Sydney’den İzmir’e…
Yıllar geçtikçe bu uzun yolculuğun yorgunluğu daha da ağırlaşıyor.
Bir gün sonra ayağımızın tozuyla kendimizi,
1 Mayıs İşçi Sınıfının Birlik Mücadele ve Dayanışma Günü kutlamasında buluverdik.
Demokrasi Dostluk Dayanışma Derneği pankartının arkasında yürüyerek,on binlerin toplandığı Gündoğdu Meydanı’nda dostlarla kucaklaşınca ne yorgunluk kaldı ne de Jet Lag. (vücudun zaman algılarının bozulması)
İnançla atılan sloganlar…
Birliğin getirdiği güç ve kararlılığın yüzlere yansıması.
İşçiler, emekçiler ve
üretenlerde, “emeğin en yüce değer olduğunu” dosta düşmana göstermenin coşkusu…
Dün İzmir’de biz bu bayram şenliğini yaşarken, İstanbul’da
neler oluyordu?
1 Mayıs 1977’de yaşananlar nedeniyle, 1 Mayıs’la özdeşleşen ve işçiler için ayrı bir yeri olan Taksim’de kutlanmasının; Anayasada toplantı ve gösteri yürüyüşünün demokratik bir hak olduğunun vurgulanmasına,
Anayasa Mahkemesinin konuyla ilgili açık kararına karşın, hukukun hiçe sayılarak yasaklanması…
Kapatılan yollar, kurulan barikatlar….
İşçi ve emekçilerin üzerine sıkılan biber gazıları…
TOMA’lardan fışkırtılan tazyikli sular…
Atılan plastik mermiler…
İki yüzden fazla emekçinin gözaltına alınması…
Geride kalan ise, tüm dünyanın şaşkınlıkla izlediği acı görüntüler…
Emek denince hemen koca ozan Yunus’umuzun dizelerini anımsarım:
“Yanan kömür kızan demir
Örse çekiç salan benem…”
Yaşantımda, bazı kentler önemli izler bıraktılar…
1970’lerin başında,
demokratik hak ve özgürlüklerin geliştirilmesi çabasıyla Elazığ’da çıkarmaya çalıştığımız birkaç yapraklık gazetenin logosunda Yunus Emre’nin o güzelim dizesi yazıyordu…
Tüm dünyada ilerici hareketlerin, demokratik hak mücadelesinin çıkış merkezleri genellikle liman kentleri oluyor…
İzmir’de onlardan birisi.
Her ne kadar genel kanı Osmanlı topraklarında ilk 1 Mayıs’ın 1911’de Selanik’te kutlandığıysa da, ondan altı yıl önce 1905’de İzmir’de kutlandığının fotoğrafları bulundu…
Dün olduğu gibi, 1 Mayıs coşkularının çoğunu İzmir’de yaşadım…
1960’ın sonları, 70’lerin başlarını yüksek öğrenim için gittiğim İstanbul’da geçirdim.
İşçi sınıfının 15-16 Haziran 1970 büyük işçi direnişinde de oradaydım…
Yüzbinlerin Taksim meydanını doldurduğu, 42 kişinin hayatını kaybettiği kanlı 1 Mayıs 1977 katliamında da orada meydandaydım…
1982de gitmek zorunda kaldığım ülke Avustralya…
Sydney…
1886’da, 8 saatlik iş günü için ABD’nin Şikago kentinde işçilerin yaptıkları grevin kanla bastırılması ve dört işçi önderinin idamı ve 1 Mayıs’ın ortaya çıkışı…
Oysa öncesi de vardır.
Sanayi devriminin başladığı İngiltere, ağır hükümlü mahkumları Avustralya’ya gönderir ve onların arasında ciddi sayıda emek mücadelesi veren işçi önderleri de vardır…
Bu işçiler mücadelenin ateşini Avustralya’da da yakarlar…
1886’dan 30 yıl önce 1856’da, 8 saatlik iş günü için Melbourne’da işçiler parlamento binasına doğru yürüyüşe geçerler…
Ardından da bu eylemi her yıl tekrarlama kararı alır ve 1 Mayıs kutlamalarının önünü açarlar…
Avustralya güçlü bir sendikal hareketin ortaya çıktığı ilk ülkelerden birisi olur..
Ve bugünkü sosyal hakların çoğu, o işçilerin görkemli mücadele ve direnişlerinin sonucu kazanılmıştır…
Sydney’de bulunduğum sürece her May Day’de (1 Mayıs) meydanlarda yine o coşkunun içindeydim…
Yazıya koca ozan Yunus’umuzun dizeleriyle başladık, büyük ozanımız Nazım’ın dizeleriyle noktalayalım:
“Türkiye işçi sınıfına selam!
Selam yaratana!
Tohumların tohumuna,serpilip
gelişene selam!
Bütün yemişler dallarınızdadır.
Beklenen günler, güzel günlerimiz ellerinizdedir.
Haklı günler, büyük günler.
Gündüzlerinde sömürülmeyen,
gecelerinde aç yatılmayan
Ekmek, gül ve hürriyet günleri.
Türkiye işçi sınıfına selam!
Meydanlarda hasretimizi haykıranlara,
Toprağa, kitaba, işe hasretimizi.
Hasretimizi ay yıldızı esir bayrağımıza.
Düşmanı yenecek işçi sınıfına selam!
Paranın padişahlığını,
Karanlığını yobazın
Ve yabancının roketini yenecek işçi sınıfımıza selam!
Türkiye işçi sınıfına selam!
Selam yaratana!”
Aydınlık, güzel günlerin geleceği inancıyla İzmir’den herkese kocaman bir MERHABA…