Madrid, Toledo ve Valensiya’yı kapsayan bir haftalık gezinin izlenimlerine geçmezden önce İspanya’nın kimlik kartı da sayabileceğimiz künyesine göz atalım.
Latince “Plus Ultra” (DAHA İLERİYE) ülkenin savsözüdür.
Yüzölçümü 505.000 km2 olan İspanya’da 40.000.000 kişi yaşamaktadır.
Kişi başına 41.000 USD’ye eşdeğer gelirle kalkınmış bir ülkedir.
Kalkınmışlığın izlerini İspanya sokaklarında sürmek de olasıdır.
Oysa 50 yıldan daha kısa süre önce Franco karanlığını geride bırakabilmiş olan İspanya’da seksenli yıllarda bir albayın parlamento baskınıyla darbeye kalkıştığı da belleklerden silinmiş değildir. Franco karanlığının yıkıcı bir iç savaşı izleyerek yaşandığını da unutmayalım.
İlk bakışta Akdeniz ülkesi olan ve bu yanı baskın görünen İspanya aynı zamanda bir okyanus kıyıdaşıdır. Avrupa’nın en güneybatı ucundaki İberya bu konumuyla diğer anakaralara da yakındır.
1978’de yürürlüğe giren anayasaya göre İspanya 17 özerk bölge ve 2 özerk kentten oluşan yönetsel yapıya kavuşmuştur.
Fransa, Andorra, Cebelitarık, Fas ve Portekiz’le toplam 1917 km kara sınırı olan İspanya’nın deniz kıyısı uzunluğu ise 5000 km’dir.
Ceuta ve Melilla kentleri kuzey Afrika’da yer aldığı için İspanya iki anakaralı ülkedir.
Ülkenin en yüksek dağı Kanarya Adaları’nın bir parçası olan Tenerife’deki 3718 metrelik Pico del Teide’dir.
Yedi yüzyıl kadar süren müslüman egemenliğini kıran İspanya krallıkları, hiç zaman yitirmeksizin Musevileri de İberya’dan kovmuşlardır. Eş zamanlı olarak uzak topraklara yelken açan İspanyollar yeryüzündeki ilk kolonileşme girişimini de başlatmışlardır. Bu konuda Portekiz’le yarışan İspanya uzlaşı sağlanması sonrasında Brezilya dışında tüm Güney Amerika ve Orta Amerika’ya egemen olmuştur.
Teknolojik olarak gelişmiş İspanyolların buralardaki halkları ateşli silahlarla boyunduruk altına aldıkları ve hatta onları tükettikleri bilinir. Yeni dünyadaki halkların tüketilmesinde Avrupa’dan götürülen mikropların etkisi unutulmamalıdır.
Tarih öncesine ait buluntuların da doğruladığı gibi yarımadanın geçmişi çok eskilere dayanır.
Eskil dönemin gelişmiş toplumu Fenikelilerin İberya’da kökleri MÖ VII. yüzyıla uzanan koloniler oluşturduklarına vurgu yapalım.
Fenikelilerin yanı sıra yarımadaya gelen Kartacalıların adı Cartagena kentinde yaşamaktadır.
Her ne kadar İspanya’da Aragonca, Leonca, Katalanca, Baskça gibi diller konuşulsa da ülkenin resmi dili İspanyolcadır. İspanyolca, başta Amerika anakarası olmak üzere İspanya dışında 600 milyon kadar insanın konuştuğu küresel bir dildir. Kolonileşme döneminin bugüne yansıması olarak da görülebilecek bu durum günümüzde İspanya ile İspanyolca konuşan diğer ülkeler arasında köprü işlevi görmektedir. İspanya’nın bu ülkelere olumlu ayrımcılık ve korumacılık eğilimi içinde olduğunu söylemek olasıdır.
İspanya’da gördüğümüz 2 kent olan Madrid ve Valensiya’da kaldırımlara çıkan sürücüler, olur olmaz yerlere park edilmiş taşıtlar ve kuralsız trafik akışı görmedik.
Her iki kentteki kitle taşıma araçlarının gelişmişliği dikkat çekiciydi. Raylı sistemin bütünüyle yeraltında oluşu da etkileyici bir başka durumdu.
Aralarındaki uzaklık 400 km’ye yakın olan Madrid-Valensiya yolculuğunun hızlı trenle 2 saat sürdüğünü eklersek raylı kitle ulaşımının metropollerle sınırlı olmadığını anlatmış oluruz.
İspanya yılda 60 milyon turist ağırlayan bir ülke olarak bu işten hatırı sayılır kazanç sağlıyor. Turist sayısı bakımından ABD’yi izleyerek dünya ikincisi. Böyle bir ülkede yabancılarla anlaşmada önemli dil konumunda olan İngilizcenin pek çok kişice konuşulamıyor olması yadırgatıcı bir eksiklik olarak işlendi belleğimize.
Bir haftaya sığan İspanya gezimizin iki ana durağı olan Madrid ve Valensiya’ya ilişkin yazıların gezi rehberi olmaktan kişisel izlenimler olarak okunması dileğiyle.