Migros, pahalı ama kaliteli ürün satan bir market zinciri olarak bilinirdi ve belli bir güvenilirliği vardı. Örneğin, tavuk alınacaksa herhangi bir markete değil de Migros’a gidilirdi. Çünkü orada bozuk ürün satılmayacağı bilinirdi.
Artık öyle değil.
İlk sorun, bundan birkaç yıl önce temel gıda ile karşıma çıktı. Pirinç ve şehriye güvelenmişti. Paket içlerinde minik kara kurtlar vardı. Sonra bu gruba mercimek ve makarna eklendi.
Ayıplı mal satmayı Migros’a konduramadım. Suçu kendimde aradım. “Dolabı nemli bezle silmiş olabilirim.” diye düşündüm. “Çok almışım, çok beklemiş, ondan olabilir.” dedim.
Bütün gıda paketlerini attım. Dolapları sildim, kuruladım, temizledim. Ertesi günlerde attıklarımın yerine yenilerini aldım. Korona zamanı mıydı, yoksa Ukrayna-Rus savaşının başladığı günler miydi, iyi anımsamıyorum ama alınca çok almanın gerektiği, biraz stoktan zarar gelmeyeceğinin düşünüldüğü günlerdi. Büyük paketlerle mercimek, pirinç, un, çeşit çeşit makarna vb. aldım. Dolaplara yerleştirdim.
Pilav pişirmeye davrandığımda ayaklarım suya erdi. Pirinci yıkarken su yüzüne çıkan ölü kurtlara bakakaldım.
Sosyal medyada oraya buraya yazarak öfkemi geçiştirdim. Sonra Migros’tan temel gıda almamaya karar verdim.
İkinci sorun et ve kıyma ile geldi. Et olarak satın alıp çektirdiğim kıyma ile yaptığım köfteyi yiyemedim. Tadı ne danaydı ne koyun ne keçi; başka bir şeydi. Alışık olmadığım ve sevemediğim bir tat. Oysa dana diye satmışlardı. Bir kiloluk kıyma ile yapılan köfte bitene kadar köpeğim bayram etti. Aradan zaman geçince önceki olayı unutup tekrar aldım ve aynı durumu yaşadım.
Sonra Migros’tan et ve kıyma almamaya karar verdim.
Üçüncü sorun, Migros’un paketleyerek sattığı yağlı inek peyniriyle karşıma çıktı. Peynir çok kötü kokuyordu. Yiyemedim. Devamında başka marka denedim, o da kokmuştu, onu da yiyemedim.
Sonra Migros’tan peynir almamaya karar verdim.
Dördüncü sorunu patateste yaşıyorum. Uzun bir süredir üstelik. Aldığım patates ve soğanlar, neredeyse kapıdan içeri girerken çimlenmeye başlıyordu ama bu, onların suçu olmayabilirdi. Patatesti bu, çimlenir çimlenirdi. Ancak olay bununla bitmedi. Yaklaşık bir yıldır Migros korkunç patatesler satıyor. Yamru yumru ve çamurlu çamurlu. “Eh ne yapalım, olsun, yıkarız.” diye düşünüyorsunuz. Patates dediğin şey de zaten yamru yumru olur ya hani. Yok işte, öyle değil. Bu patatesin içi de çok fena. Kanserli organ örnekleri gibi her biri. Bazısının ortası tastamam çürük çıkıyor. Bazısının yarısı çürük. Bazısının da mor, kahverengi, yeşil, siyah, iri ve ürkütücü benekleri, bölgeleri oluyor. Fotoğraflarını çektim. Yazımın altına ekleyeceğim.
Vakti zamanında bir kez güvenmişsiniz ya Migros’a, ilk yanlışında vazgeçmeyi düşünmüyor, hatayı kendinizde arayıp duruyorsunuz. İkincide de üçüncüde de öyle…
Ne var ki bu patates konusu beni çok yordu. Patatessiz gün geçiremeyen birisi olduğum içindir belki, belki de başka bir şey… Kandırıldığını fark etmek gibi, birilerinin para kazanmak için bu tür şeyler yapmasına öfkelenmek gibi, çoluk çocuk herkesin sağlığıyla oynamalarına ve cezasız kalmalarına içerlemek gibi, gibi de gibi…
Mahkemeye başvurup dava açmayı düşündüm. Öyle bir enerjiyi kendimde bulamadım.
Belediye’ye veya CİMER’e şikâyet edeyim dedim. Kendime yediremedim.
En iyi bildiğim şeyi yapayım dedim ve yazıyorum. Bu yazı aynı zamanda ifşa da ihbar da sayılır. Hoş ifşalarla, ihbarlarla kim ilgileniyor ki diyorum kendime ama yine de… işte…
Geçenlerde ihraç edilen patateslerin geri gönderildiği hakkında bir haber okumuştum. Bunlar o patatesler mi acaba diye düşündüm ama bu olay uzun zamandır böyle devam ediyor. Haber ise daha yeni sayılır.
Zehirli tarım ilacı aşırı dozlarda bulunduğu için geri gönderilen ihraç ürünlerin pazarlarda satıldığı söyleniyor. Son kullanma tarihi geçmiş ürünleri ise satan satana…
İnsan canının bir değerinin olmadığı ülkelerde insan sağlığının da bir değeri olmuyor. Hele de her şeye “para, para, para” diye bakılan, para kazanmak için hastanelerde bebek öldürülen böylesi bir dönemde…
Migros da belli ki resmî kurumlarda bir süredir yaşanan genişliğe, iş bilmezliğe ve gevşekliğe güveniyor. İnşaattan gıdaya, hastaneden gümrüğe kadar her yeri ve her şeyi kapsayan denetimsizliğe, başıboşluğa… Para kazanmak için her şeyin mübah sayılışına, ayıplı mal satmanın ayıp sayılmayışına… Her türlü ayıbı arsızlıkla örtenlerin pervasızlığına… Özel hastanelerin müşterilerini arttırmak için sağlığımızın özellikle bozulmasına… Sınırların sınırsızlığına…
Ve bizlerdeki sinikliğe, sessizliğe, korkaklığa güveniyor.
Kanser vakalarının bu denli artmış olmasının nedenlerini göremeyişimize… Görsek bile ses etmeyişimize…
Silah satmak için savaş çıkarıp insan öldürenlerin bolca var olduğu bir yeryüzünde, hasta edici gıdalar ve hasta patatesler satmışlar çok mu diyebilirsiniz belki.
Demeyin.
Çünkü bütün bunların böyle sürebilmesi mümkün değil.
İtiraz etmeyi, ifşa etmeyi, takip etmeyi öğernmek zorundayız.
Gulden kangal 7 Gün Önce
"Boyle kotu urunlerin boyle futursuzca satildigi yerler konusunda herkes tepkisel olmali"..diyecegim de, toplumsal bilincin gelismedigi ulkelerde bu reaksiyonlar azinlikta kaliyor ne aci ki.
Alev Subaşı 6 Gün Önce
Çok uzun süredir gıda terörüne dair farkındalığı olan bir vatandaş olarak bu konuda bırakıldığımız sahipsizliği iliklerime kadar hissediyorum. Yaşam hakkının bu kadar kıymetsiz , ölümün bu denli ucuz olduğu ülkemde tarladan market raflarına uzanan her süreçte insan sağlığının tehtit altında olduğunu biliyoruz.Beslenme kaynaklı , metabolizma hastalıkları ile doğan çocuk sayısındaki artışlar çuvala sığmamaktadır.Böylesine mühim bir konuda yazdığınız bu dikkat çeken yazı için kaleminize sağlık diyorum..