Truman Doktrini ve devamındaki Marshall Planı’ndan beri, bizleri kimin yöneteceğini Batı seçiyor ve bir bardak su eşliğinde önümüze hap gibi koyuyor. Yut bunu!
Yutuyor muyuz? Evet. Bugüne kadar hep yuttuk. Bardaktaki suyu son damlasına kadar içerekten hem de.
İstersen yutma!
Önce kardeş kavgaları, katliamlar, dehşetli bir kargaşa ve ardından darbe kapıda. Darbeden bir süre sonra da bize demokrasi getiriyor Sevgili Batı. Demokrasi getirme uğraşısı sırasında kaç bin kişi canice öldürülmüş, ne tür insanlık dışı olaylar yaşanmış, kaç milyon insanın ruhu sakatlanmış, kaç çocuk öksüz-yetim kalmış, kaç insan çıldırmış hiç önemli değil. Yeter ki Sevgili Batı’nın istediği cici, şeker, lokum deMOKrasi gelsin. Demokrasinin başında Batı’nın istediği kişi otursun. Ve ülkeyi, güya o kişi yönetiyormuş gibi göstererekten Batı yönetsin.
Nasıl bir kişi olsun o kişi?
Azıcık para gösterdiğinde satın alıp istediğini yaptırabileceği karakterde olsun.
Dolduruşa getirip şişirdiğinde tam kıvamında şişip pişecek çiğlikte olsun.
Sam amcanın ileride tehdit olarak kullanabileceği yolsuzlukları yapmaya teşne olsun.
Kendine kadar demokrat, kendine kadar dindar, bireysel çıkarlarının uzandığı yere kadar vatansever olsun.
Ülkeyi kalkındırmayı aklından geçirip de Batı’ya rakip yaratmaya kalkışmayacak; onu arpalığından mahrum etmeyi aklından geçirmeyecek birisi olsun.
Kapat dediğinde eğitim kurumlarını kapattırabileceği, sat dediğinde fabrikalarını sattırabileceği, toplumu türlü soslarla hep uyutturabileceği, topraklarında yeni yeni üsler açtırabileceği ve ülkeyi hep geri kalmış ülke statüsünde, hep gırtlağına kadar borçlu tutmayı garanti edecek birisi olsun.
Bunların hepsinin aynı kişide olması gerekmez. Kişi, bu özelliklerden en az birine sahip olsun yeter. Ötesini Sam amca halleder. Emin olun halleder. Yeter ki bir zaafınız olsun. Ve o da zaafınızı dibine kadar kullansın, istediği gibi at oynatsın.
Kim bu Sam amca?
Yüzyıllar boyunca bütün kıtaların altını üstüne getiren, o yerlerin yerlilerini kılıçtan geçiren, ülkelerin yeraltı ve yerüstü zenginliklerini, o insanları aç bırakarak kendi ülkesine taşıyan; o toprakların insanlarını zincirlerle bağlayıp kendisine köle yapan, onları it gibi çalıştıran, tüm dünyayı sömürmelere doyamayan; ayak bastığı her yerde katliam yapan ve o yerleri tastamam çorak kalana kadar oyan; başkalarının zenginliklerini dibine kadar söğüşleyip kalkındıkça kalkınan, ışıltılı parlak şehirler kuran, o şehirlerde demokrasicilik oynayan ama demokrasisi sadece kendine kadar olan; yağmaladıkları ülkelerden, aç ve naçar kalıp kendine sığınmaya kalkışanları, çıplaklaştırdığı topraklarına geri atan, onların zavallılıklarından ve kendine mecbur oluşlarından, mecbur kalışlarından zevk alan; ışıldattığı ülkelerinin sınırlarına duvarlar ören, aç bıraktıklarını sınırlarda, aç bırakmaya niyet ettiklerini kendi topraklarında öldürmek için silahlar üreten amca. Silahları da türlü türlü olan amca. Bu silahlarından birisi olarak da o ülkelerin yöneticilerini kullanan amca.
Beheeey Sam amca! Ne çok severiz seni bir bilsen. Sana ulaşmak için denizlerde boğuluruz çoluk çocuk. Kurduğun o pırıl pırıl şehirlerde yaşamak için bütün aklımızı veririz. Senin o parlak şehirlerinde yaşamak uğruna yollarda ölürüz. Senin vicdanın hiç sızlamaz. Fakat duyarlı insanlarının hepsi suçluluk çeker yüzyıllardır. Suçluluk psikolojisi içinde yaşar ve yaşayamaz olduklarında intihar ederler. Senin yaptıklarından dolayı olur bunlar. İyi insanlar, sana güç yetiremediklerinde, seni durduramadıklarında kendi canlarına kıyarlar. Kendi ülkende. Senin ülkende. Senin ruhun duymaz yine. Yine bildiğini okumaya devam eder, ülkeleri karıştırır, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini söğüşleyebilmek, o ülkenin insanlarını emrin altında tutabilmek, yöneticilerini kukla gibi oynatabilmek için türlü oyunlar kurarsın. O oyunları uygulamaya koyarsın.
Kimle gerçekleştirirsin bunları? Marshall yardımı yaptığın o ülkelerde, o tarihlerde kurdurduğun, bugün bazıları halen devam eden birimlerle. Bizde buna Derin Devlet diyorlar.
Benim şaştığım, o Derin Devlet’in bütün bunların farkında olmaması. Yaptığının ne kadar yanlış olduğunu, bütün o yaptıklarının ülkeye bir gram yararının olmadığını, aksine ülkeyi günden güne gerileştirdiğini görmemesi. İnsan kestirmesi, işkence ettirmesi, faili meçhuller oluşturarak kendi insanını öldürtmesi, canileşmesi, insanlıktan çıkması, caniliği kendisine yakıştıramadığı için bütün bunları kahramanlıkmış gibi sunması… Kendisine bunun hiç de sandığı gibi olmadığını, yaptıklarının ülkenin yararına değil, aksine zararına olduğunu görüp de göstermeye çalışan düşünürlerini tek tek yok etmesi. Gerçekten en çok şaştığım bu. İçlerinde bir tek akıllı insan yok mu gerçekten? Bir teki de göremiyor mu gerçeğin ne olduğunu? Birtakım kelimeleri duyunca şuurlarını kaybeden insanlardan mı ibaret bu oluşum? Yoksa kendi içlerinden çıkan akıllıları da mı yok ediyorlar? Defterlerinde, yapıp ettiklerini sorgulamak hiç mi yok? (Soruyorum, çünkü onca kötülüğü, ülkeye iyilik yaptıklarına inanarak yaptıklarını sanıyorum. Belki de yanlış sanıyorumdur. Belki de niyet ülkeye iyilik etmek değil de yaşadıkları sürece kendilerini iyi yaşatacak koşulları oluşturmaya çalışmak, yani kendilerine iyilik etmeye niyet etmektir. Bilmiyorum.)
Neyse efendim, asıl konuya dönelim.
Konumuz aday.
Hani bugüne kadar hep Sam amcamızın belirleyip hap gibi önümüze koyduğu ve bizim de yuttuğumuz aday konusu. Sam amcanın aklındaki aday Kılıçdaroğlu dışındaki herkes olabilir. Çünkü Kılıçdaroğlu’nda kullanabileceği bir zaaf bulamadı. Para verse almaz, şişirse ve pişirse olmaz, çiğ değil. Vatan, millet diye duyarlarını kaşısa ve bu arada vatanın canına okuma fırsatına kavuşabilse, yok, yutmaz. Din iman dese hem onu hem de halkı uyutabilse, Sam amca da saman altından veya üstünden, hiç fark ettirmeksizin su yürütebilse ama yok, onu da yutmaz. Hanlar saraylar verse onu da istemez. Şan şöhret vaat etse, yok, Kılıçdaroğlu kendini bunların hepsinden azat etmiş, zor adam. Korkutsa, yok, o da olmaz, çünkü herkes gibi o da korkuyor çok belli ama sinmiyor, korkunun üstüne yürüyor. Tutturmuş bu vatanı düze çıkaracağım. Bu ülkeyi teknolojik açıdan geliştireceğim. Yolsuzlukları bitireceğim. Adaleti getireceğim. Tutturmuş tutturmaya da bu hedefe kilitlenmiş bir de. Zor adam zor. Üstelik adı da o hiç sevmediğimiz, oyunlarımızı bozup bize zaman kaybettiren, hiçbirimizden borç almayan, hiçbirimizin ülkesini ziyaret etmeyen, hiçbirimize yalvarmayıp kendi yağında kavrulan ve kavrula kavrula ülkesini kalkındırmaya çalışan mavi gözlü adamın adı ile aynı.
Tamam, tam bir devlet memuru kendisi ama kendi devletinin memuru. Sam amcanın memuru olmaya pek de yanaşmayacak bir devlet memuru. Özal’ın memuru gibi benim memurum işini bilir tür memurlardan da değil. Sam amca, ülkesine tek adam yönetimi getirilirken ana muhalefet partisini ve bilcümle muhalefeti pasif tutabilecek kişi olarak görmüş olsa gerekti kendisini. Eh, gerçekten de iyi idare etmişti durumu Sayın Kılıçdaroğlu, tepkisiz geçilmişti tek adamlığa, rahatça. Sam amca bundan çok memnun kalmıştı. Onun yine orada, pasifin pasifi bir muhalefet olarak kalmasını isterdi. Oysa o, şimdi kalkmış, Sam amcanın oyununu bozuyordu. Olmazdı. Olamaz.
'Kılıçdaroğlu’nun üstünü çizin' diyor Sam amca. Sevgili Derin Devletimiz de Sam amca hep doğru söyler diyor ve alt kadrolarına bu kararı iletiyor. (İlettiği tarihi sorun size söyleyelim. Kör müyüz biz?)
Velhasıl durum bu aşamada bekliyor şimdi. Aslında beklediği de söylenemez, herkes kendi kulvarında, kendi meşrebince ilerliyor. Bu ilerlemenin sonunda ya yine Sam amcanın istediği olacak ya da bu halkın istediği. Fakat kesin olan bir şey var ki o da şudur: Sam amca, bu halkın iyiliğine olacak hiçbir şeyi istemez. O kendi iyiliğine bakar. Ve adayını çoktan belirledi.
Ey Sevgili Altılı Masa, eğer Sam amcanın istediği kişiyi aday gösterirseniz bu ülkeye kötülük etmeye devam ediyor olacaksınız. Sam amca, bataklığa dönmüş ülkemizi temizlemenize izin vermeyecek çünkü. Mesela pancar ekimini yine kotaya bağlayarak onun mısır şurubunu almaya devam etmenizi isteyecek. Şeker fabrikalarını, kâğıt fabrikalarını, sigara fabrikalarını, özelleştirilip yok edilen her şeyi yeniden kurmanıza izin vermeyecek. Pancar üretimine, tütün üretimine, bir zamanların buğday rekoltesine geri dönmenize izin vermeyecek. Tarımı ve hayvancılığı diriltmenize izin vermeyecek. Aksine zeytinlikleri kesmenizi isteyecek. Çünkü bütün bunları kendisinden almanızı isteyecek. Onun açık pazarı olmaya devam etmenizi isteyecek. Kendisi üretsin, bize satsın isteyecek. Sürekli onun para kaynağı olmanızı, kendisini zenginleştirip kalkındırmaya devam etmenizi isteyecek. Bunu yapabilmeniz için de sürekli borç verecek, sürekli borçlu tutacak, sıkıştıracak, vermiyorum diye nazlanacak ve bağımsızlığınız üzerinde hak sahibi olacak. Yani sürgit kapitülasyon… Halk sürgit yoksul. Bir avuç insan sürgit çok pudra şekerli, çok paralı, çok cakalı…
(Bu arada, Sam amcanın Amerikan yerlilerini uyuşturucuya alıştırıp neler ettiği hakkında biraz bir şeyler araştırmanızı öneririm. Hani şu sıralar bizde de uyuşturucu ayyuka çıktı ya… Kim bilir belki bizdeki de…)
Yok eğer Sam amcanın istemediği birini aday gösterirseniz, belki her şey güllük gülistanlık olmayacak ama ülkemizin yararına olacak yeni bir yola girilecek. İyi kötü de olsa çamur temizlenebilecek ya da en azından, o çamuru temizlemek gibi ortak bir amaç belirlenecek ve temizlemeye gayret edilecek. Adalet belki tam gelemeyecek ama en azından adaletsizlikten ölmeyeceğiz.
Ve Ey Sevgili Derin Devlet, aranıza çok yönlü düşünebilen, iyiyi kötüden ayırt edebilen, insanlara dil, din, ırk, cins ayrımı yapmadan bakabilen, insan haklarına saygılı birilerini alın ve onun sözlerine kulak verin artık ne olur. İnsanın düşmansız da yaşayabileceğini anlayın ve alt kadrolarınıza anlatın artık. Dünya teknolojide çığırlar açıyor, bir süredir canlı dokular bile yaratıyor, biz hâlâ işte böyle türlü türlü tuhaflıkları konuşuyoruz. Daha doğrusu konuşamıyoruz. Konuşmaktan bile korkuyoruz. Bi durun, bi rahat bırakın, bi bırakın da gelişsin, büyüsün, parlasın şu sefaletin içine attığınız ülke. Azıcık mutlu olsun insanımız. Ne olur? İnsanlar huzurlu ve mutlu olsalar dünya mı yıkılır?
Azıcık akıl, azıcık mantık, miniminnacık bile olsa azıcık duygu her şeyi çözer. Bu ülkeye iyilik ettiğinizi sanarak çok kötülük ettiniz. Ama yeter! Ya kenara çekilin ya da kendinizi geliştirin, çağa ayak uydurun. İllaki biz var olacağız diyorsanız -gelirler mi bilmem ama- aranıza azıcık akıllı insanlar alın. Elinizi kötülükten çekin, aklınızı kötülüğe çalıştırmaktan vazgeçin. Öldür öldür nereye kadar? İçinizdeki öldürme içgüdüsünü ıslah edin, ettirin. Lütfen!
Düzgün bir aday çıkarılmasına da engel olmayın.
Kararınızı verin:
Batı’nın istediği aday mı halkın istediği aday mı?
Sam amcalara iyi gelecek aday mı, ülkeye ve millete iyi gelecek aday mı?
(Bu arada sadece Sevgili Sam amcalar da değil, Sevgili Putin kardeş de sevdi kullanılabilir yönetici işini. Oysa bizim Derin Devlet’imiz Sam amcanın kuruntularıyla Putin’in ülkesine karşı kurulmuştu. Demek ki yanlış bir şeyler oluyor ülkemizde.)
Ha bu arada, beni de öldürecekseniz öldürün kardeşim! Şu ülkenin kalkınmasına bir gram yararı olacaksa öldürün gitsin ama yok yararı değil de yine ve yine zararı olacaksa sakın yeltenmeyin! Aslında hepinizden çok sıkıldım. Sefalet içinde görmeyi pek çok sevdiğiniz ülkemizin insanları ve ülkemizin iyiliği için ne yapabilirim diye düşünmekten delireceğim. Ne hale getirdiniz güzelim ülkemizi. Anayasası, bizzat devlet edenler tarafından çiğnenen ülke mi olur? Oldurdunuz. Ülkenin her şeyini yok ettiniz. İnsanların yaşama sevinçlerini bile yok ettiniz. Ağzınızdan hep kaba, hep çirkin, hep saygısız sözler çıkıyor. Hep tehdit, hep argo, hep şiddet var konuşmalarınızda. “Vurun, kırın!” “Kopartırım, kuruturum, keserim, biçerim!”
Birbirinizin kabalığına baka baka, her geçen gün biraz daha kabalaşıyorsunuz hepiniz. Toplum da sizlere bakarak çığırından çıkıyor.
Çekilin bi kerecik bi kenara! Hepiniz yettiniz hepimizin canına!
Ya da ne haliniz varsa görün! Kafası bir gram çalışan herkesi ya hapsedin ya öldürün ya da ülkeden atın; dünyanın dört bir yanına dağıtın. Zekâ seviyesi düşük ve kolay kandırılır insanlarla dolu, gelişmemiş ve asla gelişemeyecek ülkenin, yüzde sekseni yoksul, çocuklarının yüzde ellisi aç ülkenin, yediği önünde, yemediği arkasında tok azınlığı olarak vicdansız vicdansız yaşayıp gidin.
Kötü insanların içlerindeki kötülüğü ve öldürme güdüsünü, düşman hedefler yaratarak gidermek için durmadan çalışın. Katliamlar kurgulayın, uygulayın. Suikastlar yapın. O kötü duyguları ıslah etmeyi aklınızdan bile geçirmeyin. Kötülükten, canilikten kahramanlık öyküleri çıkartın ve buna inanın. Bugüne kadar düşman diye kodlayıp canice öldürdüklerinizin her biri de bu vatanın evladıydı ama demeyin; yıktıklarınızı, yaktıklarınızı hatırlamayın. Kahramanmaraş’ı unutun, Sivas’ı unutun, unutturun. Sahte tarihler uydurun, kötülüklerinizden sahte kahramanlıklar üretin. Sonra yine öldürün. Öldürün ve çok göz önünde bir yüksek kişinin yanına koruma olarak girin; ortalıkta, herkesin gözü önünde ‘aranan ve bulunamayan katil’ olarak gezinin durun. (*) Bu halkı aptal sanıyorsunuz ya, kör sanıyorsunuz ya… Devam edin.
Savaşlara harcanan her bir kuruşun, bu vatandaşların rızkından kesilen paralar olduğunu sakın düşünmeyin. Onları yoksullaştıranın sizlerin tepe tepe kullandığınız örtülü ödenekler* olduğunu bilmezden gelin. Barıştan söz edenleri düşman belleyin. Gelişmiş ülkelerin, neden hep de birbirleriyle savaşmayan ülkeler olduğunu düşünmeyin. Neden bizleri hep birbirimizle savaştırdıklarını düşünmeyin. Bir kerecik ama bir kerecik olsun, kendinize, acaba bu yaptıklarımız gerçekten doğru mu diye sormayın.
Şöyle bir etrafınıza bakmayın. Pazara gitmeyin akşam üstlerinde mesela. Ya da bir gecekonduya konuk olmayın. Uyuşturucuya alıştırılan insanların evlerinin yakınından bile geçmeyin. İçeride yaşanan acıları bilmeyin. Bayramlık isteyen kızına bayramlık alamadığı için canına kıyan öğretmeni zaten unuttunuz çoktan. Cebinde yemek parası olmadığı için intihar eden o gencecik öğrenciyi de unutun. Eskişehir’de açlıktan ölen o çocuğu da unutun. Sonsuza kadar, helalliği tartışılır şatafatınızın içinde kalın. Kendinizin dışında olup bitenlere sağır olun. İş bilmezliğiniz yüzünden yaşanan kazalarda ölüp giden canların ana babalarını görmezden gelin. Öldürdüğünüz o tertemiz insanların ailelerine karşı kendinizi savunamayacaksınız, çünkü savunamazsanız, o yüzden onları da kendiniz öldürmediniz, öldürtmediniz varsayın.
Yazık ettiniz bu vatana, yazık!
İçinizde bir gram insani duygu varsa, bir gram vatan sevgisi varsa, bari bundan sonra yazık etmeyin.
(*) Ahmet Nesin’in, başlığı “Aranan Katil” diye başlayan videosu
Alev Subaşı 2 Yıl Önce
Orta Okul ' da bir öğretmenim " Ağzı açıkların ülkesini gözü açıklar götürür " demişti. Gözümüzü açacak olan bilimsel eğitim ülkede var olmadığı sürece " Sam Amcalar " ın ipi tuttuğu yöneticilerden zor kurtuluruz. Kaleminize Sağlık