur yönetiminde yaşamı filme çekildi.
Sanırım çoğunuz seyrettiniz:
‘Bandit Queen’ (Haydutlar Kraliçesi).
2001 yılında, 38 yaşındayken,
ardında bir mücadele destanı bırakarak ve bir efsane kahramanı olarak yaşama veda etti…
Diz çökmemiş ayakta ölmüştü…
Bugün de ezilen kadınların başkaldırı simgesi olarak adına yakılan türküler söylenir durur…
8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü’nüzü kutluyorum…