Sosyalistlerin eline, reel sosyalizmin çöküşünün olası barış köprülerinin kırılıp atılmasını ve sefalette artışı getirdiğini de anlatmak için, istenmeyecek türden fakat benzersiz bir fırsat geçmiştir. Lakin bu fırsatı henüz değerlendirebilmiş değiliz.
6 Eylül 2023'te insanlık, belki de bambaşka bir Dünya'ya uyandı. MOSSAD'ı uyutan şeriatçı örgüt Hamas, intikam yeminleri ile İsrail'e 5000 roket fırlattığını bildirdi. Filistin'deki seküler sol örgütlerden Hizbullah'a kadar pek çok örgüt Hamas'a ve Kassam Tugayları'na katılırken İsrail önce olağanüstü hal, ardından savaş ilan etti. Olay Filistin'deki farklı militan örgütlerinin güçlerini de ortaya koydu. Öyle ki eski Birleşmiş Milletler Silah Müfettişi olan ve Körfez Savaşları'na muhalefetiyle tanınan Scott Ritter, Lübnan Hizbullahı'nın savaşa doğrudan dahil olmasıyla İsrail'in çok büyük bir stratejik yenilgi yaşayabileceğini, militanların arkasındaki güç olduğu söylenen İran'ın doğrudan savaşa girmesi halinde ise İsrail'in yok olabileceğini söyledi. Lübnan Hizbullah'ı şu anda savaşa dahil olmuş bulunurken Filistinli militanlar savaşın daha ilk gününde İsrailli generalleri rehin aldı.
Bu savaşla beraber sosyalistlerin Dünya'ya hatırlatması gereken başka bir etken henüz fazla konuşulmuş olmasa da yeniden güncel bir konu haline geldi; reel sosyalizmin çöküşünün Filistin ve İsrail arasındaki barış köprülerini nasıl kırıp attığı...
Barış az kalsın sağlanıyordu
1990'lı yılların başında Filistin Kurtuluş Örgütü Lideri Yaser Arafat ve İsrail Başbakanı Yitzhan Rabin arasında başlayan görüşmeler, iki ülkenin halklarının barışıyla sonuçlanmak üzereydi. İsrail nüfusunun çoğu bu barışı İsrail ekonomisi için de bir zorunluluk olarak görürken İsrail Ticaret Odaları Başkanı Dan Gillerman ve Dışişleri Bakanı Şimon Peres de bu görüşe katılıyordu. Oslo Görüşmeleri olarak bilinen bu barış sürecinin sonucunda Peres, Rabin ve Arafat, 1994 Nobel Barış Ödülü'nü paylaştı.
Gerçekten de barış o yıllarda iki ülkenin halklarının yanı sıra yöneticilerinin de zorunluluğunu gördüğü birşeydi zira İsrail piyasaları Filistinli işçilerin oluşturduğu iş gücüne bağımlıydı.
Dağılan Sovyetler'den İsrail'e göç akını
Ne yazık ki Oslo Görüşmeleri, bu görüşmelerin İsrail için anlamsızlaşmasıyla da sonuçlanacak tarihsel bir trajedi ile çakıştı. 1991'de önce reel sosyalizm dağılarak yerini sefilleştirici bir şok terapisine bıraktı. 13 Eylül 1993'te Arafat, Peres ve Rabin'in Beyaz Saray'da el sıkışmasından birkaç hafta sonra Boris Yeltsin, Rusya üzerindeki otoritesini emrine amade orduyu kullanarak daha da sağlamlaştırarak Rusya'da oluşan sefaleti hat safhaya çıkardığında Rusya'daki Yahudiler İsrail'e bir göç akını başlattı. Bu şekilde İsrail'e önce 1 milyon, ardından 600 bin kişi göç etti. Ölümü görüp sıtmaya razı olarak İsrail'e kaçan bu kişiler, İsrail'in Filistinli iş gücüne bağımlılığıyla beraber bir barışın zorunluluğunu da İsrailli yöneticiler ve ülkenin temel sektörü olan silah ve savunma sektörünün oligarları için ortadan kaldırdı.
İsrail'in sınırları kapatarak Filistinliler için açık hava cezaevleri oluşturma süreci bu şekilde 30 Mart 1993'te başladı. 1993 ve 2000 yılları arasında eski Sovyet vatandaşlarının işgal edilen Filistin topraklarına yerleştirilmesiyle buralardaki İsrailli yerleşimci sayısı 2 katına çıktı. Bu politikanın kullanışlılığını gören İsrail, doğrudan kendisi Rusya'dan Yahudi mülteciler devşirmeye başladı. Bugün eski Filistin topraklarındaki işgalci yerleşimci olarak bilinen kişilerin çok önemli bir kısmı Yahudi inançlı eski Sovyet vatandaşlarından oluşmaktadır.
Sovyet ülkelerinden gelen kişiler arasında, teknoloji konusunda İsrail'deki okulların mezunlarından daha ileri seviye eğitimlere sahip bilim insanları bulunuyordu. İsrail'deki teknik ve teknolojik sektörlere bu bilim insanlarının yaptığı katkılar, İsrail'de bu sektörleri sağlam kaleler haline getirdi. Yani İsrail, ekonomisindeki ve teknolojisindeki gelişmişliğin önemli bir miktarını da eski Sovyet ülkelerinde yetişen kişilere borçludur.
Öte yandan İsrail'in Filistinlileri dev açık hava cezaevlerine hapsetmesinin ekonomik sonucu da korkunçtur. Naomi Klein'ın Şok Doktrini'nde verdiği bilgilere göre sınırların tellerle çevrilmesinin ardından işgal altndaki topraklarda kişi başına düşen GSMH yüzde 30'a kadar düştü. Ertesi yıl Filistinliler arasındaki yoksulluk yüzde 33 arttı. 1996'ya gelindiğinde, Filistinli işgücünün yüzde 66'sı ya işsizdi ya da ciddi șekilde kısmi işsizlikle yüz yüzeydi.
Sonuç olarak sosyalistlerin eline, reel sosyalizmin çöküşünün olası barış köprülerinin kırılıp atılmasını ve sefalette artışı getirdiğini de anlatmak için, istenmeyecek türden fakat benzersiz bir fırsat geçmiştir. Lakin bu fırsatı henüz değerlendirebilmiş değiliz.