Katliam yapmak bir kısım insanın hamuruna ta çocukluklarında katılmış. Niye ve nasıl katıldığını irdeleyemeyiz şimdi, çünkü o bizim işimiz değil.
Bu insanlar, akla ziyan birtakım hobilere sahipler. Çocukları bacaklarından tutup ikiye ayırmak, bebeklerin gözlerini oymak, kadınlara tecavüz etmek; “yok Alevi, yok Kürt, yok Filistinli, yok Ermeni, yok Kızılderili, yok Siyahi, yok falanca, yok feşmanca” diyerek insanları öldürmek; kimilerini araba arkasına takarak sürüklemek, boğaz kesmek, karın deşmek, ev yakmak, çocuklarının önünde babaların gerisine cop sokmak, köylülere bok yedirmek, öldürdüklerinden dökülüp kalan mala mülke ganimet diye çökmek gibi hobiler.
(İnsan demek zorundayım, çünkü bu sapık hobilere sahip canlıları tanımlayacak başka bir sözcük yok. Başka hiçbir canlı bunların yaptıklarını yapmıyor.)
Bu insanlar, nerede bir katliam ihtimali görseler, dünyanın öte ucundan koşup gelerek o yere yetişiyor, kırmızı çarpı işaretiyle damgalanmış evlere dalarak şehvetle insan öldürmeye ve mekân yağmalamaya girişiyorlar. (Öldürmeyi mi, mala konmayı mı daha çok sevdiklerini ayırt edemiyoruz.)
Birtakım insanlar da böyle canavar ruhlu tiplerin seyahat ve katliam giderlerini karşılıyor, onlara lojistik destek sunuyor, kılavuzluk ediyorlar. Katliamı haklı göstermek için gerçeği öldürüp kahramanlık hikayeleri ve kışkırtma ritüelleri uydurup ortalığa salıyorlar. (Katliamı bizzat yapanlardan bile daha suçlu olduklarına inanıyorum.)
Uydurdukları şöyle şeyler:
“İçme suyuna zehir kattılar.”
“Atatürk’ün evini bombaladılar.”
“Camiye bomba attılar.”
“Irak’ta kimyasal silahlar var.”
“İran’da atom bombası yapılıyor.”
“Gavur Esad artıkları, masmasum din kardeşlerimize saldırıyorlar. Haydi sen de saldır!”
(Din kardeşlerimiz de İŞİD-El Kaide karışımı kardeşler. Tencere dibin kara, seninki benden kara… Aralarından üç beş “Esad artığı” çıkmışsa, çoluk çocuk demeden bütün sivilleri öldürme hakkın var oluyor öyle mi? Çok inandırıcı!)
“Hurra!”
“Bunların katli vaciptir!”
“Bir (duruma göre değişen bir isim yazılabilir) … öldüren cennete gider!”
Yalnız düşünebilme yetenekleri ve hayal güçleri kıt mı kıt bu kişilerin. Mevla’m daha fazlasını vermemiş. (İyi ki de vermemiş, verseydi daha kim bilir neler yaparlardı…)
Halkı, hep aynı yalanlarla kandırmaya çalışıyorlar. Toplasan onu geçmez yalan cümlesi ve kışkırtma modelini evirip çeviriyor, kılıktan kılığa sokuyor ve kullanıyorlar.
Halkın din, dil, mezhep, ırk vb. konularda kolay kandırılabilir oluşuna güveniyorlar. Aziz Nesin’in “yüzde altmış” dediği gruba da bir ayrı güveniyorlar elbet.
O gruplara yutturur da diğerlerine yutturamazlarsa, yalanlarını yüksek perdeden sert demeçlerin içine yerleştiriyorlar ki yalanı yutmadıysan bile bu sertlikten kork, yutmuş gibi yap, sesini kes, itiraz etme, pıs…
Bu da olmazsa, “Sen teröristsin!”e geçiyorlar ki bu da artık tavsadı Çünkü pazarda soğan satanından üniversite hocasına, çiftçisinden hakkını arayan işçisine, halkın oylarıyla seçilmiş belediye başkanlarından market zincirlerine; gözünü karartmış, yağma yapar gibi maden arayan adamlardan toprağını korumaya, AVM yapıcılardan parkındaki ağacı kurtarmaya çalışanına kadar herkesi terörist diye suçladılar.
Ne var ki bir zamanlar tadından yenmeyen, akan suları durduran ve söze maruz kalanın ödünü patlatan “Sen teröristsin!” cümlesinin pek fena tadı kaçtı. O da her şey gibi çürüdü, artık pis pis kokuyor. Bu suçlamalardan etkilenen ve suçlanan kişinin gerçekten terörist olduğuna inanan, bırakın inanmayı, bunu aklından bile geçiren kimse kalmadı.
Bütün bunlara rağmen aynı şeylere yaslanmaları, aynı girdaba kapılmaları, adaletle oynayarak her katliamdan cezasız sıyrılıp çıkmaları ve yetmiyormuş gibi bir de halkın gözünde haklı bulunmayı ummaları ve hatta haklı görüldüklerini sanmaları çok zavallıca ve çok acıklı ama bu katliam sever robotlara acıyacak halimiz yok.
Yalnız… önerilerimiz olabilir…
Bir kere olsun kendileriyle yüzleşme, kendilerine ayna önünde soru sorma önerisi…
Şöyle sorular örneğin:
“Ben bunları neden yapıyorum?”
“Ben bu katliamları planladıktan veya uyguladıktan sonra çoluk çocuğumun yüzüne nasıl bakıyorum, hangi yüzle bakıyorum?”
“Benim yaptığımı bildiklerini bal gibi bildiğim insanların içine nasıl çıkıyorum?”
“Aynı yalanları daha ne kadar yutturabileceğimi sanıyorum?”
“Yutturdum diyelim, bunun kime ne yararı oluyor? Örneğin ülkemi kalkındırıyor mu? Yapay zekâ alanında bizi göklere çıkarıyor mu? Ekmek kuyruklarındaki halkın sefaletini gideriyor mu? Çöpten yiyecek toplayarak hayatta kalmaya çalışan insanlara, insanca bir yaşam şansı sunuyor mu? Şerefsizlikte zirveye yürüyerek emeklilerin üç kuruşluk maaşlarına göz diken dolandırıcıları adam ediyor mu? Büyüme geriliği yaşayan çocukları yatağa tok gönderebiliyor mu? Herkese eşit eğitim hakkı veriyor mu? Adaleti sağlıyor mu? Karanlık sitelerde satışa sunulan, kimlik bilgilerimizi (ikamet adresimizden seri numarasına varanaca) üç kuruşa satılmaktan alıkoyabiliyor mu, bilgilerimizi koruyabiliyor mu? Teknolojiyi iyi kullananlar tarafından, yarın bir gün, ceplerimizdeki telefonla patlatılıp öldürülmeyeceğimizin garantisini veriyor mu?”
“Ya hu, ben, bir kere de iyi bir şey yapmayı denesem mi?”
Bütün bunlara yanıtınız olumlu ise yaptığınız şeyi yapmaya devam edin. Değilse ve haliyle yaptıklarınızın iyi şeyler olduğunu düşünüyorsanız, ruhunuzdaki hasta canavarı tedavi ettirin sayın katliam robotları. İçinizde bir yerlere saklanıp sinmiş, korkudan titremekte olan iyi insanı bulmaya, bulup gün yüzüne çıkarmaya çalışın. (Vardır inanın, sizin içinizde bile iyi birisi, iyi bir yan, iyi bir çocuk vardır. Sevilmemiş, belki horlanmış, belki zorbalıklara uğramış ya da kontrolsüz şımartılmış iyi, masum ve zararsız bir çocuk.)
Yaptığınız kötülükleri -aynı tekrarlara düşe düşe- yapmayı sürdürmeyin. Hiç değilse bir kerecik kendinize dur deyin.
Yaptıklarınız için insanlıktan özür dileyin.
O zaman insanlığa belki bir yararınız olur.
Çünkü yaptıklarınız ve hatta sadece varlığınız bile insanlara büyük acılar getiriyor. Sizin olduğunuz yerlerde gülümseme, sevinç, mutluluk, neşe, daha doğarken ölüyor; ortam buram buram nefret kokuyor, barut, kan, kırılan kemik ve yanık et kokuyor. Masmavi gökyüzünün bile sizleri göre göre sinirleri bozuluyor, Güneş’le kan davasına tutuşuyor. Adaletsizlik arşa çıkıyor. Gelir uçurumu açıldıkça açılıyor. Ne kendiniz huzur buluyorsunuz ne de milyonlarca insana rahat veriyorsunuz…
Gazze’yi boşaltıp eğlence ve kumar cenneti yapma hayalleri kuran malum şahıstan ne farkınız var? Bir yanda adam büyük ülke tantanası yapıyor, öte yanda ülkesinde milyonlarca insan evsiz ve sokaklarda yaşamaya çalışıyor. Gazze’ye çökecekmiş.
Bu devirde, kuru hayal olması bir yana, vahşi insan davranışı bu, haliyle çok yakışıksız, hadsiz bir şey.
Saldır, öldür, yağmala, mala çök eski devirlerde kaldı. Kalmadıysa da artık kalmalı. Yan gelip yat, onu bunu kışkırt, çalışıp edineni öldür, malını al, olmaz…
Öldür öldür nereye kadar?
Çocuk, çocuğu öldürmeye başladı görmüyor musunuz?
Durun artık, durun! Duramıyorsanız kendinizi tedavi ettirin.
Son öneri, bu gazetede, geçen yıllarda yayınlanan şu yazıları okumanızdır (ne saflık benimki de ama… neyse, en azından katliamcı kılavuzları okurlar belki.):
Kaybeden Türkiye
Öldür Diyemezsiniz
Yaptıklarınızı Savunun Savunamayacaksanız Yapmayın!
Darbeler yapa yapa
Derin mi sığ mı?
Devletin Kuyruğuna Eklenmiş Derinler...
Derin Devlet Canım Benim!
Yüzleşmek, Aklanmayı Ummak ve Özür Dilemek Zamanı