Gürdüğümde ilk anımsadığım,
ilkokulda çizdiğim ve aralarından da suları akıttığım dağ resimleri oldu…
Norveç fiyortları…
Her biri ‘UNESCO Dünya Mirası’ listesinde.
Doğanın gücü…
Güzeller güzeli yüzü…
Büyüleyici doğa oluşumu…
Oluşumları mı?
Buzulların erimesi ve nefes kesici dik yamaçlarla çevrili dar vadilerin derin su kütlesiyle dolması…
Okyanus ve denizlerden kilometrelerce derinlere sokulan sular…
Daralan, genişleyen bazen 1000 metreyi geçen bir derinlik…
Dingin bir mavilik…
Çevresindeki yeşil dağlar,
hırçın dik kaya kütleleri…
Ve kısa aralıklarla 100-200 metre yüksekliklerden bazen süzülen, bazen gürül gürül düşen şelaleler…
Bu büyüleyici güzellikteki şelalelere de şiirsel adlar yakıştırılmış:
“Gelin Duvağı” gibi…
Doğanın kalp atışını duyuyor ve sadece bir şey hissediyorsunuz:
Huzur…
Hiç bitmesini istemediğiniz yolculuklarınız oldu mu?
Nuran ile, büyüleyici güzellikler arasında Oslo’dan Bergen’e gidiyoruz.
Bir yeşil denizinin içindesiniz ve yolculuğunuz boyunca bazen hafif şırıltılarıyla şarkılar, bazen de bas bariton sesiyle gürül gürül çağıldayarak dağ türküleri söyleyen sular size eşlik ediyor…
Çevrede zaman zaman bu güzellikle uyumlu, onun bir parçası kırmızı ağırlıklı, bazen de beyaz, gri, kurşuni, siyah renklerde ama tamamı ahşap küçük evler…
Gerçek sahiplerinin insanlar değil doğa olduğunu kanıtlarcasına, hemen hiçbirinin çevresinde sınır çiti yok…
Bu yerleşimlerin arasına serpişmiş, ortaçağı günümüze taşıyan küçücük yine ahşap kiliseler …
Çıta kiliseleri…
Giderek, iki yanınızda yükselen görkemli dağ kütleleri ve yamaçlarında henüz erimemiş küme küme karlar…
Bu yeşil, mavi vadilerden yukarılara tırmandıkça orman yerini tundralara bırakıyor.
Kendinizi birden, oluşumuyla sizi milyonlarca yıl gerilere götüren büyük bir buzul kütlesini hayranlık ve saygıyla seyrederken buluveriyorsunuz.
Artık çevrenizde buzulların erirken çukurlaştırdığı yerlere dolan suların oluşturduğu buzul gölleri…
Ve sizi şaşırtarak aniden karşınıza çıkıveren görkemli iki gezi gemisiyle fiyorta ‘merhaba’ diyorsunuz…
Bergen…
Anlamı: Yedi dağın şehri…
Dağların arasında viking masallarının içinden çıkıvermişcesine sizi karşılıyor.
12. yüzyıldan kalma,
13. Ortaçağdan bu yana varlığını sürdüren, bir zamanlar Norveç’e başkentlik de yapmış büyülü liman kasabası…
Kıyıda sizi o günlere götüren
bir sıra dizilmiş rengarenk ahşap evler…
Birden kendimizi, dar sokaklarından, hangisinin fotoğrafını çekeceğinize karar
veremediğiniz güzelim ahşap evlerin arasından yamaca tırmanırken buluverdik.
İnsan eli değdiği halde doğa tüm bakirliğiyle, güzelliği ve temizliğiyle varlığını sürdürebilir mi?..
Norveç’te sürdürüyor…
Yedi dağın şehri Bergen’de bu güzellikler içinde yürürken hüzünle ve acıyla, içine edilen yedi tepeli şehrimi,
İstanbul’umu düşündüm…
Onlar da bizim gibiydi ama başardılar.
Biz ise?!
Norveç’in onurlarından Henrik İbsen’in sanki bugünün Türkiye’sinde bizi anlatan oyununu anımsadım:
‘Bir Halk Düşmanı’…
Anımsarsınız…
1800’lerin sonu Norveç’i anlatır.
Oyun dürüst, onurlu, halkını düşünen insanlarla, halka zarar ve acı vereceğini bile bile çıkarı için herşeyi yapan
vurguncu ve talancılar arasındaki mücadeleyi,
namuslu olmanın ne kadar zor olduğunu anlatıyordu.
Yurtsever, idealist bir doktorun, insanların ölümüne yol açan zehirli kaplıca tesislerine karşı verdiği savaşı…
İktidardakiler çıkarları için,para için, rant için,
zararlarını bile bile tesisin kapanmasına karşı çıkıyorlar.
Başta da yurtsever doktorun ağabeyi olan belediye başkanı…
Sınıf çatışması, abi ve kardeşi karşı karşıya getiriyordu.
Bir yanda ülke ve doğa sevgisi, öte yanda rant ve çıkar…
O kadar ki halk düşmanı ağabey çıkarına çomak sokan doktor kardeşini ‘halk düşmanı!…’ ilan ediyordu!..
İroni!..
Nazım Hikmet’imizi anımsadım;onu da ‘vatan haini’ ilan etmediler mi?..
Yanıt:
“Evet, varan hainiyim, siz vatanperverseniz,
siz yurtseverseniz,
ben yurt hainiyim,ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan mızraklı ilmühalse, vatan polis cobuysa,
ödeneklerinizse,
maaşlarınızsa vatan,
vatan Amerikan üsleri, Amerikan bombası,
Amerikan donanması,
topuysa,
vatan kurtulmamakta kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim…”
Norveç’liler büyük yazarları İbsen’i dinlediler ve bugünkü Norveç’i yarattılar…
Biz de ise,
“Nazım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hala.”
Bergen’den Gudvangen’e uzanan büyülü yolculuk sonrası gemide fiyort içinde süzülüyoruz.
Nuran ile Yeni Zelanda’daki fiyortlarla Norveç’tekileri karşılaştırdık ve güzellikler arasında kıyaslama yapmak yerine her iki doğa mucizesine hayranlıkla saygı duyduk…
Islak bir Lillehammer sabahında, yine muhteşem bu şehri seyrederken soruyorum kendime:
Doğa şiir yazar mı?
Norveç’te şiirin en güzelini yazıyor…
Yolculuk İsveç, Stockholm’e…