Karşıyaka/Dodo Kitap Cafe Kitap Kulübünde okuduğumuz ilk kitap Siddharta yazarın deyimiyle bir Hint Masalı.
1946 Nobel Edebiyat Ödülü sahibi Alman yazar Hermann Hesse’nin 1922 yılında yayımlanan, 148 sayfalık bu kitap kısa zamanda okunup bir köşeye kaldırılacak kitaplardan değil. Eğer felsefi derinliklere dalıp, her paragraftan bir anlam çıkarıyorsanız, altını çizdiğiniz satırları, aldığınız notları değerlendirip, kitapla bütünleşiyorsanız bu kitap tam size göre… Okudukça düşünecek ve düşündükçe kendinizi iyi hissettiğiniz işte ben buyum dediğiniz anların ardından acaba diyeceğiniz bölümlerle sorulara cevap arayacağınız bir kitap.
Yazarla beraber çıktığınız yolculukta onun benlik arayışına, kendi arayışınızla ortak olduğunuz anda yaşamınızın döngüsünü sorgulamaya başlıyorsanız kitabı okumada doğru yoldasınızdır.
“Hiç kimse bir başkasının yürüdüğü yolda ne kadar ilerlemiş olduğunu göremez.”
Kitabı okumaya başlamadan önce yazarı Herman Hisse’nin yaşantısını da incelediğimde; Hristiyan misyoner, tutucu bir aileden olmasının, okuduğu okullarda ki dinsel eğitim ve aile baskıları, ailesi ile olan problemleri, intiharı düşündüğü gelgitleri, ruhsal bunalımlarının onu bir arayışa, bir sığınak arayışına ittiğini gördüm. Bulduğu sığınak uzun yıllar çalıştığı kitapçılardı, edindiği bilgilerle teoloji konusunda kendisini yetiştirerek arayışını bu yöne yöneltmiş yolu ise Budizm olmuş.
İşte kitap yazarın kendini bulma yolunda çıktığı yolculukta aradığı Ben’i, Siddharta ile bütünleştirmiş. Neden Siddharta? Buda’nın gerçek adını kitabın kahramanına verirken yolculukta Buda’nın Budizm’e gidişte izlediği yolu izlemiş kendini bulmak adına ve bu yolculuğunu yazmış Siddharta da kısaca bir “Otobiyografi” okuduğumuz kitap.
Yazar, Siddharta ile bu yolda kendini kanıtlama, kendi olma, iç sesini dinlemesi, sorgulaması ile aradığı hakikati bulmak istemiş ve Buda’nın ‘Benliğinde’ kendi ‘Benliğini’ aramıştır yolculuğu boyunca.
“Atman kendi içinde değil miydi onun yüreğinde o gerçek, o ilk pınar akmıyor muydu? Onu bulmak gerekiyor, kendi Ben’inde bu asıl pınarı bulmak, onu bulup özümsemek gerekiyordu!” İşte bu arayıştı onu yolculuğa çıkaran…”
Kitabın uzun uzadıya özetini yapmayacağım kısa bir paragrafla özetleyeceğim konuyu ve sadece arka sayfada ki iki bölümü yazacağım. Sonrasında kitap bana ne verdi, ne aldı, ne anladım…
Tüm ailesini geride bırakarak gerçek bilgiye ulaşmanın yolunu arayan Siddharta ve ona eşlik eden arkadaşı Govinda’nın öze ulaşmak için çıktıkları yolculuktaki süreci yaşadıkları gel gitleri, kayıpları, aramayı ve bulmayı, gerçeği, bilgeliği, öğretiyi ve öğretmenliği sorguluyor. Ders çıkarıyor, ders veriyor…
Yazar Henry Miller şöyle değerlendirmiş arka sayfada; “…Genel olarak herkesçe kabullenilmiş Buda imgesini aşan bir Buda yaratmak…”
“…Hesse”, insanın öz benliğini bularak uygarlığın yerleşik biçimlerinden kurtulmaya çalışmasını işler…”
“…Bu kitapta,” der Hesse, “tüm dinlerde, insanların benimsediği tüm inanış biçimlerinde ortak olan yanı, tüm ulusal ayrımları aşan, tüm ırkların, tüm bireylerin benimseyebileceği şeyi yakalamaya çalıştım…”
Abdest, Namaz, Dua, Oruç, Hac, Zekât, Bedensel, Ruhsal ibadet, Meditasyon, Kutsal Kitaplar, Çile, Manevi Davranışlar, Dört Temel Yol, İzlenecek Sekiz Yol ve diğerleri mi yakalamaya çalıştıkları?
“Neymiş oruç? Neymiş nefesin tutulması? Ben’den kaçıştır bu, benliğin eza ve cefasından kısa süre için yakayı kurtarmaktır, acıya ve yaşamın anlamsızlığına karşı kısa süreli bir duyarsızlıktır…”
Yolculuğu boyunca arayışında ana felsefesi “Düşünebilir, bekleyebilir, oruç tutabilirim” den vaz geçtiği anda sorguladığı ‘Bilgelik ve Öğrenme’ onu kendi özüne döndürme de bir değer oluyordu ama nereye kadar. Okuduğu bir şiir onu yosma Kamala’nın öğrencisi yaparken felsefesini unutuyordu Kamalanın kollarında.
‘Kamala’ onu normal bir yaşam döngüsünün içine çekmişti, unutmuştu ‘Samanaları-Çilecileri’, ‘Buda’yla! anlaşamamış ve terk etmişti onu. ‘Uyanışla’ kendini tanımış ve özüne dönmüştü. Tekrar başladığı arayışta ‘Çocuk İnsanların Yanında,’ insanlarla ilişkiyi, ticaret, öğrenmişti ve insanca sevgiyi, ‘Sansara’da’ her şey bir oyundu, uyanışa devam ediyordu. ‘Irmakta’ özüne dönmüş, ‘Kayıkçı da’ huzura kavuşmuştu, ‘Oğul’da babası ile kendini karşılaştırmış, beklemek, sabretmek ve dinlemeyi öğrenmişti ama nereye kadar. ‘Om’, sözlerin özü, kusursuzluk ve mükemmellik yolunda çile ve acıların sonuna gelmişti. ‘Govinda’ kitabın son bölümüydü aradığını bulmak, bulmuş muydu?
“…Bir kimse arıyorsa, gözü aradığı başka şeyden başkasını görmez çokluk, bir türlü bulmayı beceremez, dışarıdan hiçbir şeyi alıp kendi içine aktaramaz, çünkü aklı fikri aradığı şeydedir hep, çünkü bir amacı vardır, çünkü bu amacın büyüsüne kapılmıştır. Aramak, bir amacı olmak demektir. Bulmaksa özgür olmak, dışa açık bulunmak, hiçbir amacı olmamak…”
Kitabı okurken bir hakikati bulmak isteyen kişinin yolculuğu boyunca yaşadıklarıyla bir Hint Masalında Doğu Mistisizmiyle yoğruldum. İşte bu yoğruluş içinde aklıma bizim tasavvuf anlayışımız içinde yola çıkanlar, arayış içinde olanlar geldi. Çok da farkı yoktu birbirlerinden.
Yunus Emre, Mevlana, Hacı Bektaş Veli, Ahi Evran, Taptuk Emre ve diğerleri.
Mevlana dır ömrünün hülasasını üç kelime ile açıklayan. “Hamdım, yandım, piştim”
“Her şeyi kaybettim ama kendimi buldum”,
“Önemli olan seni tamamlayacak ruhu bulmandır.”
“Her peygamberin verdiği öğüt aynıdır. Sana öğüt olacak insanı bul”
Yunus Emre, Hacı Bektaş Veli ye gider çiftçidir, feyz alır. Taptuk Emre’nin kapısında oduncudur sabırla bekler, Mevlana da tasavvufu öğrenir.
Kuru idik, yaş olduk, ayak idik, baş olduk, kanatlandık kuş olduk, uçtuk elhamdülillah.”
“Ham olan, çıraktır 40 yaşında, pişen kalfadır hak kucağında, yanan ustadır aşk ocağında.”
Sonsöz, Siddharta’dan;
“…Dünyanın içyüzünü görmek, onu açıklamak, onu aşağılamak büyük düşünürlerin işidir belki. Ama benim için önemli şey dünyayı sevebilmektir; onu aşağılamamak, ona ve kendime hınç ve nefret beslememek, ona, kendime ve bütün varlıklara sevgiyle, hayranlıkla ve huşuyla bakabilmektir…”
“Yazmak iyidir, ama düşünmek daha iyi; akıllık iyidir, ama sabretmek daha iyi.”