Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı hükümeti ve İtilaf Devletleri arasında 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşması 433 maddelik ve 150 büyük sayfalık bir vesikadır. Ekler, haritalar ve diğer belgeler bunun dışındadır.
Bu antlaşma ile Orta Doğu haritası adeta yeniden çizilerek paylaşılmaktaydı. Antlaşmanın maddeleri oldukça ağırdır ve Osmanlı Devleti’ni ortadan kaldırmak için hazırlanmıştır.
İstanbul ve civarından oluşan küçük bir bölge ile Orta Anadolu’nun küçük bir kısmı Kastamonu kıyılarına kadar Türklere bırakılıyordu.
Rumeli ve Boğazlar İtilâf Devletleri’nin işgaline bırakılmakla birlikte Boğazların trafiğe açık olması ve karma bir komisyon tarafından yöneltilmesi kararlaştırılmıştır.
Doğu Anadolu’da ise Kürdistan ve Ermenistan devleti kuruluyordu. Bu devletlerin sınırlarını ABD çizecek ve Ermenistan 20 yıl ABD mandası altında bulunacaktı. Arabistan Osmanlı Devleti’nden ayrılacak ve müttefiklerin isteklerine terk edilecekti. Müttefikler tarafından daha önce işgal edilen yerler, Fransa, İtalya ve İngiltere’de kalıyordu.
Azınlıklar, Osmanlı Devleti’nde eşit haklara sahip olacak ve Meclis’de temsil edileceklerdi.
Kapitülasyonlar yürürlükte kalıyordu. Devletin askerî ve maddî işleri kontrol altına alınıyordu.
Sadece iç güvenliği sağlamak üzere 50.000 kişilik askeri güç dışında silahlı kuvveti olmayacaktı.
Liman ve demir yolları uluslararası bir komisyona bırakılıyordu.
Ayrıca Osmanlı Devleti savaş tazminatı ödeyecekti.
Kendi aralarında paylaşamadıklarından İstanbul Osmanlı Devleti’nde kalacaktı. İzmir’in yönetimi Yunanlılara bırakılmıştır.
Bunlara ek olarak da savaşa girmiş ve idarî kademelerde bulunmuş Türk vatandaşları savaş suçlusu olarak yargılanacaktı.
Sultan Vahideddin’in başkanlığında 22 Temmuz 1920’de toplanan Şûra-yı Saltanat “zayıf bir mevcudiyeti, mahva tercih” ederek Sevr Antlaşmasının onaylanmasına karar vermiştir…
Lozan Antlaşması Türkiye Büyük Millet Meclisi temsilcileri ile İngiltere, Fransa, SSCB, Japonya, Bulgaristan, İtalya, Romanya, Yugoslavya, Yunanistan, Belçika ve Portekiz arasında 24 Temmuz 1923’ de imzalanmış ve bağımsız Türkiye Cumhuriyetinin varlığı onaylanmıştır. Bu antlaşma ile;
Misak-ı Milli kararları büyük oranda gerçekleştirilmiş ve gerçek bir tam bağımsızlık sağlanmıştır.
Kurtuluş Savaşı’nda kazanılan askeri zaferler, siyasi bir zaferle taçlanmıştır.
Sevr Antlaşması’nın dayattığı şartlar ortadan kaldırılmıştır.
Kurulan yeni Türk devleti, İtilaf Devletleri tarafından tanınmıştır.
Yukarıda ki kısa bilgilerden sonra Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı hükümeti ve İtilaf Devletleri arasında 10 Ağustos 1920’de imzalanan Sevr Antlaşmasının 102nci yılında konuyu bir başka açıdan değerlendiren bir araştırmayı paylaşmak istiyorum.
Prof. Dr. Temuçin Faik ERTAN (Ankara Üniversitesi, Türk İnkılap Tarihi Enstitüsü) ın Ankara Üniversitesi Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Atatürk Yolu Dergisinde yayımlanan yazısından alıntıdır.
Birinci Dünya Savaşının genel sonuçlarına bakıldığında çok uluslu imparatorlukların ve savaşı kaybeden monarşilerin yıkıldığı, yerlerine ulusal devletler ile cumhuriyet rejimlerinin kurulduğu görülür. Osmanlı Devleti de savaşı kaybeden devletlerden biri olarak benzer sonuçla karşı karşıya kalmıştır. Osmanlı Devleti’nin sonunu hazırlayan Sevr Antlaşması’na karşı, Mustafa Kemal Paşa önderliğinde yürütülen mücadele, hem Osmanlı Devleti’nin yerine yeni bir Türk Devletinin kurulmasına hem de Sevr Antlaşması’nın yerine yeni bir barış antlaşmasının imzalanmasına yol açmıştır. Bu bağlamda başta şekil ve içerik olmak üzere pek çok noktada birbirinden ayrılan Sevr ve Lozan Antlaşmaları farklı temeller üzerine inşa edilmiştir.
Sevr ve Lozan Antlaşmaları 20. yüzyılın başlarında Doğu Sorununun çözümüne dönük çalışmaların bir parçası olarak imzalanmalarına karşın, kısa vadeli iki farklı sürecin sonunda ortaya çıkan siyasal belgelerdir. Her şeyden evvel her iki antlaşmanın da, Birinci Dünya Savaşı’nı sona erdiren sözleşmeler arasında ele alınması mümkün iken, hem şeklen hem de içerik açısından farklılıklar taşımaktadırlar.
Sevr Antlaşması genel olarak Birinci Dünya Savaşı’nın bir sonucu iken, özelde ise Mondros Mütarekesi sonrasında ortaya çıkan sürecin bir parçasıdır. Buna karşılık Lozan Antlaşması da genel olarak Birinci Dünya Savaşı’nın sonuçları bağlamında ele alınabilecek bir siyasal gelişme iken, asıl olarak, özellikle de Türk Kurtuluş Savaşı’nın ve bu savaş sonucunda imzalanan Mudanya Mütarekesi’nin bir parçasıdır.
Sevr ve Lozan Antlaşmalarına giden süreçle ilgili genel bir değerlendirme yapacak olursak, her iki siyasal gelişmenin de belli bir dönem birlikte yol arkadaşlığı yaptığını söylemek mümkündür. Ancak Sevr, Lozan’a göre daha önce imzalanmış olması nedeniyle Lozan Antlaşması’na giden süreçte ret ya da kabul mekanizmaları açısından bir hareket noktası oluşturmuştur. Daha açık bir deyişle Sevr, Lozan’a göre daha önce doğmuş, ama sadece Lozan’a göre değil, pek çok siyasal antlaşmaya göre de erken ölmüş, daha doğrusu ölü doğmuş bir antlaşma olarak tarihe geçmiştir. Ömür açısından Lozan’ı değerlendirecek olursak, Sevr’e göre daha sonra doğmuş, ancak sadece Sevr’e göre değil, Birinci Dünya Savaşı sonunda imzalanan diğer antlaşmalara göre de uzun ömürlü bir antlaşma olmuştur. Lozan Antlaşması’nın uzun ömürlü bir antlaşma olması, en son imzalanmasından dolayı değil, son derece gerçekçi olmasından kaynaklanmıştır.
Birinci Dünya Savaşı’nın son iki antlaşması olarak değerlendirilen Sevr ve Lozan Antlaşmaları, İtilaf Devletleriyle Türkler arasında imzalanmasına karşın, hemen her konuda taban tabana zıt koşullar içermektedir. Üç yıl içerisinde imzalanan bu iki antlaşmanın da farklı esaslar üzerine inşa edilmesinin temel nedeni ise Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Anadolu’da başlayan Türk Kurtuluş Savaşı’nın kazanılmasıydı. Bu açıdan bakıldığında Sevr’in Birinci Dünya Savaşı’nın, Lozan’ın ise Türk Kurtuluş Savaşı’nın sonuçlarına göre düzenlendiğini söylemek mümkündür. Sevr Antlaşması’nın, taslak hazırlanması, görüşmeler ve imzalanması süreçlerine bakıldığında, bu antlaşmanın Osmanlı Devleti’nin ağır aksak devamı için hazırlandığı, ama bir yandan da Birinci Dünya Savaşı’na katılan Türklerin cezalandırılmasının amaçlandığı görülür. Buna karşılık Lozan Antlaşması, Osmanlı Devleti’nin yerine kurulan yeni Türk devletinin varlığını tescil eden bir sözleşme niteliği taşımaktadır. Kısacası Sevr, eski ve çağın gerisinde kalmış bir devletin varlığının devamını öngörürken, Lozan bu eski devleti sona erdiren ve yeni bir devletin kurulmasına olanak sağlayan bir siyasal belge olmuştur. İmza öncesindeki askeri ve siyasi süreçleri, konferans aşaması ve temsilci yapısı farklı olan ve neredeyse zıtlık olarak değerlendirilebilecek ayrılıklar, antlaşmaların içeriklerine de yansımıştır. Askeri, siyasi konulardan ekonomik ve mali sorunlara, sınırlardan azınlıklara kadar uzanan çok geniş bir alanda her iki antlaşmanın farklı esaslar üzerine inşa edildiği görülmektedir. Farklı esaslar üzerine inşa edilmek ise antlaşmaların sonuçlarını da farklı kılmıştır.
Şöyle ki; Sevr Antlaşması Doğu Akdeniz’de savaşı ve çatışmayı sona erdirmediği gibi yorgun Müttefikleri daha da yıpratırken, Lozan görüşmeleri sırasında bu yorgunluk da etkili olmuş ve barışa giden süreç Lozan Antlaşması ile tamamlanmıştır. Daha açık bir ifadeyle Sevr savaşa, Lozan barışa yol açmıştır. Dahası Sevr ile şiddetlenen savaş, Lozan’da atılan imzalarla kısmen de olsa kısa sürerken, Lozan’da sağlanan barış uzun yıllar, günümüze değin devam etmiştir. İmzalanmalarına yol açan siyasi ve askeri gelişmelerin farklı olması, her iki antlaşmanın ruhuna da yansımıştır. Birinci Dünya Savaşı’nı kaybeden Osmanlı Devleti, son derece edilgen bir şekilde kendisine dikte edilen Sevr’i imzalamak ve antlaşma metninde yer alan dayatmalara razı olurken, Kurtuluş Savaşı’nı kazanan TBMM, Lozan Konferansı’nda eşit diplomasi ikliminde müzakereleri yürütmüş ve istediklerini büyük ölçüde elde etmiştir.