Ajans Bakırçay
2024-12-13 10:18:52

İktidarsız İktidar

N. Kazım Öztürk

13 Aralık 2024, 10:18

Giriş

MHP genel başkanı Devlet Bahçeli ’Kürt sorununun barışçı çözümüne katkı yapması koşuluyla Abdullah Öcalan’a umut hakkı verilmesi, TBMM’de- PKK’nın kendisini lağvetmek ve silah bırakmasını açıklaması şartıyla konuşma yapmaya davet etmesi, siyasetin gerek sol ve gerekse sağ cephelerinde büyük bir kafa karışıklığına yol açtı. Biz bu durumu (kafa karışıklığı) Cumhuriyetin kuruluş serüveni, devletin sınıfsal yapısı, Osmanlının son yüzyılında başlayıp, cumhuriyetle kurucu misyon edinen askeri ve sivil bürokrasinin-bunun içinde güvenlik bürokrasisi önemli bir yer tutar- yeterli düzeyde bilinmemesiyle ilişkilendiriyoruz. Bundan dolayı, araştırmamıza öncelikle devletin sınıfsal analizini kısaca yaparak devletten ne anladığımızı açıklamayla başlayıp Osmanlı ve Cumhuriyet özelinde bürokrasi ve devlet ilişkilerini tarihsel süreçte irdeleyeceğiz.

Araştırmanın son kısmında, AKP iktidarının günlük uygulamaları yanında, dış ilişkiler, göçmen politikaları gibi sonuçlarını uzun erimde göreceğimiz, siyasi (sınıfsal) tercihler üzerinde öngörülerde bulunacağız.

Devlet

‘Kapitalizm devletsiz olmaz’. Değerlerin oluşturulma sürecinde ekonomik alt yapının yansıması olan devlet yoksa değer tam anlamıyla oluşmaz. Değerin tam anlamıyla oluşması açısından devlet; zincirin zorunlu, kaçınılmaz son üst halkasıdır. Değer (sömürü) devleti yaratır. Devletse değeri korur, kollar. Özel üretimi (kapitalizm) toplumsallaştıran mülkiyet yasalarıdır. Karmaşık ekonomik enstrümanlar devlet olmadan yaşama geçirilemez. Sermayenin devletin işlevlerini yerine getirmede yetersiz olduğu koşullarda bürokrasi sermaye ile iş birliği yaparak onun (sermaye) devleti yönetmede ki yetersizliğini kapatır, işlevlerini yerine getirmesine yardımcı olur. Sermayenin güçlü olduğu eski sömürgeci emperyalist demokrasilerde devletin görüntüsü bütün sınıflara eşit mesafede, tarafsız bir görüntü verebilirken Türkiye gibi ülkelerde sermayenin güçsüzlüğü, devletin görüntü ve işleyişine yansır ve bu yetersizliğin zorunlu birlikteliği bürokrasiyle yaptığı iş birliği şekliyle somutlaşır.

Ve yine devlet; sermaye birikim düzeyinin dinamikleri (çelişkileri) üzerinden yansıyan diyalektik bir sonuçtur. Bu, sonuç, sürecin dinamiklerindeki değişmelere bağlı olarak, yeni dengelerin oluşumuyla birlikte, gelişen yeni dengeleri yansıtacak şekilde mutasyona uğrayabilir. Sermayenin tam hakimiyetinin oluşmadığı evrelerde bürokrasi kendi gücünün üstünde bir etkinlik göstererek, devleti vekaleten de olsa yönetme rolü, ortaklığı kazanır. Ve bu ortaklık süreç içinde sembiyotik bir ilişkiye evrilerek tarafların kendilerini devam ettirebilmeleri için birlikte var olma şekline, zorunluluğuna dönüşür.

OSMANLI-Toprak Düzeni

Osmanlı toprak sistemi Avrupa’daki toprak sisteminden farklılık gösterir. Asya üretim modeli başlığı altında anlamaya çalışmak farklılığın vurgulanması açısından gerekli ama yine de yeterli değildir. Osmanlı devlet düzeni, onun uzantısı bürokratik yapıyı, imparatorluğun son dönemini ve cumhuriyete aktarılan yapıyı veri olarak incelememiz en doğru modelleme olarak gözüküyor.

Osmanlıdaki 17 yüzyıla kadar düzeninin temel niteliği 1) Her alanı kapsayan güçlü bir devletçilik uygulaması 2) Tek büyük üretim aracı toprakta devlet mülkiyetinin kaide, özel mülkiyetin istisna olmasıdır. (1)

Osmanlı toprak düzeni Avrupa’da feodalizmin şekillendiği toprak yapısından daha çok Bizans ve Roma imparatorluk örneklerine benzeyerek küçük köylülük temeline dayanır. Küçük köylüden beklenen düzenli vergi ödemesidir. Osmanlı toprak düzeninin büyük toprak mülkiyetine dayalı olmaması batıdaki anlamıyla aristokrasinin oluşmaması ve sonuç olarak, feodal yapıdan çıkan kapitalizmin oluşum ve gelişimini sağlayan ilkel sermaye birikim sürecinin yaşanmamasını getirmiştir. Büyük ölçekli toprak mülkiyetinin yerine tarımda küçük mülkiyetlere dayalı bir yapı söz konusudur. Bu görüşe karşı çıkan kişiler (Behice Boran bunlardan biridir) Ayan sınıfının varlığını, özellikle 17. Yüzyılda Osmanlı toprak düzeninde büyük toprak mülkiyetine kanıt olarak gösterseler de mülkiyetle vergi toplamanın farklı olduğunu görmek gerekir. ‘1500- 1550 civarında, Fransa Krallığı ve İspanya Krallığı gibi Avrupa’nın en güçlü ülkelerinin vergi tahsilatları yılda 100-150 ton gümüş, yani Osmanlı İmparatorluğu’nunkiyle yaklaşık olarak aynı seviyede seyrediyordu. Fakat 1780’lere gelindiğinde toplanan vergiler Osmanlı’da aynı kalırken bu rakam Fransa ve İngiltere’de 1600 ile 2000 ton gümüşe ulaşmaktadır’ (2) Ayan, feodal aristokratik bir dönüşüme uğrayamamıştır. Ayan’ın görevi; topladığı vergi karşılığında imparatorluk sistemini koruma ve kollamadır. Behice Boran’nın aksine Divitçioğlu Osmanlıda asker ve reaya şeklindeki iki sınıf olduğunu ama reayanın köle ve serf olmadığını bu yüzden Osmanlıda Avrupa’da yaşanan feodal düzenin oluşmadığını savunur. (3) Dış pazarlarla ilişkilerin artığı 19 yüzyıla gelindiğinde ayanların tasfiyesi sonucu bağımsız köylü üreticiler ile onların imparatorlukla ilişkisini sağlayan bürokratların oluşturduğu tarımsal bir imparatorluk söz konusudur artık. Bu toprak düzeni yukarıda değindiğimiz gibi kapitalist oluşumun alt yapısını, sermaye birikimini sağlayamaz. Avrupa’da topraktaki yoğunlaşmanın görüldüğü en çarpıcı örnek İngiltere’dir.1620-40 yılları arasında İngiltere ve Galler’de nüfusun 5(milyon) olduğu tarihlerde topraksız köylü sayısı 2(milyon) ve yine 1688’de ücretli işçi olarak çalışan köylülerin toplam nüfustaki payı %56’dır(4)

(1) İsmail Cem Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi sayfa 53 Cem Yayınevi

(2) Thomas Pıketty Kapital ve İdeoloji. sayfa 325

(3) Sencer Divitçioğlu Ortaçağ Türk Toplumları hakkında

(4) David McNally Başka bir dünya Mümkün sayfa106/107

1880’tarihine gelindiğinde Birleşik Krallıkta topraktaki mülkiyetin%80’ni 7000 soylu ailenin elindedir. (Nüfusun %0,1’inden az) (5)

Avrupa’da toprakta mülkiyetin yoğunlaşmasının bir diğer mekanizması kilisedir. 1780’li yıllarda Fransa’da toprak mülkiyetinin %15’in Katolik kilisenin elinde olduğu görülür.’ (6).

İmparatorluğu ‘koruyan’ bürokrasi

Avrupalı devletlerin ve Rusya’nın Osmanlı imparatorluğuna yaklaşımında Hristiyan azınlıklar üzerinden yayılmacı bir politika uygulamaları 1878 Berlin antlaşmasında kendini net olarak gösterir. Bu, durum, bürokraside imparatorluğun korunması refleksini, bunun sonucunda oluşan tepki de milliyetçi ideolojilerin alt yapısını oluşturur. İttihat ve Terakki bu ideolojinin siyasi oluşumudur. Hareket iktidar olduktan sonra imparatorluğun devamı açısından yapmayı düşündüğü reformların engellendiğini düşünen kadrolar tarafından yönetilir.

Osmanlı’da yenileşmenin başını çekenler, Batı’da olduğu gibi burjuva sivil toplumundan değil, genellikle devlet memuru statüsünde olan kimselerdi ve temel kaygıları da Devlet’i kurtarmaktı’ (7)

Bürokrasinin etkinliği, Hristiyan azınlıklar üzerinden Avrupa’nın sömürgeci dayatmalarına karsı imparatorluğu koruyan pozisyonu, cumhuriyetten sonra, bürokratlar tarafından azınlıkların hâkim olduğu sermayenin tasfiyesi, devlet eliyle yeniden yerli ve milli olacak şekilde oluşturulmasını getirecektir.

Osmanlının son yüzyılında, sınıfsal olarak siyasi bir güç olması gereken işçi sınıfı nicel olarak çok küçük ve imparatorluğun batı bölgeleri Ege-Selanik dışında örgütlü değildir.

CUMHURİYET-Tek Parti Dönemi

Bir saptamayla başlayalım; Osmanlı’dan cumhuriyete evrilen süreçte ulus devlet örgütlenmesi, yetersiz burjuvaziden daha çok bürokrasi öncülüğünde olmuştur.

Cumhuriyetin kuruluşu; Osmanlının yenilmesi, İslam liderliğinin iflasıyla oluşan durumun saptanan koordinatları üzerinden Osmanlıdan cumhuriyete güçlenerek geçen bürokrasi aracılıyla yaşama geçiriliyordu.

Osmanlının son döneminde burjuvazinin sınıfsal gücünün yetersizliği kendisini bir yönüyle de burjuvazinin ekinsel eksikliği boyutuyla da gösterir. Kuruluş; kültürel ve eğitim eksikliği, gecikmiş uluslaşmanın hızlandırılması adına ideolojik alt yapıyı, milliyetçiliğe oturtur. Bu, (milliyetçilik ideolojisi) cumhuriyetin bazı dönemlerinde jingoizm boyutunda algılanmış, özellikle 70’lerden sonra gelişen sosyalist hareketlerin fiziki olarak yok edilmesinde kullanılmıştır.

(5) Thomas Pıketty a.g.e sayfa 83

(6) Thomas Pıketty a.g.e

(7) Tamer Timur, Marx-Engels ve Osmanlı Toplumu

Osmanlının son dönemleri ve cumhuriyetin ilk kuruluş aşamalarında aydınla bürokrat bir bütün oluşturarak ‘devletin aydınıdır’. Bu, ‘aydınlar’ devletle belli bir ortaklık içerisinde hareket ederler. (8) Erken dönem cumhuriyette sol aydınların bir kısmının devletle bütünleşmesi kimi solcuların ideolojik sapmasının dışında, devletin bu kişileri ‘kazanarak’ bürokrasinin bir parçası yapması, devletin ‘kapsayıcılığını, tarafsızlığını gösterme uğraşısı ve rüşvetidir. (*)

Bürokrasinin devleti temsil ettiği, kuruluş ve tek parti döneminde jakobeniz dayatmacı devlet yapısının, gelişen süreç içinde az sayıda olsa da bir kısım halk nezdinde kabul görmesi, belli bir noktadan sonra bürokrasinin fetiş bir soyutlamayla kutsanmasını getirmiş, devlet, ‘devlet babaya’ evrilmiştir.

Bürokrasinin ideolojik olarak milliyetçilik üzerinden devleti şekillendirme çabalarına karşılık, kendini dini kavramlarla tanımlayan, siyasi ve toplumsal hareketler, devlete karşı tepkilerini- kimi kez gerici boyutlarda- fırsatını bulduklarında gösterecek, hatta bu kesimler 1950’lerde DP ve 2000’li yıllarda AKP olarak devletin yönetiminde söz sahibi olacaklardır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında Ermeni tehciri ve Rum mübadelesi sonucunda boşalan ticari faaliyetlere devlet desteği ile Müslüman unsurlar yerleştirilerek yerli burjuva yaratılacak, sermaye birikim süreci işletilmeye başlanacaktır. (9) Devlet eliyle sermaye birikimi ve burjuvazinin yaratılması, devlette kendini somutlaştıran bürokrasiye, devlet aygıtını kullanma otoritesi yanında, ekonomik güç vererek konumunu pekiştirmeyi getirir. Gayri Müslüm burjuvazinin yerini alan yeni yetme burjuva unsurlar devlet desteğini ‘ulusal bütünlük’ demagojisiyle parlatarak devletin-milletiyle bütünleşmesi şeklinde pazarlar.

Ekonomide Devletçi Politikalar

Büyük buhran (1929) sonunda iki dünya savası arasında, ülkelerin ekonomik anlamda içe kapanması, sermaye birikiminin içsel kaynaklardan karşılanma zorunluluğu getirmiş, genç cumhuriyete ekonomik kalkınma modeli olarak devletçi uygulamaları dayatmıştır. Bu dönemde devletin sahip olduğu fabrikalar eliyle yaptığı üretim, toplam GSMH içinde yükselir, bunun doğal sonucu bürokrasinin eli bir kez daha güçlenir. Bürokrat, burjuvaziye ortak, kurulan şirketlere yönetici olarak sermaye ile olan ilişkisini çeşitlendirir (10)

(8) Hikmet Kıvılcımlı Barbarın Tarihi Ezilenin Dini sayfa 307

(*) Bu duruma Şevket Süreyya Aydemir çarpıcı bir örnektir

(9) Nevzat Onaran Cumhuriyette Ermeni ve Rum Mallarının Türkleştirilmesi Everest yay. (2013)

(10) 1931 ile 1940 arasında kurulan şirketlerin yüzde 74,2 sinin kurucuları bürokratlardı. E.Soral doçentlik tezi 1971

Bürokrasinin devleti tarafsız, sınıflardan bağımsız gösterme çabaları, siyaset yoluyla iktidarın değiştirilebileceği iddialarına rağmen, kurulmasına izin verilen partiler (serbest parti) devlet tarafından alternatif algılandığında kapatılır.

İkinci dünya savaşının sonucu, ABD’nin kapitalist sisteminin liderliğini onaylar, kartlar yeniden dağıtılır ve yeni bir dünya düzeni başlar.

DEMOKRAT PARTİ Dönemi

Serpilen tüccar sınıfı, konumunu borçlu olduğu bürokrasiyle çatışmaya girmeden 1950’ye DP kadar iktidarına sürdürdü. Ama artık farklı bir dünya, bu farklı dünyanın yeni dengeleri ve kendini yeniden konumlandırmak zorunda olan Türkiye vardı. İkinci dünya savaşı Amerika’nın dünya kapitalist sistemin liderliğini tescilledi. İki kutuplu yeni bir dünya oluştu. Bu, yeni düzende Türkiye pozisyonunu liberal dünyanın bir parçası, NATO’nun üyesi olarak belirledi.

Sovyet tehlikesine’ karşı Amerika ve NATO’nun korumasına gereksinim duyan Türkiye, demokratik normların geliştirilmesinin temel unsuru, çok partili yapıya geçme zorunluluğundan, kurulmasına izin verilen Demokrat Parti 1950 yılında seçimleri kazandı. Halk, iktidarın 25 yıldır propagandasını yaptığı milliyetçi söylem ve parti devleti uygulamalarına tepki vererek alternatif politikaları iktidar yaptı. DP sınıfsal olarak, palazlanan esnaf sermayesine dayanırken, toplumsal tabanı devletten dışlandığını düşünen dindar halk kesimleriydi.

Devletin 1950 öncesi politikaları toplumsal desteği istenilen (nicel) düzeye çıkaramamış, seçkinlerin(bürokratların) devleti yönetirken işçi ve köylüye yaklaşımında ki dayatmacılığı, yapılan ilk adil seçimlerde parti devleti CHP’nin iktidarını kaybetmesini getirmiştir.- Yolsuzluk yapılmasaydı iktidar zaten 1946’da el değiştirecekti.-.

Cumhuriyet, Osmanlıdan devraldığı yüzyıllar içinde şekillenmiş köylü karakterini, her şeyin Allahtan geldiği kaderci kabullenmenin dışına çıkaramamış, köyde küçük toprak sahipliğine dayanan üretim ilişkilerini kapitalist anlamda, geçen zamana rağmen değiştirememiştir.

Bürokrasinin dayattığı milliyetçi ideoloji; birlikte yaşamanın toparlayıcı özelliğini tam anlamıyla kapsayamadığından, din kapitalist gelişimin eksikliğinde ortaklığın oluşturulmasında öne çıkan belirleyici öge olur. Bu realite 1950’lerde DP’yi iktidar yapan köylüyü, 2000’li yıllarda AKP’yi seçen gecekonducu şehirliyi anlamamızı sağlayacak sosyolojik bir Türkiye gerçeğidir.

Bürokrasi tek partili dönemde dayattığı milliyetçiliğin yanına DP parti iktidarıyla yok saydığı ‘din ’ide almak, kabullenmek zorunda kalarak, devletin ideolojisini genişletmiştir. 

1960-İthal ikameci politikalar

1960‘ta DP iktidardan düşüren cunta devlet planlama teşkilatını kurdu. Bürokrasi; planlama teşkilatının geliştireceği politikalarla devletin ekonomi yönetiminde kaybettiği mevzilerini geri almayı, uygulamadan kaldırılan devletçi politikaların yerine ithal ikameci politikaları koyarak ekonomiyi kontrol altına almayı, devletin hızlı bir şekilde sanayileşmesi ve bütün bunların sonucunda sermayenin yoğunlaşmasını amaç edinmişti.

DP döneminde dışlanan milliyetçi bürokrasi çağdaş bir görüntü ile geri döner. Kabul edilen anayasa içerdiği sosyal ve işçi haklarıyla burjuva demokrasilere benzeme yolunda mesafe alır. İşçi sınıfının nicel gelişimi nitel değişimlere, politik örgütlenmelere gebedir artık. Gerek devletin (KİT) ve gerekse devletin desteği ile gelişen özel sermaye kendi diyalektik çelişkisini 1980’lerden sonra işçi sınıfının nicel artmasıyla gösterecek, DP döneminde tarımda makineleşmenin sonucu boşa çıkan emek kente göçerek kendi yaptığı gecekondularda yaşayan köylü zihniyetli emekçi kitleleri Türkiye sosyolojisinde denkleme sokacaktır.

1980-Liberal uygulamalar

1980’lere gelindiğinde kapitalist dünyada esmeye başlayan yeni rüzgarlar Birleşik krallıkta Margaret Thatcher ABD’de Reagan tarafından özelleştirme olarak bütün liberal ekonomilere yeni model olarak empoze ediliyor, Türkiye bu değişime Özal’ın ekonomi politikaları (24 Ocak) ve 12 Eylül cuntasının faşist uygulamalarıyla entegre oluyordu. (*)

1980’lerden sonra bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de uygulamaya konan özelleştirme politikaları devletin ekonomi içindeki ağırlığını burjuva lehine azaltsa da sermaye bürokrasi birlikteliği, devletin sermayeye alan açan politikalarıyla farkı düzlemde devam etti. Bu dönemde sivil bürokrasi, devleti korumak savıyla; örgütlenmesine aracı olduğu sivil faşist unsurlarla iş birliği halinde, politikleşen işçi sınıfı ve demokratik haklar talep ederek ülke sorunlarına anti-emperyalist eksende yanıt arayan üniversite öğrencilerine karşı sindirme faaliyetlerinde militan, faşist bir karakter kazandı.

Devlet ekonomide liberal, yönetimde baskıcı usulleri benimserken, bürokrasi yeni yapılanmada sermayenin gerici unsurlarıyla iş birliğini- her zaman olduğu gibi- ‘devletin bakası’ şiarıyla ‘kutsallaştırıyordu’.

Devletin işleyişindeki hantallık eleştirilirken, bürokrasinin hızlanması, esneklik kazanması Özal’ın ‘benim memurum işini bilir’ deyişiyle yeni zihniyetin adaptasyonunu özetliyordu.

(*) 1960’larda sonra uygulanan devletçi politikaların sermayenin karlılık oranlarını azalttığı görülerek bütün dünyada ve Türkiye’de özeleştirme, neoliberal politikalar küreselleşme adıyla öncelikle ABD ve İngiltere’de uygulanmaya başlandı.

2000’lere gelindiğinde ABD emperyalizmi İslam algılamasında değişikliğe giderken kendini millici olarak betimleyen Millî görüş hareketi tanımını revize ederek Amerikan emperyalizmin yeni dünya modelinde liberal söylemlerle iktidara geldi. Bu iktidar değişikliğine; kuruluşundan 2000 yıllara kadar kendini laik, çağdaş ve milliyetçi olarak tanımlayan bürokrasi -özellikle askeri ve güvenlik bürokrasi- ne diyecek, tavrı ne olacaktı? Asker bürokrat anayasanın ona verdiği devleti koruyup kollama sorumluluğunu dinci iktidara karşı yerine getirecek miydi?

AKP

1980 faşist darbesinden sonra devletin ideolojik koordinatlarına dinde eklenerek ‘Türk- İslam ’sentezi şeklinde revize edilir. Bu ideolojik yenilenme 2000’li yıllarda AKP olarak iktidara gelecektir.

AKP iktidarını günümüz siyasi terminolojisinde en açık şekilde açıklayan terim ‘kleptokrasiye’dir. Bu terim ‘bir ülkede iktidarı ele geçiren siyasi ve dini gurubun ülkenin kaynaklarını kendine mal ettiği rejim olarak tanımlanıyor’ Ben bu grubun içine bürokrasinin üst katmanlarını da koyuyorum.

Türkiye’nin dahil olduğu kapitalist sistemde bürokrasinin baskın rolü, çevre ülke olduğu gerçeği idrak edilmeden devlet aygıtının soyutlamasında görülemez. Çevre ülkenin emperyalist merkezlere karşı rekabetinde, karar verme mekanizmalarına ortak olan bürokrasi ‘anti-merkezci’ özellikler sergileyebilir. Tarihinde, emperyalist saldırganlığın yaşandığı bu topraklarda ‘devleti korumak ve kollamak iddiasındaki bürokrasi, yerli orta ölçekteki burjuvazinin milliyetçi ideolojisini, sosyalistlere ve işçi sınıfına karşı acımasızca kullanırken sosyal demokratlarla hiç zorlanmadan yan yana gelebilir.

Bu dönemde (AKP) eğitim sisteminin doğal sonucu ve partinin devlete sahip olma isteğinin yansıması, bürokratik kadrolar, cumhuriyetin önceki diğer dönemleriyle kıyaslandığında ekinsel fakirlik, klasik beklenti düzeyinde ‘devlet adamlığı’ olgunluğunun zayıflaması hatta hiç olmaması(liyakat), özelliği sergiler. Bürokrat, partinin adamına dönüşerek, ‘parti-devlet -bürokrat’ bütünleşmesi oluşur.

Fethullah Örgütlenmesi

Fethullahçı hareket; Amerikan emperyalizminin, devletin ele geçirme sürecinde oynayabileceği rol, egemenliğin oturduğu saç ayaklarının tarihsel kökenleri, yasal gücünün dışında yazılı olamayan ‘gücü’ konusunda bürokrasiyi ne kadar iyi tanıdığını gösteren bir örgütlenmedir.

Hükümet olmasına rağmen iktidarın kendisine tam anlamıyla verilmeyeceğini düşünen AKP, Amerikan emperyalizminin uzun zamandır örgütlediği hareketle iş birliğine giderek devlete tam anlamıyla hâkim olma sürecinde ortaklık yaptı. Bu süreç; AKP aracılıyla önemli mevkilere yerleştirilen Fethullahçı bürokratların köşe başlarını tutması, Erdoğan iktidarının devleti kleptokrasiye’ çevirecek anayasal değişiklikleri- bazı solcuların desteğini de alarak-yapması şeklinde yürüdü. Örgüt ile AKP ilişkisi belli bir zaman sonraancak birlikte var olabiliriz’ organik ilişkisine evrildi. Bu süreç başarılı olsaydı, Amerikan emperyalizmine tam anlamıyla itaatkâr bir bürokrasi ve tam anlamıyla itaatkâr bir Erdoğan ortaklığı teşkil edilecekti.

Burada açıklamaya çalıştığımız; Türkiye’de bürokrasinin, devletin işlemesi açısından önemini Amerikan emperyalizminin doğru bir şekilde çok önceden kavradığı, ‘yatırımınısiyasal iktidar ve Fethullahçı çete üzerine akıllıca yaptığıdır.

Bürokrasi-Mafya ilişkisi

Unutmamak gerekir ki; çarpık ve geç kapitalistleşmiş ülkelerde, ilk birikimde olduğu gibi yeniden üretim de zorbalığı sergiler. Türkiye’de 2010’den sonra neoliberal politikaların uygulanması siyasal otoriterlikle at başı gitmiş, el koymalar ve çökmeler kimi kez devletin kendi, kimi kezse devletin kolladığı mafya tarafından yaşama geçirilmiştir. Yasalara(devlet) rağmen devletin, örgütlediği, çoğu kez kolladığı bu mafyatik unsurlarla bürokrasi birleşerek kolluk kuvvetleri dışında kendisine yasa dışı vurucu bir güç yaratmıştır. Devlet büyükleri(politikacılar) tarafından kabul edilip onurlandırılan mafya liderleri, devlete çalışan bürokratların devlete sahip çıkma söylemlerini farklı raconda ama aynı içerikte söylemekte, bürokratla mafya gönül ülküdaşlığını sergilemekteler. Mafyanın mala çökme ve diğer yasa dışı yöntemlerle yarattığı ranttan bürokrasiye pay vermesi, bürokrasinin yasadışı örgütlerle oluşturdu çıkar, güç yapılanmaları sıradan, kanıksanan günlük olaylardır artık.

Türkiye’de bürokrasinin tarihsel temellerini anlamaya çalıştığımızda ‘haraç imparatorluğu’ tanımlaması yapabileceğimiz Osmanlıdan kalıt despotizm cumhuriyetin militarist uygulamaların yaygınlığı (sıkıyönetimler, askeri cuntalar, darbeler) devletin halk gözünde korku-saygı duyuşsallığı şeklinde algılanması ve bu algı üzerinden devletin gerektiğinde her şeyi yapmaya hakkı olduğuna sorgusuz inanç oluşur. Halkın bir kısmı tarafından devletin böyle algılanması, bürokrasinin devlet aygıtını kullanma işlevinde, yasa dışılık boyutu getirir.

Suriyeli Sığınmacılar

Suriyeli göçmen nüfus Türkiye’nin yakın geleceğinde, önemli bir rol oynayacaktır.

Suriyeli göçmenlerin yasal statülerinin olmaması, onların küçük burjuvazi tarafından sömürüsü, vahşi kapitalizmin yüzyılımızda ulaşabileceği vahşeti sergilemesi, ürkütücü olduğu kadar sömürüyle savaşımın zorunluluğunu gösteren çarpıcı bir örnektir.

Örgütsüz emeğin, sermayenin kendini yeniden üretim sürecinde ve uluslararası rekabette ‘önemini’ bilen bürokrasi, işçi sınıfının her türlü haklı talebine karşı vurguladığı ulusal kaygı masallarını anında unutarak, ucuz, örgütsüz, yurtsuz emeğe göz yumarak, görmezlikten gelmekte, teşvik etmektedir.

Suriyeli göçmen emeğin’ süreç içinde toplam emek gücü içinde nicel olarak artması, burjuvazi ile emek arasındaki savaşımda, burjuvazinin, emek cephesini bölen provokasyonlarda kullanabileceği, işçi sınıfını etnik suni ayrıştırmalarla gücünü yıpratabileceği enstrümanlara dönebilir Bu, geleceğe dair karamsar öngörüyü İngiltere’den yüzyıllar öncesi bir örnekle Engels’in meşhur kitabından alıntıyla görüntüleyelim. ‘İngiltere’deki her endüstriyel ve ticari merkez İngiliz ve İrlandalı proleter olmak üzere şimdiden iki düşman kampa bölünmüştür’ (11)

Genel Durum Okumaları ve Gelecek

Sınıf bilincinin tam oluşmadığı Türkiye’de etnik ve inançsal değerleri suistimal eden milliyetçi ideoloji, parti devletini temsil eden bürokratlar tarafından emek cephesinin (sınıfsal) bilinçlenmesi yeknesak şekil almasını engelleyen ideolojik baskı unsuru olarak kullanılmaktadır.

Devletin ekonomiyi yönetme becerisinin daraldığı kriz dönemlerinde, genelde toplumun bütün demokrat kesimleri ve özelde emek üzerinde otoriter yöntemler uygulanmaya başlanarak, otoriterleşme, antidemokratik uygulamalar süreç içinde yasal düzenlemelerle devletin hukuk sistemime yansır.

Anti demokratik yasaların uygulayıcıları; bürokrasinin en alt basamağındaki kolluk kuvvetleri, yasal düzenlemeleri öneren ve yasallaştıran ‘seçilmiş’ politikacılar ve politik tercihlerini, devletin korunması (devletin bekası) iddiasındaki milliyetçi üst düzey bürokratlardır. Anti demokratik düzenlemelerin gerekçesi devletin bekası olarak konulunca yasal olan ama demokratik olmayan düzenlemeler politik elitler tarafından halk kitlelerine hamaset söylemleriyle sunulur.

İktidarla belli ölçüde çelişkili, uzun erimde liberal politikalar ve uluslararası sermeye ile bütünleşme konusunda kaygı duyan, devletle bütünleşme ve ihale konusunda istenilen desteği alamayan sermayenin liberal kanadı, CHP- İyi parti ittifakını devletin kuruluş denklemiyle uyumlu olduğunu değerlendirerek, milliyetçilik damarı üzerinden birbirine yakın bu iki partinin koalisyona şirin baktığını açıkça belli etmiş, destek vermiştir. Bu potansiyel ittifakın tarihsel kökleri, kurucu iradenin laik CHP ile milliyetçi İyi Parti’nin görüşleriyle uyumlu, toplumsal karşılığı olan birlikteliği iktidara getirme girişimidir. Bu iki parti arasında olası koalisyon Kemalizm’in tarihsel ve güncel versiyonuna uyumlu ideolojik bir alt yapıyı burjuvaziye sunabilir.

Toplumsal muhalefetin artması ve iktidarın değişmesi bürokrasiyle bütünleşmiş faşist parti iktidarı açısından kazanılan mevzilerin kaybedilmesi, hukuksuzlukların hesabının sorulması onlar açısından riziko içerdiğinden, muhalefetin baskıcı yöntemlerle hareket alanının daraltılması, seçim yolsuzlukları iktidar – bürokrasi blokunun başvurduğu yaygın kanunsuzluklardır.

Emperyalist ülkelerin kendi aralarındaki rekabet ve ekonomik krizin doğal sonucu, ülke içinde sıkışan sermaye kendini yeniden üretme, krizi ihraç edilme zorunluluğunun uzantısı olarak yaptığı bölgesel açılım girişimleri dünyanın en büyük emperyalist gücü ABD ile AKP iktidarı arasında çelişki yaratıp, küresel sermaye

(11) F.Engels İngiltere’de Emekçi Sınıfların Durumu Sosyalist Yayınlar

ile bölgesel güç olmak isteyen ulusal sermaye, bölgenin yeniden yapılandırılmasında sorun yaşıyabilir. Bu sorun, ekonomik krizin yaşandığı ülke içinde (Türkiye), iktidar ve bürokrasi tarafından ülke elden gidiyor korkutması şeklinde empoze edilerek yoksul kesimlerden taraftar kazanılmaya, toplumsal tabanlarının konsolide edilmesinde kullanılıyor.

Devlet destekli Afrika açılımları tıkanıkları açmak amacıyla ‘içsel’ sermayenin mekânsal hareket etme, yeni etkinlik (sömürü) alanları oluşturma girişimlerinden farklı bir şey değildir. İçsel sorunları çözüm olarak başvurulan ‘yöntem’ kendi diyalektiğinde, yeni dışsal mekânın içselleşmesiyle sonuçlanacağından kapitalist çözümsüzlük uzun erimde yine de yaşanacaktır. Kapitalizmin içsel boyutları aşarak ‘dışsal’ çözüm arayışlarına yönelse de kapitalizmin açmazı eşitsiz gelişme yasasından kaçamaz.

İşçi sınıfının köylü kökeni, sınıf bilinci oluşmasında emek eksenli örgütlerin toplumsal anlamda kökleşmesini sekteye uğratmakta, var olan sosyalist parti örgütlenmeleri ise elitlerin, kendilerini tütsülediği tekke görüntüsünü aşamamakta.

SONUÇ

Türk burjuvazisi bürokrasiyi tasfiye eden gücü kendinde hiçbir zaman bulamadı. Bu, güçsüzlük Osmanlıda başlayan, cumhuriyetin kuruluş döneminde güçlenerek bugüne kadar devam eden burjuvazi-bürokrat sembiyotik ilişkisini zorunlu olarak var etti.

Devlet Bahçeli tarafından gerek sol ve gerekse sağ hemen hemen siyasetin bütün kesimleri tarafından anlaşılamayan Abdullah Öcalan çıkısı bürokrasiyle burjuvazi arasındaki ilişkinin günümüzde ki varlığına, devletin güncel uygulamalar düzeyinde değilse bile köktenci, geleceği şekillendiren politikaları belirlerken dayandığı güç dengelerini göstermesi açısından bizi onaylayan çarpıcı bir örneği gösteriyor. Devlet Bahçeli’yi sadece bir politikacı olarak okumak eksik bir okumadır. Bahçeli’nin devletin (özellikle güvenlikçi bürokrasisiyle) ilişkisi uzun geçmişi olan derin bir ilişkidir.

‘Barış Süreci’ serüveni, başlaması ve bir gecede bitmesiyle AKP’nin devlete hakimiyeti konusunda gücünü(güçsüzlüğünü), devleti yönetme konusunda danışmak, onay ve bilgi almak zorunda olduğu farklı, etkin ortakları(bürokrasi) olduğunu bize gösteren çarpıcı bir örnektir.

Birileri, bize rağmen olmaz diyorsa bir bildikleri vardır.

-----------

Kaynakça

----------------------

K.Marx Doğu Sorunu

Edward H.Carry 1917 öncesi ve sonrası

Rosa Luxemburg Türkiye Üzerine Yazılar (Belge Yayınları)

Rosa Luxemburg Sermaye Birikimi

Sina Aksin İstanbul Hükümetleri ve Millî Mücadele

Thomas Pıketty Kapital ve İdeoloji

Çetin Yetkin Türkiyede Tek parti yönetimi 1930-1945

Feroz Ahmed ittihat ve Terakki

Feroz Ahmed Bir Kimlik Peşinde Türkiye

İsmail Cem Türkiye’de Geri Kalmışlığın Tarihi

Ayhan Ahtar Varlık Vergisi

Taner Timur Marx-Engels ve Osmanlı Toplumu

Fikrek Başkaya Yediyüz

Şevket Pamuk Türkiye’nin 200 yıllık iktisadi tarihi

Halil İnalcık Osmanlı İmparatorluğu-Toplum ve Ekonomi

Sitemizden en iyi şekilde faydalanmanız için çerezler kullanılmaktadır.