Halkın güvenini kötüye kullanmanın bazı sonuçları olur. Vatandaşların, yapacakları bağış için Haluk Levent’e güvenmesi ve yardımlarını Haluk Levent eliyle yapması bu sonuçlardan sadece biridir. İktidar, halkın iyi niyetini her seferinde kötüye kullanmış ve kendini, kendi eliyle güvenilmez yapmıştır. Bu güvensizlikten, iktidarın kendinden başka kimse sorumlu değildir. Sorumlu aranıyorsa iktidar o sorumluyu kendisinde aramalıdır.
Vatandaş, yöneticilere artık güvenmediğinin bir belirtisi olarak, bağışını iktidar partisinden olmayan belediyeler eliyle yapmaya çalıştığında bile, iktidar o bağışlara el koydu.
Yardım götürmek gerektiğinde, insanları “bana oy verenler” ve “bana oy vermeyenler” olarak sınıflandırdı. Yardıma ihtiyacı olan kişi, köy, mahalle veya şehir, eğer oy veren gruptan değilse oraya yardım götürmedi. Bırakın yardımı, verilmesi yasalarla düzenlenmiş para aktarımlarında bile zorluk çıkardı.
Kızılay gibi durmuş oturmuş, ne yaptığını ve afetlerde ne yapacağını bilen, her zaman hazırlıklarını ona göre yapan bir kurumun içini boşalttı, o dev yardım kurumunu, kan toplamak dışında hiçbir şey yapamaz hale getirdi.
Kendisine sesini duyurmaya, yaptıklarının yanlış olduğunu söylemeye, neyi neden ve nasıl istediğini anlatmaya çalışanları dövdü, hapsetti. İnsan kendisine yanlışı yakıştıramadığı için kendi yanlışını kolay kolay göremez. Eğer ki o insanları dövmek yerine bir kez dinlemeyi deneseydi belki de bu kadar çok yanlış yapmazdı.
Hâl böyleyken, halkın (Sadece halk da değil, yabancı insanların da) Sayın Haluk Levent aracılığıyla bağış yapmasını, iktidara karşı bir komplo imiş gibi göstermeye çalışmak, troller eliyle Haluk Levent’i karalamayı ve durdurmayı denemek nafile bir çabadır.
Haluk Levent aracılığıyla toplanan paraların beş kuruşuna bile el koyulmaya kalkışılırsa o yardımlar şıp diye kesilir, devamı gelmez. Çünkü insanlar iktidara değil ona güveniyorlar. İktidar eliyle toplanacak bir yardımın depremzedeler yerine, aynı yöntemle yapılmış olan gökdelen için kullanılmayacağını kimse bilmiyor. Yapmayacaklarına yemin billah etseler bile halkı inandıramazlar.
Kısacası, ülkeyi yönetenler, güveni boşa çıkarma istihkaklarını doldurmuşlar. Haluk Levent’in ise bugüne kadar tek bir yanlışı olmamış.
Haluk Levent için yana yana bir suç aranıyorsa söyleyelim:
Gelen yardımı, gideceği adrese eksiksiz götürmesi. Aldığını, verdiğini belgelerle halka açıklaması. Gizli kapaklı hiçbir şey yapmaması. Yardımına koşacağı insanları, şu şudur, bu budur; ona götürelim, buna götürmeyelim diye ayırmaması. İnsanlarda, “Ona verilen her kuruş yerine ulaşır.” güveni oluşturması. Paraya elini sürmemesi. Verenle alanı buluşturması. Gecesini gündüzüne katması, güzel güzel şarkı söyleyecek, konserler verecekken acı içine batıp çıkacağını bile bile afet alanlarına koşması. Kendisini izleyenlerde bir kere bile kameraya oynuyor hissi uyandırmaması; her şeyi, canı gönülden yaptığını herkesin anlayabileceği bir netlikte olması…
İçinden suç çıkarabilirseniz onun yaptıkları bunlardır. Ama çıkaramazsınız. Çünkü yok. Çünkü, bu işe, “Canım sıkıldı, dur bir ortalığa düşeyim, çizme giyip afetzedelere yardıma gideyim, gittiğim yerde de birkaç foto vereyim, alkış alayım, daha çok tanınayım.” diye başlamadığını herkes biliyor. Ülkede yapılamayan -veya yapılmayan- işler olduğunu, bir yerlerde boşluklar bulunduğunu, o boşlukların doldurulması ve o işlerin mutlaka yapılması gerektiğini gördüğü için başladığını; o sorumluluğu aldıktan sonra da bir daha uzak kalamadığını herkes biliyor. Ve ona güveniyor. Güven müthiş bir duygudur. Kolay sağlanmaz, kolay da yıkılmaz.
Zamanının tümünü, devlet geleneklerini dışarıda bırakarak kayıtsız kuyutsuz ve dahası gizli saklı işler yaparak geçiren iktidarlar ise halkın kendilerine güven duymasını bekleyemezler. Bilerek veya bilmeyerek halkın güvenini kötüye kullananlar, halkın güvenini yıkanlar, bir daha kendilerine güvenilmesini bekleyemezler.
İşte iktidarların değişmesinin temelinde yatan da budur. Güven oyu tükenen iktidarlar artık bir gün bile kalmamalı, artık gitmelidirler. Çünkü ağızlarıyla kuş tutsalar aynı güveni tekrar kuramazlar. Güven ömürlük bir duygudur. Güvenilir olursanız, bu güvenilirliği bir ömür yanınızda taşırsınız. Ama bir kez o güveni yıktıysanız artık tekrar toparlaması çok zordur. Cam değildir, yapıştıramazsınız. Sabun değildir, mum değildir, eritip yeniden kalıba dökemezsiniz. Sadece hissedilen bir şeydir güven ve tamiri yoktur.
Yok, “Bizim o güvene ihtiyacımız yok. Zor kullanır, alacağımızı yine alır, yapacağımızı yine yaparız.” diye düşünülüyor ise, o zaman bunun adı demokrasi değil otokrasi, az biraz ötesi de faşizm olur. Bunu yapmak için insanın insanlığını kaybetmiş olması gerekir. Ayrıca ne ülkemizin ne de dünyanın yeni bir faşizme ihtiyacı yok. Barışa ve huzura ihtiyacı var.
AFAD Dayatması
Halk neden, canını AFAD’ın kurtarabileceğine yeterince ikna olmadı, olmuyor? Çünkü her biri arama kurtarma eğitimine sahip ve iyi niyetli oldukları çok belli gönüllülerden oluşmuş AKUT’un yerini dolduramadı. İşini iyi yapabilse belki doldurabilirdi ama iyi de yapamadı. Çünkü AFAD’ın başına dini eğitim almış, arama kurtarmadan bi haber, ne yapması gerektiğini zerre kadar bilmeyen birisi oturtuldu. Ekipler de dini eğitimden geçmiş kişilerden devşirilmiş ekiplermiş gibi görünüyor. Çünkü görevlerinin orada burada toplaşıp “Allahüekber!” diye bağırıp tekbir getirmek olduğunu zannediyormuş gibiler. Bu da halkta, dini alabildiğine siyasi malzeme haline getirip kullandıkları hissi oluşturuyor. Böylelikle AFAD bir güven kaybına daha uğruyor.
Hazırlıksız oluşları, deneyimsiz oluşları, eğitimsiz ve de bilgisiz oluşları görmezden gelinse bile depremden etkilenen halkı ilk günlerde kaderlerine terk etmiş ve hayatta kalanlara malzeme dağıtamamış olmasını bu halk görmezden gelemiyor, gelemeyecek.
Yetkililer her ne kadar inkâr politikasıyla durumu kurtarabileceklerini düşünüp inkâr etmeye ve her zaman olduğu gibi hep başkalarını suçlamaya davransalar da işin aslı gizlenemeyecek kadar açık. Depremin ilk iki üç günü, depremzedelerin yanında sadece uzaklardan koşup gelen yakınları vardı. AFAD yoktu. Var olabildiği yerlerde de enkazlara girmiyor, girse bile hepsine yetişemiyor ve girmek isteyen diğer ekipleri durduruyor, engelliyordu. Bugün bile bir arama kurtarmacının söylediği şu sözler gündemde: "AFAD görevlisi bizim Samandağı'na gitmemizi engellemeye çalıştı. 'Oradaki tüm binaları taradık, çoğu ölmüş. Gitmenize gerek yok.' dedi. “Bu cümleden sonra enkazdan 350 canlı insan çıkardık biz."
Bu yüzden, kurtarılabilecekken kurtarılamayan insanların vebali AFAD’ın ve AFAD’a emir verenlerin, bu organizasyonu yönetemeyenlerin boynunda. Bugün inkâr etse de yarın kendi gerçeğiyle, yani arama kurtarma alanında yetkisizken yetkili olması sebebiyle, egosu sebebiyle, tecrübesizliği sebebiyle ve birçok başka benzer sebeple, o insanların kendisi yüzünden öldüklerini anlayacak. Kimse yaptıklarının sonuçlarından kaçamaz. Herkes bir gün hatalarıyla yüzleşmek zorunda kalır. Bu yüzleşmeyi kişi ne kadar erken yapsa kendisi için iyi olur.
Bu arada, depremin ilk günü, insan kurtarmak amacıyla Sakarya’dan yola çıkıp altıncı gün evine dönen Merve Özkorkmaz’ın Twitter’da yazdığı twitselin okunmasını önerdiğimi şuraya not düşeyim. İlk ağızdan halimizi anlamak için Merve’den birkaç twetseli de buraya alayım:
“Acil durumda bağımsız aksiyon alması beklenen AFAD kurumunu saatlerce imza, karar, yazı bekleyen, bürokrasiye mecbur bırakacak kadar vasıfsız hale getiren, bu durumda payı olan, imzası olan, en dipten en tepeye her bir kişinin, ülke insanlarından özür dileyerek acil şekilde istifa etmeleri gerekiyor. Bu işleri bu kişilerden çok daha iyi yapabilecek uzman, tecrübeli kişiler var. Bu işler sorumluluk gerektiren işler ve bu sorumluluklardan bir tanesi de hatayı önlemek kadar yanlış yaptığını kabul etmek ve istifa edebilmektir. Yetkilileri bu son görevlerini yapmaya çağırarak yazımı bitiriyorum.”
Merve Özkorkmaz böyle diyor, ancak iyice anlamak için sözünü ettiğim twetselin tamamının okunması gerekiyor.
Bitirirken ben de diyorum ki:
Halkın güvenini kötüye kullanmanın mutlaka sonuçları vardır. Ve bazen bu sonuçlar çok ağır olur, ağrılı olur, çok acıtır. Üstelik zaten çok acıyorken içimiz. Acı ne ki, cayır cayır yanıyorken… İşte bu süreçte herkes kendisiyle yüzleşmeyi başarmalı. Sonuçlarına da katlanmalı. Bunu yapamaz isek daha çoook yanarız.
Lütfen kendimizle yüzleşelim. Herkes kendisiyle yüzleşsin. Özellikle ve öncelikle yöneticiler, sonra, en masumumuz da dahil hepimiz.
Kim kimin güvenini kötüye kullanmış, kim kimin güveniyle oynamış, kim kimin güvenine saygı duymamış, kim kimin güvenini alıp yere çalmış, kim kime güven verememiş, kim kimin güvenini lezzetli bir yemek yeme iştahıyla yiyip bitirmiş, kim yaptığını sandığı işi aslında hiç mi hiç yapamıyormuş, kim ülkesinin canına okumuş, insanların zararına olan ne varsa hep onları yapmış, bir bir çıksın ortaya…
Kendisiyle yüzleşebilme becerisi olmayan kişiler ülke yönetmesin, yönetmeye talip bile olmasınlar.
En tepeden en dibe yüzleşmeli herkes kendisiyle. Vakit daha da geç olmadan.
Alev Subaşı 2 Yıl Önce
Her insan, ruhunda taşıdığı kaos ve cehennemi çatışma, ayrımcılık ırk, ideoloji, inanç ve din arasındaki savaşlara dönüştürerek yaşadığı dünyaya taşır. (Stefano D’Anna) Yaşadığımız ülkede kirli ruhlu insanların üzerimize yağdırdığı lanetten kurtulmayı diliyorum.