Cumhuriyetimizin ilanının 101'nci yılında Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, aziz şehitlerimizi ve gazilerimizi saygı ve rahmetle anıyor, Cumhuriyet Bayramımızı en içten dileklerimle kutluyorum… "101 yıl önce 28 Ekim 1923 akşam geç saatler Çankaya’nın alışılagelmiş sofrasında yoğun bir gündemle toplanılmıştır. Ancak toplantıya katılanların hiç birisi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş aşamasında ki en önemli adımın o gece atılacağının farkında değildir. İşte o adımı bu sözlerle atar Mustafa Kemal “Yarın Cumhuriyet ilân edeceğiz.” Yemekte bulunan misafirler istifa etmiş hükümetin Başbakanı Fethi Bey, TBMM Vekili İsmet Paşa, Milli Savunma Bakanı Kazım Paşa, Rize Milletvekili Fuat Bey, Afyonkarahisar Milletvekili Ruşen Eşref Bey, Kemâlettin Sami ve Halit Paşa’lar bu düşünceye katılırlar. Yemek bırakılır ve Mustafa Kemal o dakikadan itibaren, nasıl hareket edileceği konusunda kısa bir program yaparak arkadaşlarını görevlendirir…
O gece birlikte olduğu arkadaşları ayrıldıktan sonra Mustafa Kemal ve İsmet Paşa Çankaya’da bir kanun tasarısı müsveddesi hazırlarlar ve bu müsveddede 20 Ocak 1921 tarihli Teşkilât-ı Esasiye Kanununun (Anayasa) Birinci maddesinin sonuna “Türkiye Devleti’nin hükümet şekli Cumhuriyettir” cümlesi eklenir…
Ertesi gün, 29 Ekim 1923 Pazartesi saat 10 da 10.00’da Halk Partisi grubu, Grup Yönetim Kurulu Başkanı Fethi Bey’in başkanlığında toplanır. Bir gün önce hazırlanan kanun tasarısı görüşülür, hükümetin şekli, Başbakanın seçilmesi, TBMM Başkanının durumu ve Cumhurbaşkanının seçilmesi tartışılır ve karar verilir “Hükümetimizin şekli mutlaka Cumhuriyet olacaktır.”
Saat 18 de TBMM toplanır Başkanlık kürsüsünde oturan Başkan Vekili İsmet Bey (Paşa) Meclis’e şu bilgiyi verir: “Kanun-ı Esasî Encümeni, Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nda değişiklikler yapılması ile ilgili tasarının öncelikle ve derhal görüşülmesini teklif ediyor.” “Kabul!” sesleri üzerine, tutanak okunur. Teklif edildiği gibi öncelikle görüşülür ve kanun, birçok konuşmacının “Yaşasın Cumhuriyet!” sesleriyle alkışlanan konuşmalarıyla kabul edilir.
Meclis’çe Cumhuriyet kararı 29/30 Ekim 1923 gecesi saat 20.30’da verilir. On beş dakika sonra, yani 20.45’te Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı seçilir. Durum, aynı gece bütün memlekete bildirilir ve her tarafta gece yarısından sonra yüz bir pâre top atılarak Cumhuriyet ilân edilir…Meclis Başkanlığına Fethi Bey seçilirken Cumhuriyetin ilk hükümeti İsmet Paşa tarafından kurulur.
Sadece 3 günlük bir süreç midir Cumhuriyete karar vermek ve ilan etmek. Tabii ki hayır. Mustafa Kemal çok kısa olarak özetlediğim bu 3 günlük süreci Nutuk’ta teferruatıyla anlatır.
Ancak bu sürece giden yolda asıl başlangıç noktası olarak yine Nutuk’a bakmamız gerekmektedir ilk satırlarına ve devamında ki birkaç sayfaya.
“1919 yılı Mayısının 19’uncu günü Samsun’a çıktım. Ülkenin genel durumu ve görünüşü şöyledir” sözlerinden sonra durumu anlatmakta ve genel durumun dar bir çerçeve içinden görünüşünü şu sözlerle açıklamaktadır.
“Düşman devletler, Osmanlı devlet ve memleketine karşı maddî ve manevî saldırıya geçmişler. Onu yok etmeye ve paylaşmaya karar vermişler. Padişah ve halife olan zat, hayat ve rahatını kurtarabilecek çareden başka bir şey düşünmüyor. Hükûmeti de aynı durumda. Farkında olmadığı halde, başsız kalmış olan millet, karanlıklar ve belirsizlikler içinde olup bitecekleri beklemekte. Felâketin dehşet ve ağırlığını kavramaya başlayanlar, bulundukları çevreye ve alabildikleri etkilere göre kendilerince kurtuluş çaresi saydıkları tedbirlere başvurmakta… Ordu, ismi var cismi yok bir durumda. Komutanlar ve subaylar, I. Dünya Savaşı’nın bunca çile ve güçlükleriyle yorgun, vatanın parçalanmış olduğunu görmekle yürekleri kan ağlıyor; gözleri önünde derinleşen karanlık felâket uçurumu kenarında beyinleri bir çare, kurtuluş çaresi aramakla meşgul…”
Evet kurtuluş çareleri neler olmalıydı? kendisine verilen Müfettişlik görevinin geniş yetkileri içerisinde Milli kuruluşların siyasi amaç ve hedeflerini, memleket içinde ve İstanbul’da milli varlığa düşman kuruluşları, ordunun durumunu değerlendiren Mustafa Kemal düşünülen kurtuluş çarelerini Nutukta şöyle anlatır;
“Şimdi Efendiler, müsaade buyurursanız size bir soru sorayım : Bu durum ve şartlar karşısında kurtuluş için nasıl bir karar akla gelebilirdi? Açıkladığım hususlara ve yaptığım gözlemlere göre üç türlü karar ortaya atılmıştır. Birincisi, İngiliz himâyesini istemek İkincisi, Amerikan mandasını istemek, Bu iki türlü karar sahipleri, Osmanlı Devleti’nin bir bütün halinde korunmasını düşünenlerdir. Osmanlı topraklarının çeşitli devletler arasında taksimi yerine, imparatorluğu tek bir devletin koruyuculuğu altında bulundurmayı tercih edenlerdir. Üçüncü karar, bölgesel kurtuluş çarelerine başvurmuştur. Söz gelişi, bazı bölgeler kendilerinin Osmanlı Devleti’nden koparılacağı görüşüne karşı ondan ayrılmama tedbirlerine başvuruyordu. Bazı bölgeler de Osmanlı Devleti’nin ortadan kaldırılacağını ve Osmanlı ülkesinin taksim edileceğini oldubitti kabul ederek kendi başlarını kurtarmaya çalışıyordu. Bu üç türlü kararın gerekçesi yaptığım açıklamalarda yer almıştır.”
Hangi karar benimsenecekti? Mustafa Kemal kararını belirler yine Nutuktan dinleyelim bu kararı ve “Ya İstiklal Ya Ölüme” giden yolu…
“Efendiler, ben bu kararların hiçbirinde isabet görmedim. Çünkü bu kararların dayandığı bütün deliller ve mantıklar çürüktü, temelsizdi. Gerçekte içinde bulunduğumuz o tarihte, Osmanlı Devleti’nin temelleri çökmüş, ömrü tamamlanmıştı. Osmanlı memleketleri tamamen parçalanmıştı. Ortada bir avuç Türk’ün barındığı bir ata yurdu kalmıştı. Son mesele bunun da taksimini sağlamaya çalışmaktan ibaretti. Osmanlı Devleti onun istiklâli padişah, halife, hükûmet, bunların hepsi anlamı kalmamış birtakım boş sözlerden ibaretti. Neyin ve kimin dokunulmazlığı için kimden ne gibi yardım sağlanmak isteniyordu? O halde ciddî ve gerçek karar ne olabilirdi? Efendiler, bu durum karşısında bir tek karar vardı. O da millî hâkimiyete dayanan, kayıtsız şartsız, bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak! İşte, daha İstanbul’dan çıkmadan önce düşündüğümüz ve Samsun’da Anadolu topraklarına ayak basar basmaz uygulanmasına başladığımız karar, bu karar olmuştur.”
“Bu kararın dayandığı en güçlü muhakeme ve mantık şuydu: Temel ilke, Türk milletinin haysiyetli ve şerefli bir millet olarak yaşamasıdır. Bu ilke, ancak tam istiklâle sahip olmakla gerçekleştirilebilir. Ne kadar zengin ve bolluk içinde olursa olsun istiklâlden yoksun millet, medeni insanlık dünyası karşısında uşak olmak mevkiinden yüksek bir muameleye layık görülemez. Yabancı bir devletin koruyup kollayıcılığını kabul etmek insanlık vasıflarından yoksunluğu, güçsüzlük ve miskinliği itiraftan başka bir şey değildir. Gerçekten de bu seviyesizliğe düşmemiş olanların, isteyerek başına bir yabancı efendi getirmelerine asla ihtimal verilemez. Halbuki Türk’ün haysiyeti, gururu ve kabiliyeti çok yüksek ve büyüktür. Böyle bir millet esir yaşamaktansa yok olsun daha iyidir!… O halde ya istiklal ya ölüm! İşte gerçek kurtuluş isteyenlerin parolası bu olacaktır. Bir an için, bu kararın uygulanmasında başarısızlığa uğranacağını farz edelim. Ne olacaktı? Esirlik!”
İşte Cumhuriyetin ilan edildiği o güne getiren Kurtuluş ve Kuruluş sürecinin ana fikridir bu karar ve bu kararın seçeneğidir “Ya İstiklal Ya Ölüm”…