Fatma, masallara inanmayan bir babanın kızıydı. Bütün prensler, onun bunun çocuğuydu. Yedi cücelerin, yedisi de sapkındı. Pamuk Prenses, kız olarak dünyaya geldiği o talihsiz gün, elmayı ısırma gafletine düşmeden ayvayı yemişti. Hele o yüzsüz, arsız, namussuz Sindrella yok mu? Ne idiğü belirsiz, 'Peri' denen kadın pazarlayıcısının teşvikiyle gece vakti dışarı çıktı ya! Hangi saatte dönmüş olursa olsun, ha pabucunun tekini bırakmıştı prensin eline, ha donunu...
Fasulyeler göğe kadar yükselemezdi. Kaf Dağı uydurma; Simurg da 31 anarşist kuştu. Tek Boynuz da bu durumda, aldatan karısını öldürüp namusunu temizleyememiş korkak bir adam olmalıydı.
Babası, her zaman kötümser değildi elbet. Çok namaz kılar, çok oruç tutar, Camiye de giderdi. Birgün, kendisine, "yakın gözlüğü" aldı. Kuşuna da daha büyük bir kafes. Küçük kız çok sevindi. Kafese değil tabiki, gözlüğe. Babası, artık Onu görebilirdi. Çok Uzun sürmedi. Umudu tükeniverdi. İki küçük erkek kardeşini gördü. Dükkânına besmele asmak için çaktığı çivinin deliğini gördü. Pilavdan çıkan taşı, yere düşen 25 kuruşu gördü. Onu göremedi.
Küçük kız öfkelendi, öfkelendi. Kurşun Askerlerden bir ordu kurup babasının karşısına çıkmak istedi. Gözünü kırpmadan, sağlam bir topuk darbesiyle yerle yeksan edebilirdi bütün erkekleri.
Dişlerini sıktı, düşlerini sıktığı gibi. Saçlarını yoldu. Dudaklarını ısırdı. Kimseyi öldüremiyordu madem, üzüp kızdırabilirdi. Bir hışım evden dışarı çıktı. Komşu ablaların kapısını çaldı. Babası "Feminist bu öğrenci kızlar. Düzgün değiller" der. Onlarla görüşmesini izin vermezdi. Küçük kız, canı her sıkıldığında, soluğu, komşu ablalarında alır, dizlerine yatardı. Konuştuklarından çok bir şey anlamasa bile sözcüklerden çıkan sesler, kahkaha ve mırıltıları, babasının dinlediği ilahilerden çok daha fazla huzur verir, çabucak sakinleşirdi.
Duvardaki yazıya takıldı gözü. Heceleyerek okumaya çalıştı. "Bir-yer-ler-de-düş-kı-rık-lı-ğı-var-sa-a-sıl-suç-lu-düş-le-yen-dir. Ve-dat-Türk-a-li" Defalarca tekrar etti. Ablalardan birine sordu. Sorduğu susup gülümsedi. Yanıtladı diğeri ''Biz kadınlar küçüğüm, büyüdükçe, düşlerimizin, korkunç, çirkin ve acımasız düş kırıcı erkekler tarafından kırıldığını fark ediyoruz. İzin verdiğimiz için de suçluyuz. Küçük kız korktu. "Düş kurmayı bırakmayı" düşledi. Olmadı. Gözlerini kapattı ve bu kez, "Düş kurmayı bırakmayı, düşlediğini bırakmayı" düşledi. Yapamadı. Belli ki suça meyilliydi. İşte o an ölmeyi diledi. Başkalarını öldüremiyordu madem kendisini öldürebilirdi.
Ölmek ve bir kitap olmak istedi. Babasının asla okuyamayacağı türden bir kitap.
Ablalar, her şeyin ama her şeyin (cennet ve cehennemin bile) bu dünyada olduğunu söylemişlerdi. Bir keresinde de "İnsan, yaptığı ve yıkıp yok ettiği şeydir." demişlerdi. İşte, sırf bu nedenle, "ölünce, kitap olabilmek için, ya bir kitap yazmalı ya da yakmalıyım" diye içinden geçirdi.
Sonra babası geldi aklına. Bir an duraksadı... Usulca kıkırdamaya başladı... Babası... Kıldığı onca namaz... tuttuğu oruçlar… indirdiği hatimler... Cennet yok... Cehennem yok... Kıkırdamalar kahkahalara dönüşmeye başladı. "Yaptığın yada yıkıp, yok ettiğin şey olacaksın baba" Gözyaşları içindeydi. Tutamıyordu artık kendini, hıçkıra hıçkıra gülüyordu. Ablalar öylece donup kaldılar. Şaşkınlık ve endişe içinde izliyorlar fakat anlamıyorlardı. Tutup, sarılmaya çalıştı içlerinden biri. Kendine zarar vermesinden korktu. Fatma, çırpınıp dururken kucaktan kucağa, avazı çıktığı kadar bağırdı. "Hiç fark etmez. Hiç fark etmez anlıyor musun baba? Ben, kitap olacağım ölünce. Sen, 'ben' olacaksın baba !!!..."